Автор: Bor İ.  

Теги: tarih   felsefe   diller   dilbilim  

ISBN: 978-975-8774-55-5

Год: 2011

Текст
                    
İbrahimBOR 2001 yılında Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakül­ tesi, Din Felsefesi alanında Yüksek Lisans yaptı. 2006 yılında aynı bilim dalında "İlahi Kelam'ın İmkii.n ve Tabiatı" adlı doktora tezini tamamladı. Halen Mardin Artuldu Üniversitesi Edebiyat Fa­ kültesi, Felsefe Bölümü'nde Ö@"etlm Üyesi olarak görev yapmaktadır. ibrahimbor@artuklu.edu.tr
EUs Yayınlan: 53 ©Ankara Okulu Basım Yayın San. ve Tic. Ltd. Şti. Analitik DU Felsefesinde DU Düşünce ve Anlam/İbrahim BOR Editör Doç. Dr. Fehrullah Terkan Ofset Hazırlık Zeynep Özger oızgı Ankara Dizgi Evi Kapak Ells Baskı, Cilt, Kapak Baskısı Özkan Matbaacılık Birinci Basım Eylül2011 ISBN: 978- 975- 8774 - 55 - 5 EUsYaymlan İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı 48/81 Ulus/Ankara Tel/faks: (0312) 341 06 90 web: www.ankaraokulu.com e-man: ankaraokulu@ankaraokulu.com
Analitik Dil Felsefesinde Dil Düşünce ve Anlam İbrahim BOR Elis Yayınlan Ankara 2011

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ GİR İŞ ............................................... ......................................... 7 ............................................................................................ . 9 BİRİNCİBÖLÜM KONUŞMA VE DİL ÜZERİNE ......................................................... 15 1. Konuşma. Dil ve Söz................... . ............................................. 15 2. Dilin Temel Birtmleri ....................................... . ....................... 20 2.1. Kelime Anlamı................................................................... 22 2.2. Cümle Anlamı ............................ . ...................................... 27 2.2.1. Tip (Type)-Tek troken) Anlatımlar ......... . ....... . ....... . . 30 2.2.2. Dizinsel (Indexical) Anlatımlar ................................ 32 3. Konuşmanın Edimsel Boyutu: Sözle Yapılan Edimler .. . ............. 35 4. Dil ve Düşünce.......................... . .... . ....... . . . ........................ . ...... 46 İKİNCİBÖLÜM ANLAM VE DOGASI . . . .................................. ................................. 57 ı. Zihinsel İçerik ve Dilsel Olgu Arasında Anlam . . ................ . ........ 57 2. Anlam Aktarımı: İletişim ......... . ............... . ............ . . . ......... . ........ 82 ÜÇÜNCÜBÖLÜM ANLAMI BELiRLEYEN BAZI FAKTÖRLER ...................................... 95 ı. Dilsel Uzlaşı, Baglam ve Referansın Belirlenmesi ......... . ..... . . . .... 95 2. Kasıtlılık, Niyet ve Arka plan....... . . . ... . . . . .. . . .. . .... . ........... . .. . ....... 116 SONUÇ ...................................................................................... 133 KAYNAKÇA . .. 137 DİZİN . . 141 ................................................... ...................... ... .................................................. ........ . . .......................... .

ÖN S Ö Z Bu çalışma dil felsefesinin belli başlı sorunlanın çogtınlukla ana­ litik (dil) felsefe gelenegi içinden gelen düşünürlerin yaklaşımı çerçevesinde ele almayı hedeflemektedir. "Dil", "düşünce" ve "anlam" dil felsefesi, dil bilimi, mantık, zi­ hin felsefesi gibi birbirine yakın disiplinlerin temel terimlerinden birkaçıdır. Söz konusu disiplinlerin terimleri işleyiş şekli çogtın­ lukla yöntemsel bazı nüanslarla farklılık gösterebilmektedir. Bu çalışmada üç temel terimin -kısmen zihin felsefesiyle baglantı­ lanm da içermek üzere- dil felsefesi agırlıklı açıkl anmalanmn ve birbirleriyle ilişkilerinin tartışılması hedeflenmektedir. Ancak bu açıklama ve ilişkilendirme t anımsal bir noktadan degil, daha çok söz konusu terimierin karmaşık olan dogalarına ilişkin so­ runsal boyutlanyla irdelemeyi hedeflemektedir. Böyle bir çalışma konuyla ilgili sorunların tümünü, hatta çogunu ele alma gibi bir iddiadan uzak oldugu gibi analitik gelenegin içinde yer alan filo­ zofların çogtınun görüşünü ortaya koyma gibi bir iddiayı da ba­ rındırmamaktadır. Nitekim her bir sorunun farklı yönleriyle ele alırup detaylandırılmasımn bagrmsız birer çalışmayı gerektirecegı açıktır. Analitik (dil) felsefe gelenegi çalışmamn birkaç açıdan sı­ nır işaretlerini göstermektedir. Bunların başında konunun hangi perspektifle işlenecegini belirleyen yöntem gelmektedir. Zira aynı konu yapısalcılık, post yapısalcılık, yapı bozum, hatta hermenötik gibi felsefi tasavvurların yaklaşımlanyla ele almak da mümkün­ dür. Elbette bu sonuçtan bu düşünce geleneklerinin konuyla ilgili ortak paydalanmn olmadı@. sonucu da çıkarılamaz. Nitekim fark­ lılıkların önemli bir yönlerinin, de-· -d_aha çok konuların/ sorunların farklı açılardan �ı yöntemlerle ele alınmasıyla � işareti, konunun tamamen ilişkili gö ·· ektedir. Diger bir sm yazarın bakış açısını ortaya k qymaktan çok belli bir gele­ nekteki . �ndi �aklaşımlan ortaya koyma v� tartışmayı ima etmesidir. Bu sınıtın belirgin çizgileri daha çok frege, Russel, Wittgenstein, ) j
Dil Düşünce ve Anlam 8 Davidson, Strawson, Alston, Grice, Austln, Searle gibi dil felsefesi konularını kuramsal düzeyde ele alan iliazotların yaklaşımlarıyla şekillenmektedir. Nitekim adı geçen isimler analitik gelenek olarak isimlendirdigimiz hattın da yekpare olmadıguu göstermektedir. Konu başlıkları ilişkili sorunları ele alma noktasında kendi ba­ şına diger başlıklarla karşılaştınldıgında özerk bir görüntü sunsa da önemli oranda başlıkların birlikte (bir bütünün parçaları kadar olmasa da) ortaya koymayı hedefledigi bir bütünü temsil ettikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle anlamın neligi konu­ su gibi başlıklarda zaman zaman Gazali ve Kadı Abdulcebbar gibi İslam düşünürlerinin yaklaşımları, İsliim. Kelam düşüncesinde or­ taya çıkan bazı sorunlara ilişkin tartışmalarla baglantılı olarak, bir tür karşılaştırma düzeyinde ele alındı. Bunlara yer verilmesi, ilk bakışta kitabın başlıgından bir tür sapma olarak düşünülebi­ lir. Ancak bu tür karşılaştırmaların farklı düşünce geleneklerinin benzer veya farklı sorunlara ne tür çözümler ürettigini anlama noktasında olumlu katkı sunacagı göz önünde bulundurulabilir. Söz gelimi dilin düşünceyi temsil ettigi, düşüncenin de dış dün­ yayı yansıttıgı şeklindeki Aristocu (zihinsel/kavramsal) yaklaşım, Orta Çag Hıristiyan düşünürlerin İlahi sözü açıklama ve yorumla­ mayla ilgili bazı sorunlarının çözümünde anahtar bir rol oynadıgı gibi -daha önce- İslam kelam düşüncesinde de aynı yaklaşım bazı farklılıklarla benzer şekilde kullanılmıştır. Çalışmada analitik, degerlendirmeci-eleştirel bir tutum takip edilerek yazarın tartışmalara katılma çabası olmakla birlikte ko­ nuların söz konusu gelenek içinde tanıtıcı niteligi daha agır bas­ maktadır. Dil felsefesinin bazı sorunlarının daha tanınır ve tartı­ şır hale gelmesine küçük bir katkı sunarsa, bu çalışma hedefine ulaşmış sayılacaktır. Çalışmayı Okuyarak önemli katkılarda bulunan dostlanm Ömer Faruk Yekdeş ve Selim Tema Gürel'e teşekkür borçluyum. Elis Yayınları ekibinin eseri basımda gösterdikleri titiz çalışmala­ nndan dolayı ayrıca teşekkür borçluyum. İbrahim BOR Mardin 2010
GİRİŞ En geniş anlamda "dil felsefesi" dili konu edinen felsefe dalıdır. Naif anlamda aslında felsefe bütünüyle dil ile ilgilidir. Özellikle analitik felsefe, önemli oranda dil ile ifade edileni anlama, çö­ zümleme ve açıklama çabasıdır. Diger yandan bilgi felsefesi, dil bilimi, mantık, zihin felsefesi, hermenötik, hatta matematik gibi disiplinler, dili konu edinme noktasında, dil felsefesiyle ortak iliş­ ki içindedir. Ancak bu alanlardan her biri dil olgusunun farklı yönlerine agırlık vermekte veya farklı yöntemlerle ele almaktadır. Daha dar anlamda, dil felsefesinin konu edindigi temel sorun "anlam"dır. Dil felsefesi, "anlamın dogası", dahası "dilsel anla­ mın dogası", bu baglarnda "kelime anlamı", "cümle anlamı", "dil­ referans" ayırımı, "anlamın kökeni" gibi konulan ele alır. Özellikle analitik dil felsefesinin bunu yaygın bir şekilde analitik bir yön­ temle ele alındıgı söylenebilir. Ancak elbette William Alston'un da dikkat çektigi gibi dil felsefesini sadece analitik yöntemi kullanan filozofların yaptıgı şekliyle belli kavramlan dille açıklıga kavuş­ turma yöntemi olarak ele almak ve kavramsal çözümlemelerle sı­ nırlamak da yanlış olacaktır. Felsefenin (analitik felsefe için daha çok geçerli olsa da) dil ile sıkı bagı, Wittgenstein'in "dilin bittigi yerde felsefe sorunlan başlar" dedigi düzeyde felsefe sorunlarının dile bagımlı oldugu anlamına gelmez. Böyle bir yaklaşım anla­ mın, dolayısıyla dil ile ifade edilen düşüncelerin dile indirgenmesi gibi bir sorunla sonuçlanma riski vardır. Charles W. Morris'le birlikte bu alanlar; "sentaks", "seman­ tik" ve "pragmatik" sınıflamasıyla, dil felsefesinin üç temel ala­ nı olar · maya başlandı. 1 Nitekim bu üç kısım zamanla elsefesi veya di "liminde bagımsız farklı çalışma alanlarını oluşturmaya başlamış N. Kretzmann. "History of Sem The Macmlllan Company & Free tik-. Encyclopedia of Philosophy (New York: · ess, 1967). C.5, s.395
Dil Düşünce ve Anlam 10 Dil felsefesine "semantik" açıdan bakıldığında üç tür kuram­ dan söz edilebilir. Referansçı, zihinselci (idealist} ve davranışçı kuramlar. Referansçı kurarnların dayandığı temel öngörü dilin, dil dışı şeyler hakkında kullanılıyor olmasıdır. Dil ancak düzenli bir dünyanın varlığını temsil etmekle anlamlılık kazanabilmek­ tedir. Zihinselci/idealist kuramlar, anlamı zihinsel bir içerik olarak temellendirmeyi hedeflerken; davranışçı yaklaşımlarda ise dilsel bir edimin muhatap(lard)da oluşturduğu etki ve buna bağlı olarak verilen tepkiler/davranışlar anlamlılığın ölçütünü oluşturur.2 Zihinselci/idealist kurarnlarda ide-zihin ilişkisi ön­ celenirken, davranışçı kurarnlarda söz -davranış ilişkisi öne çı­ kar. Bu bağlamda ilkinde bireysel olanın ön plana çıktığı yerde ikincisinde toplumsal kullanım belirleyici olmaktadır. Zihinselci görüş için semantik anlamda önemli olan olgu kelimenin/dilsel birimin, ideye eşlik etmesidir. Ancak bunun nasıl sağlandığı açık değildir. Buna karşın davranışçı görüş, dilin görülebilir, tecrübe­ ye açık olan yönüyle ilgilenir. Olgusal yönüyle konuşma, fıziksel bir bağlamda gerçekleşmekte ve bu fıziksel ortam konuşanların anlatımlan üzerinde etkide bulunmaktadır. Anlam, dile getiri­ len iletişim durumlannın toplumsal düzeyde ortaya çıkan olgu­ sal özelliklerinde ortaya çıkmaktadır. L. Bloomfield'in özetiediği şekliyle "dilsel formun anlamı", söyleyellin içinde konuştuğu ve dinleyene, iletilen mesajın oluşturduğu şartlarda ortaya çıkar. C. Morris gibi düşünürler ise daha dar bir alanla sınıriayarak anla­ mı, dile getirilene karşı ortaya çıkan tepkimelerle sınırlar. Özetle, davranışçılıkta anlamın neliği, söylenene bir tür karşılık olarak ortaya çıkan davranışta aranır.3 Söz konusu üç genel kuramın dışında anlamı kendi başına bir gerçeklik alanı olarak kabul eden gerçekçi kurarnlardan söz edilebilir. Bu kurarnlarda öne çıkan nokta, anlamın hem zilJ.in­ lerden hem de salt dilsel inşalardan farklı ve bağımsız bıt' ger­ çeklik alanı oluşturmasıdır. Kökleri Platon'a kadar götürülebilen bu yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri Alman matematikçi ve filozof-Gotlop Frege'dir. Ona göre anlam, "üçüncü alan" olarak 2 3 William Alston. Philosophy ofLangucıge (Princeton Hall, 1962). s.16-20. William Alston, "Meaning", Encyclopedia ofPhilosophy (New York: The Macınil­ lan Company & Free Press, 1997), C.9, s. 234.
ll Girtş isimlendirilen, zihinden bağımsız bir gerçeklik alanına tekabül eder. Bu alan, anlamı psikolojik ögelere indirgemekten koru­ manın, dolaysıyla anlam nesnelliğini savunmanın güvencesini oluşturmaktadır. 4 Değindiğimiz gibi dil felsefesinin merkezinde "anlam soru­ nu" yer almaktadır. "Anlam" kelimesinin farklı kullanımlan göz önünde bulundurulduğunda, dil felsefesinin, bunlardan dil­ sel ifadelere ait olanını konu edindiği açıktır. Sözgelimi "hayat bana anlamsız geliyor" ifadesinde geçen "anlamsız" kelimesiyle aniatılmak istenen bir şeyi değerlendirme ve önem atfetmedir. Dolayısıyla anlam burada önem verme ve değerlendirme ile eş anlamlı olmaktadır (Değerlendirme). "Bunun anlamı nedir?" sorusunda geçen "anlam" bir açıklama yapma isteğini ortaya koymaktadır( açıklama yapma). "Yaptığın ne anlama geliyor?" so­ rusunda ise bir şeyin nedeni sorulduğundan, 'neden bunu yaptın' ifadesiyle eş anlamlıdır(neden). Benzer şekilde, "yüzünde anlam­ sız bir ifade vardı" cümlesinde de "anlam" kelimesiyle aniatılmak istenen, yüz ifadesinin altındaki görünüş ve duruştur(görünüş). Bunlara "anlam"ın başka kullanımlan da eklenebilir. Bu tür örneklerden de anlaşıldığı gibi, anlamın farklı kullanımlan söz konusudur. Ancak "adalet herkese hak ettiğinin karşılığını ver­ mek anlamına geliyor' önermesindeki kullanımında 'anlamına gelmek', dilsel bir ifade veya kelimeyle ne kast edildiğini ve neyin aniatılmak istendiğiili vurgulamaktadır. Bu örnekte olduğu gibi dil felsefesinin yaptığı daha çok dilsel öğelerin anlamlılığını ele almaktır. Bu bağlamda dil felsefesi açısından, ses ve harf gibi salt fi­ ziksel öğelerden oluşan kelimeler nasıl oluyor da fızıksel olanın - ·· tesine taşınabiliyor? Dilsel olanla zihinsel olanın ilişkisi nasıl gerç yen ba eşmektedir? Diğer bir değişle dil-anlam ilişkisini belirle­ edir? Sorulannın cevaplanması anlamın neliği veya na­ sıl oluştu u noktasında önem arz etmektedir. Daha ö elde anlam (kelime, cümle, özne-yüklem, özel isimler belirleyici · deler vb. yönleriyle) yukanda değindiğimiz, dil felse- 1 4 Alston, "Mtanlng", s.234 vd . )
Dil Düşünce ve Anlam 12 fesinin bir dalı olan semantigin konusudur. Semantik, temelde dil yoluyla iletilen içerigin ne olduguyla ilgilenir. Anlamla bag­ lamsal faktörler arasındaki ilişkiye dair sorunlar da pragmatigin konusunu oluşturur. Bu açıdan bakıldıgında cümlenin formel yapısıyla ilgilenen teoriler, dilsel anlamla ilgili teorilerden ayırt edilmelidir. 5 Semantigin temel sorunlarından biri dogrudan anlamın doga­ sına yönelik(ontolojik)tir. Çogunlukla dünya hakkında olan söz ve düşüncelerimizi, bildirimsel ve betimsel ifadelerle dile getiririz. Dünya hakkında oluşlan bir referans ve gerçeklik alanıyla ilişkili olduklannı gösterir. Cümle, olgu durumuna baglı olarak dogru veya yanlış olur, diger bir ifadeyle dogruluk degeri kazanır. Dog­ ruluk degeri bu anlamda referans için geçerli olmaktadır. Dolayı­ sıyla semantik bir kuramda bir ifadenin anlamını belirleyen ko­ şullara dogruluk açısından baktıgımızda; dil, zihin ve bunlardan bagımsız olan bir dış gerçeklik sürekli ilişki içinde olmaktadır. Bu çalışmada da bu üçlü ilişkinin bir tür detaylandınlmasının öne çıktıgını söyleyebiliriz. 6 X'in, Y'yi -epistemolojik veya antolajik anlamda- öneelemesi­ ne bakıldıgında bu ayınınlar biraz daha netleşecektir. Sözgelimi zihinsel öncelikte dilin, düşünceyle ifade edilebilir oldugu, dilin düşünceyi açıklayıp onu dile getirebildigi noktalan öne çıkar. (Buna Searle, Grice gibi düşünürler örnek verilebilir. ) Dilin ön­ celenmesi ise anlamı, dilin kullanımıyla açıklamayı ifade eder. (Wittgenstein ve Dummet bunun örnegini oluşturur.) Dil-zihin arasında bir öncelik sonralık öngörmeyen yaklaşım ise ikisinin yani dil ve düşüncenin birbirini açıkladıgı savına dayanır. (D. Davidson'un teorisi bu görüşe odaklanır.) Dile dayalı anlamın dogasını açıklamayı hedefleyen bu ku­ ramlan özetleyecek olursak; referansçı yaklaşımda anlam, dil ve dil dışı bir dünya ile açıklanırken, idealist kuramda bir fıkir veya düşüncenin ifadesi olarak ele alınmaktadır. Davranışçı yakla­ şımda ise anlam, toplum içinde ortaya çıkan davranışlara yan­ sıyan karşılıklar/tepkiler veya bunlara yönelik yönelimler olarak 5 6 N. Kretzmann. "History of Semantik", s.396. Alston, PhUosophy of Language, s. 90-92.
Giriş 13 yorumlanmaktadır. Gerçekçi yaklaşım bunlardan daha köklü bir şekilde farklı olarak (dil, zihin ve dünyadan) bagımsız bir alanı temsil etmektedir. Her bir kurama yöneltilebilecek eleştiriler gibi her kuramın nerdeyse anlamın bir boyutunu açıklaması veya öneelemesi gibi önemli işlevlerinden de söz edilebilir. Ancak bu durum her kuramın aynı düzeyde geçerli ve yeterli oldugu anla­ mına gelmemektedir. Referansçı yaklaşımın belirgin sorunu her kelime veya cümleye karşılık gelen bir şeyin veya şeylerin bulun­ masının zorlugunda ortaya çıkar. idealist yaklaşım, idelerin sub­ jektifligt sorunuyla yüz yüze kalırken, ide-kelime uygunlugunun nasıl gerçekleştigini açıklamada da yetersiz kalmaktadır. Davra­ nışçılıkta aynı ifadelere ve aynı anlama karşılık farklı tepkime­ lerin söz konusu olabilmesi veya hiçbir karşılıgm bulunmaması durumları kuramın geçerliligini zora sokmaktadır. Gerçekçilige yöneltilecek temel eleştiri ise zihinden ve dış dünyadan bagımsız bir gerçekligtn salt soyut bir alan olarak nasıl temellendirilecegi etrafında yogunlaşmaktadır. Kurarnların ortak özelligi bir yerden sonra nerdeyse farklı şekillerde indirgemecilikle sonuçlanmala­ ndır. Daha kapsamlı bir kuramın geliştirilmesi veya kurarnların bir araya getirilmesiyle anlama ilişkin daha çok şey söylenebilir mi? Böyle bir yaklaşım da eklektizmin karşılaşacagı sorunlarla yüzleşrnek durumundadır. Alston bu kurarnları geleneksel yak­ laşımlar olarak niteler ve hepsinin ortak temel açmazlarını da anlamın dogasına yönelik açıklama girişimleri olmalarına da­ yandırır. Alston'a göre bu kurarnların bir eksikligi de indirgeme­ ci olmalarıdır. Zira anlamın ne tür bir şey oldugu yanıltıcı bir sorgulamadır. Bunun yerine anlamın nasıl ortaya çıktıgxnı bil­ mek ve hangi koşullarda gerçekleştigini anlamak daha önemlidir. Alston'a göre bu noktada anlamın kullanımla açıklandıgx modem analizlere bakmak daha isabetli olacaktır. 7 Wittgenstein'ın "anlama bakma kullanıma bak" sözü anlamın ancak dil içindeki kullanımla şekillendigini açıklayan pragmatist yaklaşımı ifade eder. Bu da dil felsefesinin sentaks ve semantikle birlikte üçüncü alanını meydana getirmektedir. Kullanırncı yak­ laşımların zihinselci ve referansçı yaklaşımla benzerlikleri bulun7 Alston, agm. s. 234-236 vd.
Dil Düşünce ve Anlam 14 makla birlikte, anlamı bir varlık alanı olarak görmemeleri, ayrıl­ dıkları temel noktaları oluşturmaktadır. Kullanırnın bizi bir tür anlam/anlama çeşitliliğine götürür. Bu açıdan bakıldıgında an­ lamın yerini nerdeyse yorumun aldıgı post yapısaıcı yaklaşımları da köken olarak kullanırncı yaklaşırnlara kadar geri götürmek mümkün görünmektedir. Kullanırncı yaklaşımlarda anlamın ne­ ligi veya nasıl bir şey olduguna ilişkin antolajik bir açıklama gi­ rişimi ön plana çıkmadıgmdan bir tür indirgemecilik sorunuyla ugraşmaları da söz konusu degildir. Pragmatist teorilerde daha özel olarak üzerinde durulabilecek yaklaşımların başında söz edimleri gelmektedir. Söz edimi kura­ mında asıl edim söyleme (lucotion/ utterence) degil, söylemenin eyleme dönük anlamsal yönü olan "edim söz edimi ( illucotion)dir". Sözün ortaya çıkardıgi etki de "etki söz" (perlucotion)ü oluşturur. Bu yönüyle sözün geniş bir kullanımı ortaya çıkmaktadır. Bu kullanımda dilin temel birimi olarak kelime yerine cümle öne çık­ maktadır. Zira bir kelimeyi söylemek bir şey söylemek için yeterli olmamaktadır. Kelime ancak cümle içinde anlam kazanabilmek­ tedir. Kelime tek başına kullanıldıgında da bu bir cümle anlamını içermektedir. "Kitap" kelimesi kullanıldıgı baglama göre ya "kita­ bı ver" veya kitabın konusu, önemi vb. bir cümleye çevrilebilecek bir içerige sahip olmaktadır. Kullanım, anlamın ne oldugunu ve nesnelliğini açıklamakta yetersiz kaldıgından, kullanırncı teoriler ancak anlamın neliğine ilişkin tutarlı bir açıklamanın söz konusu oldugu yerde geçerli bir açıklamaya sahip olabilir. Anlamı sadece kullanımla açıklamak oldukça göreceli ve Alston'un iddiasının aksine başka türlü bir indirgemeciligi beraberinde getirir. Söz ge­ limi anlamın yerine yorumun geçmesi bu tür bir indirgemeciligin taşıdıgı risklerden biri olarak ortaya çıkmaktadır.
BİRİN Cİ BÖLÜM KONUŞMA ve DİL ÜZERİNE ı. Konuşma, Dil ve Söz Konunun anlaşılması, örgüsünü oluşturan kavram ve terimierin anlaşılması ve bunların birbiriyle ilişkisinin açıklıga kavuşturul­ masıyla mümkün olabilir. İlk olarak konuyla ilgili temel bazı so­ runların anlaşılmasında anahtar rol oynadıgını düşündügümüz dil, konuşma ve sözün bazı ayrırolarına deginmek yerinde ola­ caktır. Konuşma, dille karşılaştınldıginda bir yeti olup insan olma­ nın özsel bir niteligini oluştururken dil, kendisi üzerinden ko­ nuşmanın gerçekleştigi en gelişkin iletişim aracıdır. Bunun ya­ nında dil, düşüneeye basit bir aracı olmanın ötesinde düşün­ cenin kendisiyle üretildigi ve geliştirildigi, onsuz olamayan bir yeti olarak da degerlendirilmelidir. Konuşma her bireyin tek tek gerçekleştirdigi bir edim iken dil konuşmaya imkan tanıyan, ko­ nuşma edimlerinin gerçekleştigi iletişim ortamıdır. Konuşma-dil aynınma dikkat çeken Gilbert Ryle'a göre dil: "kelime, yapılar, [ses) tonları, klişe lfadelerin vb. bir stogu, bir fon ve toplamıdır." Konuşma ise herhangi bir dil içerisinde gerçekleştirilen bireysel bir etkinliktir. Bu durumda, bir dilde bir şeyler söylemek o dili bilmeyi gerektiriDekle birlikte, söyleme edimi o dilin zorunlu bir parçası olmamaktadır. 1 Konuşma, aslında dil üzerinde birden fazla etkinligin gerçekleştirilmesidir. Wayne Davis'in dikkat çek­ tigi gibi kişi agzını açmakla: Belirli şekillerde bazı dilsel araçlan hareket ettinnekte, belli bazı sesler üretmekte, belli bazı kelimeler dile getirmekte, bu kelime­ lerle bazı şeylere niyetlenip, bazı şeylere referansta bulunmakta, belli düşünceler ifade etmekte ve bazı şeyleri ima etmektedir; bir Gllbert Reyle,"Use, Usage and Meaning", 11ıe Tiıeory of Meaning, ed. G. H.R. Parkinson (Oxford: Oxfrod, University Press, 1982). s.l09-116.
Dil Düşünce ve Anlam 16 ifade kurmakta, bir emir vermekte ya da bir soru sormaktadır. Dilsel kurallara uymakta ya da onlan ihlal etmektedir. Bilgilen­ dirmektc ya da çıkıp huzursuz etmektedir. Bir muhatapla ya ileti­ şim kurabilmektc ya da bunda başansız olmaktadır.2 Konuşma-dil aynınma dikkat çekenlerden biri de Ferdinand de Saussure'dır. Saussure, dil yetisinin birbirine sıkı sıkıya baglı ve birbirini gerektiren iki ögesinden bahseder. Bunlardan birin­ cil olanı toplumsal ve tümüyle zihinsel nitelikli olan dildir. Diger öge, ikincil derecede öneme sahip, bireysel nitelikli olan ve sesle­ rneyi de içeren konuşma/sözdür. Bireyler arası anlaşmanın ger­ çekieşebilmesi ve konuşmanın beklenen sonuçlan verebilmesi için dil gerekli oldugu gibi dilin yaşayabilmesi için de konuşma/ söz zorunludur. Konuşma/söz, dilin aksine toplumsal bir şey içermeyen, tamamen bireysel ve anlık onlandır.3 Saussere'ün dil ve konuşma arasına kesinlik düzeyinde çizdigi bu sınır sorgu­ lanmaya açık görünmektedir. Her şeyden önce toplumsal olanın bireysel olandan, bireysel olanın toplumsal olandan bütünüyle bagimsız oldugunu kanıtlamak kolay olmadıgı gibi buna ilişkin herhangi bir ölçüt ortaya koymak da olası görünmemektedir. Bi­ reyin elinde şekillenen konuşma/söz toplumsal kabuller, yorum­ lar, önyargılardan bütünüyle bagimsız olamaz. Zira bireyin niyet ve yönelimlerini somutlaştırdıgı konuşma edimini içinde gerçek­ leştirdigi dil, toplum tarafından tarihsel bir süreç içinde önemli oranda içerik kazanmaktadır. Ancak Saussere ile paylaşılabile­ cek nokta, bireyin toplumsal olanı aşma potansiyeline sahip ol­ dugu noktası olabilir. Bu açıdan bakıldıgında dil, toplumsal sözleşmeye dayalı uzlaşımsal bir kurum olmasına karşın konuşma/ söz, zaman zaman bu uzlaşım sınırlarını aşma imkılıuna açık, daha çok bireysel kasıtlann öne çıktıgı bir edim olmaktadır. Dilsel ortam özellikle cümle kurma yoluyla konuşana adeta sonsuz bir kulla­ nım alanı ve imkanı sunmaktadır. Chomsky, bundan hareketle 2 3 Wayne A. Davis, Meaning, Expressian and 11ıought (Cambridge: Cambridge, University Press, 2003), s.ı4. Saussure'den yaptıgtmız bu genel aktanmlar için bkz. Saussure, Genel DUbUim Dersleri, Tre. Varda Berker (İstanbul: Multılingual, 1998). s.39-50. Çevirenln 'gösterge' kelimesine karşılık 'Işaret' kelimesini tercih ettik.
Konuşma ve Dil Üzerine 17 dilin en önemli özeliğinin, sınırlı sayıda kelimeler yoluyla, hatta dinieyenin ilk kez dinlediği ve birbirine hiç benzemeyen sınırsız sayıda cümleler kurabilmeye olanak tanıması olduğuna dikkat çeker.4 Konuşma ve sözün çoğunlukla eş anlamlı olar�k kullanılma­ sı aralarındaki bazı küçük farklann göz ardı edilmesine neden olmuştur. Konuşma temelde konuşan varlıkların bir yetisi ve bu yetiyle dili kullanma fıil ve becerisi olarak tanımlanabilir. Söz ise dile yakın bir anlama sahip olmakla birlikte, tamamen dile indirgenemeyen, konuşan öznenin dile getirdiği her türden an­ lamlı dilsel birimler şeklinde tanımlanabilir. Konuşma (kelam) Arapça dilbiliminde en geniş anlamıyla "anlam ifade eden lafız" olarak tanımlanmaktadır.5 Bu tanım, konuşmanın/sözün 'an­ lam' ve 'lafız' gibi iki temel öğeden oluştuğunu göstermektedir. 6 Diğer bir ifadeyle bir lafza kelam (söz) demenin birinci şartı arilam ifade etmesidir. Böyle bir ayrım temel alındığında lafız, anlamın ortaya çıkması ve iletilmesinde araçsal bir rol üstlen­ mektedir. Zira bu özellikleriyle anlam, başkalannın erişimine kapalı, tecrübe edilemeyen bir alanı oluştururken lafız, anla­ mın kelime ve diğer dilsel öğeler aracılığıyla somutlaşmasını ve başkalannın paylaşımına açık hale gelmesini sağlamaktadır. Dilsel olan söz algısal olmasıyla, yani görsel ve işitsel özellik­ ler taşımasıyla tecrübeye açık iken anlam, doğrudan tecrübe yoluyla başkalarının erişimine kapalıdır. 7 Bu yönleriyle lafız ve 6 Bkz. Chomsky. Dil ve Zihin. tre. Ahmet Kocaman (Ankara: Ayraç.. 2001). s. 151. Bkz. . Lisan'u!Arab, C.12. s. 532; Kadı Abdülcebbar, EI-Muğn� C.VU, s. 62/291A. Konuşma, gündelik dilde daha çok yazılı olana karşıt anlamda kullanılsa da, 7 burada geniş anlamıyla ve felsefi bir içerikle kullanılacaktır. Bu anlamda kla­ sik yaklaşımı takip ederek, konuşmanın yazılı, sözlü ve zihinsel olanından söz edilebilir. Kelamın karşılıgı olarak Türkçede genelde "söz" kullanılmaktadır. Ancak söz daha çok Arapçada 'kavl'in karşılıgı olarak kabul edilebilir. Bu an­ lamda kelam söz aynınma dikkat çeken Sibeveyhi, "kendisiyle bir şeyin an­ latıldıgı (unsur) söz (kauOdegil, kelamdır" demektedir. Bu durumda kelamın sözü de kapsayan daha geniş bir anlama sahip oldugu kelime anlamıyla da desteklenebillr. "Lafız" ise sözün dile getiriliş biçimini oluşturmaktadır. İbn-i Manzur Kur'an'a "kelam" dendigi halde söz anlamında "kavl" denmedigine de dikkat çeker. Bkz. İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut, 1956, C.Vll., s. 523. Lafız, kelime anlamıyla bir şeyi dışarı atmak anlamına gelir. Sözlerin dışarı çıkanlmasıyla olan illşklsinden hareketle, dille bir şeyi ifade etmek anlamına taşınmıştır. (Bkz. Lisanu'l Arab, C. VII., s.46). Bu aynm için bkz. F. R. Palmer, Semantik, Yeni Bir AnlambUim Denemesı. tre. 4 5
Dil Düşı1nce ve Anlam 18 anlam birliktellgi veya ilişkisi -bazı açılardan- ruh beden iliş­ kisine benzetilebilir. Descartesçı anlamda iki bagımsız töz olan ruh ve beden gibi farklı ontolojik gerçeklige sahip iki ögenin, yine Descartesçı yaklaşımla ilişkisel birliktellgi söz konusudur. Tıpkı ruh ve beden olmadan insan tanımından söz edilmeyecegi gibi, anlam ve lafız bir araya gelmeden de konuşma veya sözden de bahsedilemez. Sözü. oluşturan bu iki boyut birbirine indirge­ nemezken, aralannda gerektirmeye dayalı ilişkisel bir bagdan söz etmek mü.mkü.ndü.r. Klasik yaklaşıma göre anlam, sözlin özsel niteligini oluştururken, lafız da ilintisel ve araçsal olanı karşılamaktadır.8 Lafız gösteren, işaret eden, delalet eden her­ hangi dilsel bir ögeyi karşılarken, Manlam" gösterilen, işaret edi­ len Mzihinsel içerigi" oluşturmaktadır. Bu durumda lafız, dilsel bir öge oldugu gibi anlam taşıyan ve anlamı ileten bir öge olma özelligine de sahip olmaktadır. Anlam içermeyen söz sadece boş ses veya işaretlerden ibaret olmaktadır. Ancak dil felsefesi çalışmalannın felsefi düşü.ncede merkezi bir rol oynadıgı son dönemlerde belirgin olan yaklaşım, dilin anlam veya düşü.nce için salt araçsal olanın ötesinde bir işieve sahip oldugu göriişü.­ dür. Buna göre dil olmaksızın dü.şü.ncenin var olması olanaksız oldugundan dil, aynı zamanda düşünceyi üretme, geliştirme, zenginleştirme gibi temel işlevlere de sahiptir. Bu konuya dil­ düşü.nce ilişkisi başlıgı altında tekrar dönecegiz. Yukanda ele alınan, konuşma/söz ve dil ayrımlan Austin'in fonetilc fatik ve retik aynmlanyla karşılaştınldıgında biraz daha , açıklık kazanacaktır. Söz söylemeyi onu aşan bir edirole açık­ layan Austin, dili üç kategoriye ayırmaktadır. Bunlardan sözü söylemenin belli bir sesle gerçekleşmesi 'fonetik'le isimlendirilir­ ken, dilsel olanın kelime vb. ögelerle icra edilmesinejatilc denir. Fatilc, söyleme ediminin bir gramer yapısına uygun olarak, belli sözcüklerle ve belirli bir ses tonuyla icra edilmesidir. Retilc ise, sözün algısal bir içerik (sense) ve bu içerige dönük referansı 8 Ramazan Ertürk (Ankara: Kltablyat. 2001), s. l 7 . Klasik yaklaşımla, İslam Düşünceslnde. özelllkle kelam ekallerinde "Halk'ul Kur·an· tartışmalan çerçevesinde ele alınan ve kökleıi Aıistocu anlam lafız ayrımiarına kadar geli giden anlayışa Işaret ederken, Batı Felsefesinde de yine Aıisto'dan başlayıp. ortaçagda Boelthus"la zirveye çıkan. anlamı konuşmanın asıl unsuru olarak benimseyen görüşlere işaret edilmektedir.
19 Konuşma ve Dil Üzerine içeren bir kullanımla belli bir anlam ( meaning) ifade etmesidir. Bunları kabaca 'ses', 'söz' ve 'anlam' olarak isimlendirrnek de mümkündür.9 Konuşma, lafız ve söyleme ayrımıarına lllşkın sernantık bazı analizleri İslam düşünce tarihinde Gazali'de görmekteyiz. Kitabü'l İktisafta "asıl ketarn mananın kendisidir"ıo tanımını el-Ma'rifetu'l-Akliyye adlı eserinde kelam (söz) ve yapan Gazali, söylemenin ilişki ve aynmlarına ilişkin daha detaylı açıklama­ lar yapmaktadır. İnsanın konuşma ve söz yetisini nutuk nutku) (en­ yetisiyle açıklayan Gazali'ye göre kavrama ve düşünme yetisi olan nutuk; ibare, işaret, ses ya da harf türünden fıziksel özellikleri öne çıkan dilsel bir yapıda değildir. Bunun yerine akıl yetisiyle ilinttli, tüm biçim ve şekülerden bagımsız ve soyut olan fıkretme, konuşma, tasavvur ve algılama yetisidir. Dolayısıyla bir kimse-cenin örneginde oldugu gibi- bilfiil konuşan olmadı­ gı halde, düşünen-konuşan (en-natık) olarak nitelendirtlebilir. ı ı Bu durumda 'en-nutk'un mahiyeti: zihnin olan formlan (suret) (nefts) , bilgi konusu tasavvur etmesi ve herhangi bir dildeki ifa­ deleri işitip algılayabilmesidir. ı2 Nutuk, konuşmanın (kelam) ve söylemenin dayanagıdır. Bu anlamda "nutuk kelama dönüşrnek için bir çıkış ve harekete, kelam da lafza dönüşrnek için ibare ve [sözsel) bir düzenege ihtiyaç duymaktadır."ı3 Bu açıklamalar, Gazali'nin nutku salt bir konuşma yetisi olmanın ötesinde, ko­ nuşma yetisi için zorunlu olan ve düşünsel niteligi öne çıkan bir yeti olarak degerlendirdigini göstermektedir. Gazali, konuşma, söz ve nutuk ilişkisini kısaca şu sözlerle açıklar: "Söyleme dillerde dolaşan tam söz iken, kelama [tam) söyleme denemez, zira işitenlerin onu kavrayabilecegi şekilde 9 10 ll 12 13 J. L. Austln. How to Do Things with Words (Oxford: Oxford U niversity Press. 1 980) . s. l -2 . Gazall. El-İktisat. s. 7 6 Gazali. El-Ma 'rifetu 'l-Akltyye, s. 5 1 . Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta nutk'un salt akıl ya da duşunce karşılıgi olarak kullanılmadıgi. bunlara ek ola­ rak konuşmaya dökU!ebilen. lbarelerle bitışebilen bir nitellge sahip oldugudur. Deyim yerindeyse. konuşmayı da Içeren duşlinme yetısldlr. El-Ma'rifetu'l-Akliyye, s . 54. Sesi n söz ve lafızların oluşumundakl etklleıi Için aynca bkz. Saussure, Genel DilbUim Dersleri. ss. 208-230. El-Ma'rifetu'l-Akliyye. s . 77
DU Düşünce ve Anlam 20 ortaya çıkmamış olabilir." Sonuç olarak, "neftste yerleşik. kav­ ranan (me.fhum) anlama nutuk denir. Bilfiil tam düzenli olan nutka da kelam denir."14 Bu ifadeler de Gazali'nin düşünme ye­ tisini, konuşmanın zorunlu önkoşulu şeklinde ele aldıgını gös­ termektedir. Konuşma ediminin/sözün gerçekleşmesi düşünce düzeyinde hem bir yeti olarak var olmasını hem de konuşma içerigini şekillendiren bir kurallar dizisinin varlıgını öngörmek­ tedir. Gazali, Aristo'dan itibaren devam ede gelen ve anlamın zihinsel oldugunu savunan yaklaşımı paylaşarak, lafız olarak isimlendirilen dilsel birimlerin, zihinsel olan kavramlan ortaya çıkarıp tanınır kılmak ve iletmek gibi araçsal bir role sahip ol­ dugu vurgusunu yineler. Ona göre "nefsin, kelami kavramlan, başkalannın anlaması için (faide) ibarelerle ortaya çıkarmasına söz denir."15 Buna göre konuşma ve düşünce dil yoluyla dış­ sal/fiziksel bir gerçeklik kazansa da bu onların dile bagımlı ol­ dukları anlamına gelmemektedir. Anlam, konuşana ait lafızdan bagımsız, zihinsel ( nefsij bir içerige denk gelirken lafız, dilsel bir olgu olup, zihinsel nitelikli olan anlamla birleşerek, konuş­ ma/söz (keldm) niteligi kazanır. Konuşma ve konuşmanın özsel niteligini oluşturan anlam, söze bagımlı olmadıgı gibi başka­ larının bunu işitip kavraması da zorunlu degildir. Lafız ortaya çıkmak için sese, harekete ve bunlan gerçekleştirecek organla­ ra muhtaçtır. Zihinsel (RuhdnQ olan anlam ibarelerle birleşti­ ginde düşünce olurken bu ibareterin dille söylenınesi de sözü oluşturur. 16 Bu yönüyle anlam, kavramsal ve zihinsel nitelikli iken lafız yani söylemeye ilişkin tüm birimler dilsel özellikler ta­ şımaktadır. Bu yaklaşımda ses, lafız için aracı oldugu gibi lafız söze, söz de düşünme edimine aracılık etrrlektedir. 2. Dilin Temel Birimleri Dilin temel birimleri olarak kelime ve cümleler üzerinde dura­ cagız. Kelime ve cümleleri temel birimler olarak kabul etmek, bunların ifade, terim, deyim, baglaç, edat gibi dilin anlamlı di14 15 16 Age, s.86. Age. s.90. Age. s.85.
Konuşma ve Dil Üzerine 21 ger birtmlerinden ayırınayı da gerektirir. Çünkü bu tür bir ay­ nın temel alındığında bu öğeler anlamlı olsalar da temel olma­ yan dilsel birimler olarak değerlendirilmelidir . Bununla birlikte "kelime"yi temel birim olarak düşünmenin bazı açılardan yetersiz olması, bunun yerine daha kapsamlı terimleri kullanmaya da yol açmıştır. Örneğin Saussure , 'işitim imgesi'ni kelimeyi de içeren bir genişlikte kullanırken, klasik Müslüman/ Arap dilcilerinin "lafız" terimini tercih etmeleri de aynı gerekçeyle bağlantılı gö­ rünmektedir. Diğer yandan , kelime ile karşılaştınldığında cümle­ nin, önerme gibi düşünce içeriklerini iletebilmesi, onu kelimeyle karşılaştınldığında deyim yerindeyse daha ayncalıklı temel bir öğe haline getirmektedir. Dil için kelime ve cümle iki temel öğe olmakla birlikte, bunlara ilişkin bir araştırma diğer dilsel öğeleri de kapsayacaktır. Ryle, kelimeleri dilin temel yapı taşlan olarak kabul ederken, cümleleri konuşmanın anlık birimleri olarak ele alır. Onlar bir defa kullanılıp adeta yok olmaktadırlar. Bu yönüyle kelimelerin tarihinden söz etmek mümkünken , cümleler için bunu söylemek zordur. 1 7 Arıcak bu düzeyde keskin bir aynma gitmek abartılı bir yaklaşım olacaktır. Zira bir dildeki cümleler o dildeki kelimelerin, yine söz konusu dildeki gramer kurallanna göre belli bir düzenek içinde kullanılmasıyla oluşmaktadırlar. Bir kelimeyi kullanmak, bu anlamda o dili kullanmak için yeterli değildir. Kelimelerin bir­ leşik yapılar halinde kullanılması da o dilin bir parçasını oluş­ turur. Dolayısıyla dilin uzlaşımsal , sosyal bir sistem olduğu da göz önüne alındığında, bir dilde kelime ve yapılar hangi anlamda kullanılıyorsa o şekilde işlev görürler. 1 8 Bu durumda cümleleri de bir dilin içinde kabul etmekte bir sakınca olmamalıdır. Nitekim Findly'e göre dar anlamda bir dil kelimelerden oluşurken, geniş anlamda o dilin mümkün tüm cümlelerini de kapsar. 19 Şimdi di­ lin temel birtmleri olan kelime ve cümleleri biraz daha detaylı olarak ele alabiijriz. 17 18 19 Bkz. Ry1e. a.g.m. s. l l l . Bkz. Wayne A . Davlss. Meaning. Expressian and Thought. s. 1 53. Bkz. Flndly. -use. Usage and Meanlng". The Theory of Meaning. ed. G . H . R. Parkinson. s. 1 6
DU Düşünce ve Anlam 22 2.1. KeHme Anlamı Dilbilimde kelimenin, dilin anlamlı en küçük bilimi oldugu genel kabul görmüş gibidir. Dilden söz eden birçok düşünür kelimeden hareketle dili tanımlamıştır. Russell, kelimeden wtarthte bıraktıgı olaganüstü hayranlıkla" bahsederken20 Locke, söz-anlam ilişki­ sini tamamen kelime-anlam ilişkisi üzelinden açıklamaktadır.2ı Saussure'un wişaretler sistemi" de, işaret eden rilen) (gösteren) (gösterge) olarak tanımladıgı dil­ çogunlukla kelime, işaret edilen (göste­ de kavramı karşılamaktadır.22 Kelimeleri meydana getiren ses ve harfler kendi başlarına an­ lam ifade etmeyen fiziksel ögelerden oluşur. Kendi başlarına fiziksel birer nesne olan kelimeler, söz konusu ses veya harllelin düzen­ li bir form oluştunnasıyla anlamlı birimler haline gelirler. Kelime, dilde çogunlukla bir şeyin anlamını vermek üzere kullanılan bir tür işaret veya sembol görevini görür. Ancak kelime, anlam ifade eden bir tür işaret ya da sembol gibi olsa da onu başka işaret ve sembollerden ayıran bazı özellikleıi vardır. O herşeyden önce dile ait bir işaret veya semboldür. Matematiksel semboller, trafik işa­ retleri, tabela, amblem, bayrak gibi birçok işaret ve sembol, anlam ifade etmeleline karşın kelime veya herhangi bir dilsel öge olarak tanımlanamailar. Bu baglarnda tüm işaret ve semboller gibi kelime de kendisinin dışında bir şeye işaret etmekte veya başka bir şe­ yin yeline konmaktadır. Bu yeline kondugu şey, zihin dışında bir gerçekl@ olan dış kavram gibi bir nesne olarak düşünülebilecegi gibi, ide veya zihinsel bir içerik olarak da varsayılabilir. Bu kabuller aslında dil-nesne ilişkisini açıklamada iki temel göıiişü de yansıt­ maktadır. Birinci göıiiş nesnelci göıiişü temsil ederken, kelime­ nesne arasında zihindeki kavramların aracılıgına başvuran ikinci görüş de zihinselci/kavramsalcı yaklaşımı temsil etmektedir.23 20 21 22 23 Bertrand Russell, An lnquiry into Mewıing and 'lhıth (London: Routledge, ı 995), s. 23. Locke'un b u yaklaşımı, anlamı ileten birimin cümle olması nedeniyle cümleyi Ilk anlamda anlamlı temel birim olarak alan düşünürlerce eleştırtlmlştir. Bkz. Landasman. Charles Landsman, "Locke"s Theory of Meanlng· , Journal of the History ofPhilosop/ıy, 14 ( 1 976) ı . W. A. Dawls. age, s. 1 80. Bkz. Saussure, age, s. 1 08- 1 09. Bkz. Palmer. Semantik, s. 38. Krş. John Hospers, An Introduction to philosop· hical Analysis, tarthslz. s. 3-4.
23 Konuşma ve Dil Üzerine Nesnelci kurarnlarda kelime, nesnenin yennı tutmaktadır. Kelimeyi bir şeylerin yerine kullanılan bir resim gibi algılayan bu yaklaşıma göre kelimenin karşısında nesne veya nesnenin yerini tutan bir şeyler vardır. Kelimeler bu anlamda şeyler için adeta bir etiket görevi görmektedir. Etiket, kendi başına olmasa da göster­ digi şey açısından dalaylı bir öneme sahiptir. Oysa Palmer'in de degindigi gibi şeyler çogunlukla dünyada tek tek etiketlenecek şekilde mevcut degillerdir. Öyle ki ancak belirli bir işaret zami­ riyle ya da göstermekle dogrudan tekil şeylere işaret edebiliriz. Bu anlamda kelimeler tek tek varlıklara işaret etmekten çok tür ve niteliklere işaret eden daha genel ve tümel işaretler şeklinde düşünülebilir. Bu yönüyle nesnelere işaret eden (ostensive) keli­ meleri mantıksal olanlanndan ayıran Russell, nesnelere ilişkin (object words) kelimeleri özel isimler ve cins isimlerle sınırlan­ dırmaktadır. Cins isimlere ilişkin olarak ömegin, dış dünyadaki köpekle 'köpek' kelimesi arasında -mantıksal açıdan- mutlak bir statü farkı yoktur. Russel'e göre köpek kelimesi Mdilsel bir ifa­ de sınıfına", köpek de Mdört ayaklılar" sınıfına ait olup, her iki­ si de genel veya türsel niteliklidir. Köpek kelimesi bu anlamda tümel olup bir cinsi göstermektedir. Tümellerin varlıgı ise an­ cak tekil örneklerinde gerçekleşir. Bir sınıfı belirten köpek ke­ limesi, tıpkı köpek aileleri gibi bir aile oluşturmakta ve bunlar memeliler, hayvanlar, canlılar şeklinde daha üst tümellere dog­ ru genişlemektedir.24 Bu ortak isimlendirme veya tümellik de -Russell'ın da kabul ettigi gibi- ya şeylerin benzerliginden kay­ naklanan bir yolla (gerçekçilik), pılan zihinsel bir soyutlamayla ya tek tek şeylerden hareketle ya­ (kavramsalcılık) veya sadece şey­ ler için ortak bir isimlendirme dışında bir anlamının olmadıgına dair (adcılık) yollardan biriyle açıklanmaktadır. Kanımca nesnelci yaklaşım için en tutarlı yol, gerçekçi bir yolla kelime nesne ilişki­ sini açıklamak olmalıdır. Bununla birlikte adcılık bir tarafa bıra­ kıldıgında gerçekçiçiligin, kavramsalcılıgı dışlaması zorunlu bir sonuç gibi durmamaktadır. Burada temel fark kelimenin/dilin gerçeklikle ilişkisirlin kavramlar aracılıgiyla kurulmasıdır. Ancak kavramın bir dış gerçekligi temsil ettigi düşünüldügünde, ilişki 24 Russel, age, s. 24-25. Kelimelerin tümel bir anlama sahip olmalan özel adlar Için geçerli degildir.
24 DU Düşünce ue Anlam tamamen zihinde biten bir süreç olmaktan çıkmaktadır. Dolayı­ sıyla ilişki dil-zihin-dünya üçlüsü içinde düşünülebilir. Austin, kelimeleri -Russell'ın yaptıgı gibi- genel anlamlar ifade eden türsel açıklamayı eleştirerek, bunun yerine 'benzerlik" teri­ mini kullanmanın daha açıklayıcı olacagını savunur. Buna göre, farklı şeyler için gerçekte aynı isim kullanılıyor degildir. 'Yeşil' ve 'yeşil' eşit degil iki benzer semboldür, çünkü sadece 'bu' ve 'şu' işaret sıfatlanyla gösterilen şeyler eşit olabilir. Bu durumda ancak analoji yoluyla kelimelerin, onları gösteren şeylerin yeri­ ne kullanıldıgından bahsedilebilir.25 Austin'in yaklaşımında da Russell'ın türsel yaklaşımını andıran bir analoji söz konusudur. Austin'de "bu", "şu" zamirieri türsel nitelik arzetmektedir. Bu ve şu zamirierinin gösterdigi nesne/ olgu/ olay /kişi vb. her seferinde degişse de zamirierin işlev ve anlamlannda bir degişme olmaz. Endeksli anlatımlar başlıgında benzer yaklaşırnlara daha yakın­ dan bakacagız. Yukandaki açıklamalar göz önüne alındıgında, referansçı yaklaşım olarak da isimlendirilen nesnelci görüş ancak sınırlı bir şekilde kabul edilebilir. Zira kelimelere isirolerin yanında sıfatlar, fiiller, zamirler, zarflar hatta edat ve bagtaçlar da eklen­ diginde, teori temelde isimlerle sınırlı göründügü gibi, sadece isim-nesne ilişkisini açıklama kuramı olarak da kuşatıcı olma­ maktadır. Sadece kelime-nesne ilişkisi açısından bakıldıgında, kelimenin karşılıgı her zaman bir nesne olmayabilecegi gibi ke­ limelerin de sadece bir kısmı gerçek nesnelere karşılık gelmek­ tedir. Kaf Dagı gibi kurgusal varlıklann, 'aşk' 'nefret' 'sevgi' gibi soyut kelimelerin tam karşılıklarını bir nesne olarak düşünmek tartışma götürür niteliktedir. Bununla birlikte, soyut nesnele­ rin zarf ya da sıfatıann -geniş anlamda- karşılıklanndan söz etmek mümkün olsa da Russell'ın mantıksal kelimeler olarak adlandırdıgı 've' 'veya' 'gibi' 'daha' vb. baglaç ve edatların dış dünyada herhangi bir varlıgından bahsedilemez. Alston'ın de­ gindigi gibi 'dır', 'nın', 'e ragmen' gibi kelime (ya da kelime birim­ lerinin) referans ya da işaret ettigi herhangi bir şey yoktur. An25 J. L. Austın. PhUosophical Papers. ed. J. O. Unnson & G. J. Wamock (Oxford: Oxford . University Press. 1 989). s. 38.
Konuşma ve Dil Üzerine 25 cak örneğin 'nın' eki, 'araba(nın) tekerleği' tamlamasında oldu­ ğu gibi, bir iyelik/tamlama ilişkisi içinde anlam kazanabilir.26 Diğer yandan kelimelerin, şeylerin yerine kullanılması sosyal bir tercih ve uzlaşımsal bir belirlenime dayanmaktadır. Dolayı­ sıyla kelimelerle şeyler ya da bunların anlamlan arasında doğal bir ilişkiden bahsedilmeyeceği gibi, kelimelerin bir şeyin yerine, Hospers'in ifadesiyle 'dogru olarak' konması da söz konusu de­ ğildir. Dili kullanma açısından doğruluk ve yanlışlık, hangi keli­ menin hangi nesne yerine konulduğu ilişkisinde değil. bunların kullanımında ortaya çıkar. Bu anlamda Kelimeler keşfedilen de­ ğil. bir dili ve onun kullanımı bilmekle öğrenilen öğeler olarak düşünülebilir.27 Konuya dilin uzlaşımsal boyutunu ele alırken yeniden döneceğiz. Bu durumda kelimelerin nesne yerine kullanılması ancak zihinsel dolayımiarnayla mümkün görünmektedir. Nesnelci gö­ rüşte eksik olan ancak sernantık açıdan bir o kadar da zorunlu olan öğelerden biri, insan zihninin nesneyle olan ilişkisi ya da zihnin dil ile nesne arasında kurduğu bağın göz ardı edilmesidir. Dili işaret edenle işaret edilenden oluşan bir işaretler sistemi ola­ rak gören Saussure'a göre işaret eden kelimeyi, işaret edilen de kavramı göstermektedir.28 Dolayısıyla kelime dış şeylerden çok zihinsel nesneler olan kavrarnlara karşılık gelmektedir. Agaç ke­ limesi bir ağacı değil, onun zihinsel karşılığı olan ağaç kavramını göstermektedir. Saussure'a göre zihinsel olan sadece kavramlar değil, aynı zamanda kelimelerin kendileridir. Kavram bütünüyle zihinsel nitelikler taşırken, işitim imgesi (kelime vb.) de -kısmen zihinsel özelliklere sahiptir. İçimizden okuduğumuz bir şiir ya da dilimizi hiç aynatmadan kendi kendimize bir şeyler söyleme- 26 27 28 Konuyla Ilgili daha geniş dej!erlendlnne ve eleştrtlre Için bkz. Palmer. Seman· tik. s. 3 1 -36; Denkel. Anlamın Kökenlert, s. 1 8vd; William G. Lycan. Philosophy of LangUD!Je. a Contemporary Introductiorıs (London: Routledge. 2000), s. 4-6. Bemard Hanison. Introduction to the PhUosophy ofLangUD!Je (London: Macmll­ lan. 1 990), s. 22-23. Bkz. Alston. ""Ibe Quest for Meanlng", Mirıd. 72 ( 1 963) . s. 79: krş. Alston. PhUosophy ofLangUD!Je (London: Prentlce-Hall. 1 964). s. 1 4. John Hospers. age. s. 5. Lafız/kelime yeline "lşltlm lmgesl"nl kullanan Saussure"da bu çoj!unlukla keli­ meyle karşılandıgı halde sadece kelime yertne kullanılmamaktadır. Bu nedenle biz de kelimeyi de kapsayan lafız sözcüj!ünü tercih ettik.
Dil Düşünce ve Anlam 26 miz bunun göstergesidir. Salt fıziksel olan öge sadece sestir.29 Saussure'ün bu yaklaşımı da göz önünde bulunduruldugunda, özellikle iletişim açısından kelime (ya da anlamlı herhangi dilsel bir birim) ile nesne ilişkisini saglayan zihinsel bagm varlıgı, -an­ lamın zihinden bagımsız bir gerçekligi kabul edilsin veya edilme­ sin- kaçınılmaz görünmektedir. Bu nokta zihinselci yaklaşımların kelimeyi nesneden çok kavram veya ide yerine kullanmalarının haklı gerekçesini oluşturmaktadır. Zira bizim varlıga erişimimiz ancak sahip oldugumuz kavramlar yoluyla mümkün olmakta­ dır. Nesneleri dogrudan degil inanç, düşünce, bilgi içerikleri olan kavramlar yoluyla tanımaktayız. Dolayısıyla zihinlerin olmadıgı bir dünyada anlamdan da bahsedilemez. Kanımca bu aşamada sakınılması gereken nokta salt nesnelci veya zihinselci indirge­ mecilige düşmek olmalıdır. Bu anlamda Denkel'i takip ederek anlamlılıgın üç özelliginin birbirini kaçınılmaz olarak gerektirdigi söylenebilir. İlki. anlamlı her dilsel birimin30 zihinlerdeki düşüneeye denk gelen bir içerige sahip olmasıdır. Diger bir ifadeyle, anlamlı bir öge. içerigi belir­ lenebilir bir düşüncedir. Denkel. bunu rak tanımlar. İkincisi., anlamın öznel niteliği ola­ anlamlı her ögenin anlamının. bir nesne, olay ya da niteligi karşılamasıdır. Bu da anlamın nesnel niteliğini oluşturmaktadır. Nesnel nitelik b azarı bir özel isimde oldugu gibi anlamı aşıp salt nesnenin kendisi olabildigi gibi bazan da dolaylı referansta oldugu gibi nesnenin yerini tutan anlamın kendisinde son bulabilir. Bu anlamda her anlamlı ögenin karşılıgı dışsal bir nesne olmayabilir. Üçüncü olarak , anlamlı her dilsel ögenin bir düşünce ve/veya evrenin bir bölümüyle ilişkisidir. Bu da ilk iki özelligin nasıl bagdaştınldıgını tanımlayan ilişkisel boyuttur. 3 1 Dilin temel ögesi kelime olsa da iletişim ancak cümlelerle ger­ çekleşmektedir . Bu anlamda Frege, Austin, Davidson, Alston gibi birçok düşünür kelimenin ancak cümle içinde anlam kazana­ bilecegini savunmaktadır. Bu nedenle bazı düşünürler cümleyi anlama sahip olan birinci öge olarak kabul etmişlerdir. 29 30 31 Saussure'ün gorüşlert lçln bkz . . age. s. 4 1 . 1 09. Denkel. anlamlı dilsel birtml 'söylenim' olarak lsimlendlrtr. Denkel. Anlamın Kökenlert. s . 1 6.
27 Konuşma ve Dil Üzerine 2.2. Cümle Anlamı Cümlenin kelimelerden oluştuğu göz önüne alındığında, cümle anlamının da onu meydana getiren kelimelerin anlamlarından oluştuğu düşünülebilir. Ancak bu doğru olsa da fazlasıyla genel bir iddiadır. Zira cümle sadece kelimelerin bir araya gelmesinden oluşan bir yapı olmadığı gibi, cümlenin anlamını bilmek için de sadece kelimelerin anlamını bilmek yeterli değildir. Cümle anla­ mının, kelimelerin anlamlanndan oluştuğu yeterli bir açıklama olsaydı, Davidson'un değindiği gibi bir sözlükten kelimelerin an­ lamlarına bakarak söz konusu cümlenin anlamı bilinebilirdi.32 Oysa kelime-cümle ilişkisinin çok daha karmaşık olduğu açıktır. Cümle, onu oluşturan kelimelerle anlam kazandığı kadar, keli­ me de belli bir cümle yapısı içinde istenilen anlamı vermektedir. Austin'e göre, bir kelime ya da kelime öbeğinin/grubunun se) (phra­ anlamını bilmek, onlardan meydana gelen cümlenin anlamını da bilmek demektir. Dolayısıyla anlama sahip olan ilk dilsel öğe­ nin cümle olduğu söylenebilir.33 Alston da cümle anlamını bil­ menin asıl olduğuna değinirken, bir kelimenin anlamının cümle içinde kullanımıyla bilinebileceğine vurgu yapar.34 Bir kelimenin hangi anlama geldiği, cümle içinde kullanılmasıyla anlaşılabile­ ceği doğrudur. Ancak kelimelerin çoğunlukla tek başına zihni­ mizdeki tümel kavramlan karşılayabilme nitelikleri göz önüne alındığında, bu durum kelimelerin de çoğunlukla tek başına an­ lam ifade ettiği gerçeğini göz ardı etmeyi gerektirmemelidir. Cümle kurulumunun içsel düzeneğini oluşturan sentaks, cümlenin neden sadece kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşma­ dığının nedeni daha iyi açıklar. Sentaks, kelimelerin cümle için­ de doğru bir şekilde yer almasının formunu oluşturur. Kelimeler, cümlelerde herhangi bir şekilde bir araya gelmezler. Harfler, ke­ limeleri oluştururken belli bir düzenek içinde yer aldıklan gibi kelimeler de cümlede bir araya geldiklerinde cümle düzeneğine uyarlar. Wittgenstein, cümlelerin (anlam kapaldığı olanlar dahil) belli bir düzeneğe sahip olmalanndan dolayı beklenmedik an32 33 34 Bkz. Davidson. '"Truth and Meanlng-. Meaning and Reference, ed. A. N. Moore (Oxford : Oxford, University Press. 1 993). s. 95. J. L. Austın. Philosophical Papers, s. 56. Alston. agm. s. 82.
28 Dil Düşünce ve Anlam larnlara sahip olamayacaklanna dikk at çeker.35 Bazen iki cümle­ nin kelimeleri aynı olmasına ragmen ortaya çıkan anlam, birbiri­ nin tam tersi olabilir. MAhmet, Ali'ye kızdı" ile MAli, Ahmet'e kızdı" cümlelerinin her ikisinde de kelimeler ortak olmasına ragmen, sadece kelimelerin yer degiştirmesiyle anlam tamamen farklılaş­ maktadır. Bu tür örnekler kelimelerin cümle içinde mantıksal ve gramatik konum ve işlevlerinin oldugunu gösterir. Bu anlamda cümle düzenegt anlamında sentaks, bir cümleyi anlamlı kılma­ nın ilk şartını oluşturmaktadır. Bununla birlikte anlamlı ifadeler oluşturmak için sentaks tek başına yeterli degildir. Sentaksın temel görevi cümleyi anlamsızlıktan korumak olsa da36 bunun her zaman gerçekleştini söylemek zordur. Mü çgen kareyi sever" cümlesi, gramer kurallanna uygun olmasına ragmen, bir cümle olarak anlamlı degerlendirtlemez. Russell, bu sorunun çözümü için anlamsızlıgı giderecek bir sentaksın oluşturulmasını önerir. Bunun sınırlannı Msentaktik imkan" olarak belirleyen Russell'a göre, sentaktik imkan, mantıksal imkandan daha dar ancak fi­ ziksel imkandan daha geniş sınırlara sahiptir. Buna göre, Mbu hem kırmızı hem mavidir" ifadesinde oldugu gibi, mantıksal ola­ rak imkansız oldugu halde, sentaktik olarak mümkün olan bir­ çok ifadeden söz edebilirtz.37 Ancak Russell'ın bu önerisinin tek başına anlamltlık için yeni bir çözüm oluşturması pek mümkün görünmemektedir. Zira anlamlılık cümlelertn bir dil grameri çer­ çevesinde taşıdıgı anlamı aşma potansiyeli taşır.38 Belirli bir cüm­ lenin hangi anlamda kullanıldıgı sentaks yoluyla ancak sınırlı bir şekilde açıklanabilir. Diger bir degişle, sentaks her zaman he­ deflenen semantigi veremeyebilir. Geçen örneklerde oldugu gibi anlamsız cümle kurulumlannın yanında anlamlı oldugu halde, gramere baglı olarak ortaya çıkan anlamdan farklı cümleleri de sıklıkla kullanmaktayız. Örnegin Myagmur yagıyor" ifadesinde cümle, gramer açısından bildirim formunda iken cümleyle anıa­ tılmak istenen; diger bir ifadeyle cümlenin kastedilen anlamı bir istek, temenni veya rica olabilir. Bu örnekler sentaksın anlamlı­ lık için önemli faktörlerden sadece biri oldugunu göstermektedir. 35 36 37 38 Wlttgensteln. lnııesttgation, s. 44. Bkz. Davidson. agm, s. 96. Russell, An lnqutry, s. 1 70. Denkel'ln konu lle Ilgili yaklaşımlan Için bkz. Denkel. Anlamın Kökenleri. s. 84 .
29 Konuşma ve Dil Üzerine Bundan hareketle, anlamlılıga katkı yapan temel faktörleri yine Denkel'e dayanarak, şöyle sıralayabiliriz: Birincisi, cümlenin sentaks açısından kabul edilebilir olma­ sıdır. Bu anlam için zorunlu olsa da yetersiz ilk şarttır. İkincisi, sernanlik açıdan kabul edilebilir cümle olmasıdır. Bu aşamada kategori yanlışlarında oldugu gibi hala anlamlı olmayan bazı öge­ lerden söz edilebilir. Üçüncüsü, cümlenin uygun bir baglarnda kullanılmasıdır. Bu düzey Denkel'e göre sadece anlamlı cümleleri kapsar. Burada anlam dogru ya da yanlış olmanın şartlarını da taşır. Dördüncüsü, bir önermenin belli bir güçle kullarulmasıdır. Denkel sözedimleri kuramını göz önünde bulundurarak gücü, yetlilik ni­ anlamında kullanmaktadır. Bu aşama, konuşan öznenin kasıt ve niyetleri yoluyla anlama katkısı olarak degerlendirilebi­ lir. Söz ediınieri kuramını ele alırken, son iki aşamaya daha fazla yer verecegiz. Diger yandan, sentaks cümlenin dogru ya da yanlışlıgıyla de­ gil, sadece oluşumuyla ilgilenir. 39 Bu durumda dogru olma ile anlamlı olmanın da birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Dogru­ luk ve yanlışlık anlam ve düşünce içerigi açısından bakıldıgında önermelere ilişkindir. Önermelerin dogru ve yanlışlıgı ise ilişkili olduklan olgu ve gerçeklige baglıdır. Önermeleri dile getiren cüm­ lelerin buna baglı olarak dogru, yanlış veya anlamsız olarak nite­ lenmeleri de dile getirdikleri önermelerin dogru ve yanlışlıklanna baglı olarak degişmektedir. Bu baglarnda dogruluk ve yanlışlık, Russell'ın belirttigi gibi cümlenin işaret ettigi anlamın -ne keli­ me ne de tasavvur olmayan- bir şeylerle ilişkisine baglıdır.40 "Kar beyazdır" ifadesini dogru kılan koşullar. ifadenin dile getirdlgi anlamdan bagtınsız bir gerçeklik alanıyla ilgilidir. "Kar beyaz­ dır' önermesini dogrulayan fiziksel bir olgu iken, önermeyi dile getiren ifade kendi başına dilsel oldugu kadar, zihinsel nitelik­ ler veya bagıntılar da içermektedir . 4 1 Dogruluk, öznenin zihinsel olan inanç, tasdik vb . içsel durumlanından bagımsız oldugu gibi dilsel ifadenin kendisinden de bagımsızdır. Konuşanın zihinsel 39 40 41 Bkz. Russell. age, s. ı 96. Russell. age. s. 1 72 , 1 76. Benzer tartışmalar Için bkz. Russell, age. s. 1 76- 1 77.
30 Dil Düşünce ve Anlam durumu burada dogruluga degil, anlama katkı yapan bir etken olarak degerlendirilebilir. Kann beyazlıgıyla ne aniatılmak isten­ digi, anlamı belirlemede göz ardı edilmemesi gereken öznel boyu­ tu oluşturmaktadır. Öznellik, sözü dile getiren bireylerin inanç, kasıt, talep, niyet gibi zihinsel tutumlarının, bir ifadenin dogru­ luk degerini olmasa da anlamını belirleyebilecegi veya en azından yönlendirebilecegi savunulabilir. Dogruluk-anlam ayrımı, hem anlam-referans ayrımı hem de cümle türlertyle baglantılı olarak açıklanabilir. Cümlelertn sade­ ce bir kısmı dogru ve yanlış olarak nitelendirilebilir . Buna kar­ şılık, kurdugumuz cümlelerin çogunlugu, -özellikle gündelik dil­ de- dogruluk ve yanlışlık degeriert taşımazlar. Birinci Cümle tür­ leri, bildirimsel olarak isimlendirilirken, söze dayalı eylem alanı oluşturan ikincilere de edimsel ifadeler denir. Birinciler dogru ve yanlışa konu olurken, ikinciler bunun yerine, Austin'in ifadesiyle başarılı ya da başarısız olarak nitelenirler. Russell'ın dikkat çektigi gibi bildigirniz şeylerin çok azı bildi­ rimseldir. Bunlar da çogunlukla muhatabın bilmesini istedigirniz şeylerdir. Oysa konuşmalarımızda, söylediklerimizin sadece neye işaret ettigi ya da ne anlama geldigiyle yetinmeyiz, çogunlukla söylediklerimizle bir şeyler yapılmasını isteriz . 42 Bu yönüyle cüm­ leler bildirimsel istek hayret/nida ( indicative) olabildigi gibi soru, (exlamatory) ya da emir şeklinde de olabilir.43 İkinci (optative) , kısım cümle türleri, Austin tarafından söz ediınieri ismiyle ayrı bir kurarn haline getirilmiş, Searle ve Staıwson gibi düşünürler tarafından da geliştirilmiştir. Önemini göz önünde bulundura­ rak, ayrı bir başlık halinde ele almayı uygun gördük. Söz ediınieri konusuna geçmeden önce, cümle/kelime türleriyle ilişkili olarak; "tip"-"tek" anlatımlar ve "dizinsel ifadeler" üzerinde kısaca dur­ makta fayda vardır . 2.2.1. Tip (Type)-Tek (Token) Anlatımlar İlk bakışta kavram ile kavramı dile getiren kelime ayrımı ya da önerme ile önermeyi ifade eden cümle ayrımı gibi görün- 42 43 Bkz. Russell. age. s. 1 27. Russell. age, s . 30.
Konuşma ve Dil Üzerine 31 se de, temelde 'tip'-'tek' aynmı dilin kendi içindeki aynınlara dayanmaktadır.44 Dtger bir deyişle söyleme edimlertyle ilgtli ay­ nmlardır. Dummefa göre 'tip'-'tek' ilişkisinin en iyi örnegini bir kelime ile bu kelimenin -farklı kimselerce- dile get1rtlmesi oluş­ turmaktadır. Farklı bireyler tarafından dile getirilen kelime aynı kalmaya devam ettiginden bir "tip"i temsil etmektedir. Bu yönüyle "tip", dil içinde türsel bir benzerlik ve genellerneye denk gelmek­ tedir. Herhangi bir türden farklılıgı dilsel kullanım içinde gerçek­ leşmesidir. Aynı/benzer tipin farklı kimselerce dile get1rtlmesi de "tek"li örnegini oluşturmktadır. Ancak buradaki benzerlik basit bir ses benzerligi olarak algılanmamalıdır. Çocuk da benzerlik­ leri bilir ancak anlam ayrımını yapamaz. 45 Basit bir örnek vere­ cek olursak; "agaç" kelimesi bir 'tip'i gösterirken, agaç kelime­ sinin A. B, C, şahısları tarafından -farklı ya da aynı zaman ve mekanlarda- dile gettrtlmesi 'tek'li anlatım örneklerini oluşturur. Tip anlatımlar bir kelime ya da cümlenin standart, uzlaşımsal ve degtşmez olan, Grice'ın yaklaşımıyla ifade edilirse, zamansız ve sürekli olan anlamı karşılarken,46 ' tek li anlatımlar aynı 'tip'in belirli bir zamanda, belirli şartlarda, belirli bir kimse tarafından dile getirilmesiyle ilgilidirler. 'Tip'-'tek' aynınma sıklıkla müraca­ at eden Swinburne'e göre tip cümleler, kişinin baglama ilişkin bilgisinden bagımsız ve uzlaşımsal nitelikli iken, tekli cümleler belli bir durumda söylenen (baglamsal) cümlelerdirY Şartların baglayıcılıgından dolayı kapalılıgın giderilmesi için tekli anlatım­ ların baglamlarını bilmek -tip cümlelere kıyasla- daha öncelik­ lidir. Kelimelerin anlamı baglamdan bagımsız olarak, normal şartlarda tip cümlenin anlamını desteklerken, tekli cümle olarak kullanıldıgında, belli bir baglamda, olası en yakın anlamlardan birini kazanır.48 Örnegin "yazıyorum" gibi bir tipli ifade, tekli bir 44 45 46 47 48 "Type" ve "token" teıimleıinln felsefi tennlnolojlde 'Iürkçe'dekl karşılıklarına rastlamadıgım Için olabilecek en yakın anlam olarak 'tıp' lle 'tek'! kullanmayı tercih ettim. Bkz. Michael Dummet. Origins of Analyttcal Philosophy (Cambıidge: Harvard, University, Press. , 1 984). s. 48. Bkz. Paul Gıice. Studies in the Way of the Words (Cambıidge: Harvard. Univer­ sity Press. 1 987). s. 87. Richard Swlnbume. Reııelation. From Metaphor to Analogy (Oxford: Ciarendon Press. 1 992). s . 1 3. 1 5. 1 9 . Age. s. 1 3- 1 5. 1 9.
32 Dil Düşünce ve Anlam anlatım olarak, benim tarafıından, sözgelimi 5 Ekim'de, saat l l : 30'da dile gettrilmekle, baglama bagımlı bir anlam k azanm ak­ tadır. Bu açıklamalardan da anlaşılacagı gibi, her tip cümlenin dile getirtlişi yeni bir tekli cümlenin dile getirtlişi anlamına gel­ mektedir. Bu yönüyle aynı 'tip'in farklı 'tek'lerinin farklı öner­ meleri dile getirdlgi de söylenebilir.49 Öyle ki Swinbume'e göre "asıl dogruluk taşıyıcıları tekli cümlelerdir."50 Dogruluk ve yan­ lışlıklan belli şartlara baglı olarak belirlenen tekli anlatımların dogruluk degerierini belirleyen de dünyanın şu üç durumudur: a) cümlenin içinde söylendigt dilsel uzalışı, b) Referans baglamı; kim, kime, ne zaman türünden referans anlatımlarının belirledigi tekiller, zaman-mekan gibi söyleme şartlan ve c) Dünyanın diger özellikleri. s ı Tip-tek anlatımlan, özellikle bir cümle veya ifadenin ne za­ man standart/uzlaşımsal anlamıyla dile getirildigi, ne zaman uzlaşımsal olandan ayrılarak konuşanın farklı bir kasıtla kullan­ dıgını anlama noktasında yapılmış önemli bir ayrım gibi görün­ mektedir. 2.2.2. Dizinsel (IndexicaQ Anlatımlar Dizinsel anlatımlar da tip-tek anlatımlar gibi -normal ifadelerden farklı olarak- açıklanmalan gereken anlatımlardır. Dizinsel anla­ tımların belki de en belirgin özellikleri, baglam ve referans yoluy­ la belirlenmeleri ve söz konusu degişkenlere göre anlam farklılık­ larına ugramalandır. H. Deutsch, dizinsel bir anlatımı: "Kaplamı (extentionaQ , 49 50 51 kullanıldıgı baglam özelliklerinin farklılıgına göre Aynı cümle tlplertnl dile getiren tekli cümlelerle farklı önennelerin dile getiıi­ lebillrligı ile ilgili olarak bkz. j. Collins, "Expresslons, Sentence. Propostlons", Erkenntnls, 59 (2003), s. 236-237. Swtnbume, age, s. 13. Burada Swtnbume'nün Ifade ve önenne arasında yap­ tıgı aynının detaylarına girmeden. kısaca bazı noktalara degtnmekte fayda vardır: "Ifade" Swtnbume'nün yaklaşımında mutlak bir anlamı, zamansız bir şekilde yüklenirken, önermey! dile getiren cümlenin sınırlan zaman, söyleyen ve muhatap gibi belli koşullar tarafından belirlenir. Bu yönüyle Ifade, adeta tip anlama denk gelirken, önenne daha çok teki karşılar gibidir. i fade'nin anla­ mı mutlak. önennenln anlamı ise degışebilmektedir. Ömegtn. "ben hastayım", "sen hastasın" "o hasta" anlatımlarının üçü de "ben"e (konuşan özneye) refe­ ransta bulundugunda aynı ifadeyi dile getirmekle birlikte farklı önenne lçertk­ lertne sahiptir. Dikkat çeldel olan , Swtnbume'nün klasik anlamda önenne Için kabul edilen gelen bazı nltellklert lfadeye yüklemesidlr. Bkz. Age. s. 1 2 - 1 3 . Age, s. 1 2 .
Konuşma ve Dil Üzeline 33 degişiklik gösteren, aksi halde rijit (rigid) olan" anlatımlar şek­ linde betimler.52 Daha kısa tanımlardan biri, "farklı baglamlarda, farklı tekilleri belirleme aracılan"53 şeklindedir. Bu baglamda, 'ben', 'sen', 'o', 'şimdi', 'bugün', 'yarın', 'bu', 'şu' gibi zamirler, za­ man belirteçleri/zarflan ve işaret zamirleri; Russell'ın "ben mer­ kezli tekiller" (egocentric particular) , Quine'nın "tipografık özdeş­ (typographic id.entity) anlatımlar", Hans Reinbach'ın "tekli dö­ nüşlü kilemeler" (token- rejlexi.ve words) dedigi, C. S. Peirce'ın ise "dizinsel"ler (indexi.cals) olarak isimlendirdigi anlatım örneklerini lik oluştururlar.54 Tüm kelimeler gibi dizinseller de kendilerini aşan bir şeyi gösterir, başka şey(ler)e referansta bulunurlar. Ancak dizinselleri daha özel kılan -daha önce de deginildigi gibi- refe­ ranslannın söyleme koşullarına ve konuşana göre degişmesidir. Bu yönlert dikkate alındıgında, baglarnın ve referans belirlenimi­ nin en açık görüldügü anlatımlar , dizinsel kelimeleri barındıran ifadeler olmaktadır. 'Ben'in anlamı söylendigi her seferinde aynı kalınakla birlikte, referansı söyleyen özneye göre her seferinde degişmektedir. Dummet'ın dedigi gibi " 'ben' başkasına degil, sa­ dece bana verilmiş bir ayncalıga sahiptir."55 'O' zamiri kullanıldı­ gı her seferinde farklı kimselere referansta bulundugu gibi, farklı kimseler de 'O' zamiri ile aynı kimseye referansta bulunabilirler. Bu ayrım, anlatırnın içlemsel niteligtyle aynı kaldıgı halde, kap­ lamının kişinden kişiye degiştiginin örnegini de oluşturmaktadır. Bu noktada -Strawson'un dikkat çektigi gibi-, Quin'cı naminalist 52 53 54 55 Harry Deutch, "lndeıdcals", A Campanian to Metaphysics, ed. Jaogwan Kim and Emest Sosa [London: Blackwell, 1 999) , s. 237. Swlnbume'nün tanımıyla "Rigld gösterge· [rlgld deslgnator). bir referans anlatımının. bir tekilin varlıgı boyunca [başka) nitelikler kazanma ya da kaybetmesinden bagımsız olarak, söz konusu teklle referansta bulunmasıdır. Bunu bir referans anlatımının tüm mümkün dünyalarda aynı şeyi göstermesi şeklinde anlamak mümkündür. Bu anlatımiann tipik örnekleri özel islmlerdlr. [Bkz. Swlnbume, Revelation. s. 1 0 . ) Swlnbume, Revelation. s. 1 0 . B kz . Russell, An lnquiry s. 1 08: Richard M . Gale. "lndeıdcal Slgns, Egocent­ ne Partlculars. and Token-Refleıdve Words". Encyclopedia of Philosophy, C . 7 [ 1 997), s. 1 5 1 ; Hllary Putnam. "The Meanlng o f Meanlng", Proplems i n Mlnd. Readings in Contempomry Philosophy of Mind [Içinde) . 1 999, s. 283-284. Rus­ sell, dizinsel anlatımlan, referanslan konuşana baglı olarak deglştlglnden do­ layı "ben merkezli tekiller" olarak lslmlendlrlr. Aynca 'bu' [this) Işaret ettigl herşeyi kendisi olarak gösterdlgi Için tüm dizinselleri de 'bu' zamlrlne Indirger. Buna göre 'bu' Işaret zamtrl bir mantıksal özel Isim olmaktadır. Kullanıldıgı cümleyi özel hale getirdlginden aynı referansla o cümle artık tekrarlanamaz. Dummet. Oıigins s. 1 40.
34 Dil Düşünce ve Anlam yaklaşımın sakıncalanna bir örnek üzerinden dikkat çekmekte fayda vardır. Söz gelimi. 'ben hastayım' ifadesinden hareketle uben"' ve uhasta olan" ifadelerinin anlam. referans ve dogruluk degerierine bakalım. UBen hastayım" ifadesinde, Quincı tutuma göre, 'ben'in yerine hasta olanın adı da konsa, 'ben hastayım'ın yerine geçmeyecek, diger bir degişle eşanlamlı olmayacaktır. Sa­ dece anlam. hatta sadece kelime anlamı- açısından bakıldıgın­ da bu sonuç dogru görünmektedir. Oysa baglam ve referans göz önünde bulunduruldugunda kastedilen kişinin, yani uben" ve uhasta olanın" aynı kişi oldugu konusunda bir sorun çıkmamak­ tadır. Bu durumda anlam özdeşliginin korunması sadece bu an­ latımların kaplamsal (extensional) yönleriyle degn, aynı zaman­ da referanslarını göz önünde bulunduran içlemsel (intensional) yönleriyle mümkün olmaktadır. Aksi halde bu tür anlatımiann başkalarına aktanlma veya tekrar edilme imkanından söz et­ rnek mümkün olmayacaktır. Bu da belli bir düzeyde öznelciligi ve solipsizmi dogurucaktır. Oysa 'ben'in tüm dizinsel ayncalı­ gına ragmen, Dummet'ın dedigi gibi, ubu (öznellik) iletilmezligi anlamına gelmez. Benim ne düşündügümü bilemezsin ama ne dedigimi bilebtlirsin."56 UYann hastaneye gidecegim" cümlesinin dogruıugu, sadece öznenin uben" ve zamanın da uyann" olması halinde geçerli olabilir. Ancak aynı anlamsal içerik aynı dogru­ luk degeri ve referansla, başkasının 'ben'i kastetmesi ve bu gün (yarının eşdegeri) bir cümleyi kurarak, Mo bu gün hastaneye gi­ decek" demesiyle de dile getirilebilir. Aynı şey 'ben hastayım' gibi daha öznel olan bir tecrübeyi ifade eden bir cümle ömegi için de söylenebilir: 'ben hastayım' ifadesinin içerigine denk düşen tecrübe, söyleyen kişiye özel olmasına karşın, -analojik bir yolla da olsa- başkasının söyleyen kişiyi anlaması mümkün oldugu gibi farklı öznelerin zihinsel içeriklerini birbirlerini anlayacaklan ifadeler kurarak aktarmalan da mümkündür. Öyle görülüyor ki ancak bu asgari koşullann yerine gelmesi durumunda farklı öz­ neler tarafından, farklı baglamlarda, farklı zaman ve rnektmlarda dile getirilen öznel, zihinsel içeriklerin bireyler arası paylaşımın- 56 Dummet. age, a.y. ; bkz. Russell, age. s. 1 1 3- 1 1 4 . . Russell'ın dizinsel anla­ tımlan öznel yolla açıklamada aşınya gitmesi noktalanyla Ilgili R. M. Gale'ln eleştirileri için bkz. Agm. s. 53-54 .
Konuşma ve Dil Üzerine 35 dan söz edilebilir. Aksi halde konuşmanın, dolayısıyla anlam ve anlamanın sınırlan oldukça daraltılmış olacaktır. 3. Konuşmanın Edimsel Boyutu: Sözle Yapılan Edimler Mantıkçı ve dilciler cümlelerden bahsederken, bunların bir kıs­ mının bildirimsel/tasviri; diğ;er bir kısmının da soru, emir, talep gibi yargı bildirmeyen cümle türlerinden oluştuğ;u ayarımından hareket ederler. Ryle, gündelik hayatta insanların cümleler kur­ malarından çok onların, özür dileme, şikayette bulunma, soru sorma, söz verme, taleplerde bulunma, emir verme gibi (söze da­ yalı) edirolerinden söz ettiğ;imizi belirtir. Austin, söz konusu ay­ nmın önemine dikkat çekerek, bunu bir kurarn haline getirmiş, bu kurarn sonralan Searle ve Strawson gibi filozoflar tarafından geliştirilmiştir. 57 Sözle yapılan bir edimin kısa, ancak genel bir tanımı 'bir şey söylemenin sadece bir söz değ;il aynı zamanda bir başka eylem olduğ;u' şeklinde yapılabilir. Söze dayalı edirolerin insan hayatı­ na yön veren belirleyici konumuna dikkat çekmek isteyen Walt­ terstroff, insanın sözlü eylemleri için Mbir cümleyi ifade etmekle bunun başka bir edimi gerektirmesi nasıl oluyor?" sorusundan daha temel bir soru olamayacağ;ını söyler. Mars'tan gelen varlık­ lar farz edelim, belki insanlar hakkında onlara en ilginç göıüne­ cek şey, insaniann bir şeyler söylernelerinin arkasından o sözlerle meydana gelen edimler olacaktır. Evlenme, boşanma vb. akitler, hatta banş veya savaş ilanı, toplumda yapılan onlarca akitler, 57 Bkz. Austin, . J. L. Austln, How to Do Things with Words, s. 1 ; Bkz. Ryle. agm, s. l 1 O. Söz Edlml kuramının dl�er kurarnlar Içindeki yeri ve ayncalı� Için bkz. H. Herman, 11ıree Levels of Meanlng- The Journal of PhUosophy C.65. No. l 9 (Ekim 1 968), s. 96-97. Herman'ın da vardı� sonuçlar göz önüne alınarak sa­ dece do� ve yanlışa konu olan olguların (do� olarak) dile getır1lebll1rllglnl savunan anlam kuramiarını aşarak, dllln kullanım alanının genişligini göster­ miş olması söz edlml kuramının önemil bir başansı olarak de�erlendlr1leblllr. Bu ayrım İslam mantıkçılan ve dllcller1nde ihbar-Inşa aynmıyla ortaya kon­ muştur. i hbar bildirimsel lfadeleri dile getirirken. lnşai Ifadelerle daha çok ey­ leme dönük sözleri dile getirilmektedir. Birineller olaylan. olgulan oldu�u gibi tasvir etmeye dayalı nlteleytcl lfaderden olusur. İkinciler Ise emir, nehiy. sual, talep, rica gibi edimsel lfaleri blldlr1r.(ilglll tanımlar ve tertmlerin tarihsel geli­ şim ve kullanımı Için bkz. Tahsin Görgün, "haber". İslam Ansiklopedisi (Içinde), C. 1 4 . s.339-340; İsmail Durmuş, "İnşa.", age. C . 22, s. 335 . )
36 Dil Düşünce ve Anlam anlaşmalar vb. söze dayalı edimler bu ömegin insan yaşamında­ ki karşılıgını ve önemini göstermek için yeterli olsa gerek. 58 Austin cümleleri bildirimsel ve edimsel olmak üzere iki sınıf­ ta inceler.59 Bildirimsel cümleler çogunlukla olgu ve durumlan oldugu gibi betimler ya da bildirirler. Bu tür anlatımlar aynı za­ manda ya 'dogru'luk veya 'yanlış'lık degerierine sahiptirler. Oysa bazı ifadeler herhangi bir şeyi betimlemedigi gibi 'dogru· veya 'yanlış' olarak da degerlendirilemezler. Austin'in edimsel dedigi ifadeler daha çok bir faaliyete ilişkin olan ikinci tür anlatımlardır. Bir söz ediminde bulunmak ifadenin salt dile getirilen boyutunu aşan bir edim olarak karşımıza çıkmaktadır. Konuşarak yapılan ediınierde bir sözü söylemek herhangi bir şeyi betimleyip. tasvir etmekten çok bizzat o edimin kendisi olmaktadır. Bu anlatımlar 'dogru· veya 'yanlış' yerine başarılı ya da başarısız ; uygun ya da uygun olmayan (happy/unhappy) şeklinde deger kazanırlar. Ör­ negin, evienirken Nkabul ediyorum" şeklindeki sözlü onayı veya Nsana bu kitabı hediye ediyorum" sözü, Nyagmur yagıyor" bildi­ riminde oldugu gibi herhangi bir betimlemede bulunmadıgı gibi dogru ve yanlış olarak da degerlendirilemez. 60 N Söz veriyorum" bir şeyi betimlemek degildir. Çünkü böyle bir söz dogru ve yanlışa konu olmadıgı gibi, Nsöz veriyorum" ifadesini dile getirmek, sö­ zün ötesinde söz verme fiilinin kendisi olmaktadır. Bununla aynı zamanda söz veren özneye sözünü yerine getirme gibi sorum­ luluklar da yüklemektedir.6 1 Bu da normatıf boyutuyla sözün hayattaki etkilerine ve etik sonuçlarına dikkatimizi çekmektedir. Burada karşı karşıya oldugumuz sorulardan biri şudur: sözlü bir edim nasıl oluyor da ikinci bir edimi gerektirmekte ve beraberin­ de önemli bazı yükümlükler ve normativ degerler getirmektedir? 58 59 60 61 Bu örnek Için bkz. N. Wolterstoıff. agm. s. 464. Evlenme. boşanma vb. akltler. hatta banş veya savaş Ilanı vb. turden edimler bu ömejtln dayandıjtı gerçekilgi göstermektedir. Tii m lfadelelin betımsel (descrtptıve) olmadıltından hareketle Austın "descrtp­ tıon'" yeline "constatıve" telimini tercih eder. Bkz. J. L. Austın. age. s. 1 -2. 5 vd. Edimsel (icrai/lnşıü) lfadelert de çogu za­ man betımsel Ifadelerle yaptıjtımızdan. bu ayrım her zaman çok net olmayabi­ lir. Bunun farkında olan Austın. bir uzlaşıma gider. Buna göre ıcraata lllşkin bir Ifade eger başanlıysa/uygunsa. bunun betımsel Ifadesi de dojtru kabul edilebilir. (Bkz. S. 1 3 - 1 6) Austın, age. s . 5-6, 54.
Konuşma ve Dil Üzerine 37 Searle, bu sorunun cevabını konuşmanın arkasındaki kurum­ sal yapı ve dayandıgı oluşturucu kurallar düzenegiyle açıklar. Searle'e göre Mbir dili konuşmak demek, kurala dayalı son derece karmaşık bir davranış girişiminde bulunmak demektir." Bunun açılımı da Mbir dili konuşmak, söz edimlerinde bulunmak; yani bildirimde bulunmak, emir vermek, soru sormak, söz vermek vb. ile referans ve yüklernede bulunmak gibi biraz daha soyut edim­ lerde bulunmak demektir. "62 Dünyadaki olguların önemli bir kısmı kaba olgulardan mey­ dana gelmekte ve bunların bilgisi de olgulara ilişkin gerçek bir bilgi olarak kabul görmektedir . Olgulara ilişkin bilginin örnegt olarak gösterilen doga bilimlerinin başlangıç ilkesi de gözleme dayalı deney olarak kabul edilmektedir. Searle, yukandaki iddi­ asını temellendirirken, görünüşte olgu dile getiren önermelerin büyük bölümünün aslında bu resmin parçası olan kavramlar­ dan oluşmadıgı varsayımından hareket eder. Sözgelimi estetik ve etik gibi (G .E. Moore gibi düşünürlerin duyguyla açıkladıgı) alanlarındaki bildirimsel cümlelerle dile getirilen önermeler doga bilimlerinin yöntemiyle açıklanamayan önerme örneklerini içe­ ren bilgi türünün sadece bir kısmıdır. Günlük yaşamda örnegin, 'X takımı maçı kazandı' 'Kasparov satrançta dünya şampiyonu oldu', 'bütçe yasası meclisten geçti' veya 'X şahsı hırsızlıktan yakalandı' sözleri de birer olgu ifadeleridir. Hatta bunların dile getirdlgi olguların fiziksel ve duygusal yönlerinden de söz edilebi­ lir, ancak hala bunların tümünü aşan bazı özellikleri bulunmak­ tadır. Bu da söz konusu olguların arkasında belli kurumların varsayılmasıdır. Bunlar birer olgu olsalar da dogadaki fıziksel ol­ guların aksine varoluşlarını arkalarındaki toplumsal kurumlara borçludurlar. 63 Söz konusu 'kurumlar' oluşturucu (constitutive) kurallar sistemine dayanır. Her kurumsal olgu da 'B baglamın­ da X, Y sayılır' biçimindeki bir kural ya da kurallar sistemiyle temellendirilir. Searle'ün verdigi örnek üzerinden devam edecek olursak, futbol oyunu oluşturulmuş belirli kurallardan oluşan kurumsal bir sistem özelligi sergilemektedir. Nitekim oyuncu sa62 63 John R. Searle. Söz Edimlerl. çev. R. Levent Aysever. (Ankara: Ayraç, 2000) , s. 83 . Bkz., age, s. 1 24- 1 25.
Dil Düşünce ve Anlam 38 yısı, hakem, gol, offsayt, taç, penaltı, kırmızı kart gibi futbol ku­ rallannı kaldırdıgimızda, ortada futbol diye bir oyun da kalma­ yacaktır. Pozitivist bir bakış açısıyla futbol oyununu sadece kaba olgularla degerlendirirsek, yukandaki kurallara dayanan bütün kavramlar ve bu kavramlan kullanarak yaptıgirniZ tüm bildirim­ ler havada kalacaktır. Benzer şekilde para diye bir kurum olmaz­ sa cebimizde sadece kagıt parçalan taşımış oluruz. Sonuç olarak kurumsal olgular sadece onlann altındaki oluşturucu kurallara dayanılarak açıklanabilir. 64 Kurallar da kaba olgular ve kurumsal olgulara paralel ola­ rak, düzenleyici ayrılır: ( regulative) ve oluşturucu kurallar Düzenleyici kurallar, davranışlardan sonra olarak ikiye işlev gören kurallardır. Dolayısıyla bunlar, kurallardan önce veya onlardan bagimsız olarak var olan davranış biçimlerini düzenler. Oluşturu­ cu kurallar ise sadece davranış biçimlerini düzenlemekle kalmaz, yeni davranış biçimlerini de inşa eder veya tanımlarlar. Diger bir deyişle, varlıgı mantıksal olarak kurallann varlıgına baglı bir etkinlik alanı oluştururlar.65 Düzenleyici kurallar davranışiann varlıgını öngörürken oluşturucu kurallar -her zaman olmasa da­ davranışların varlıgını önceler. Düzenleyici kurallar, 'X yap' ya da 'Y ise X yap' şeklinde formüle edilebilirken, oluşturucu ku­ ralların bir kısmı bu şekilde olmakla birlikte, önemli bir kısmı MX, Y sayılır" ya da MB baglamında X, Y sayılır" şeklinde formüle edilebilirler. MGol kaydetmek nasıl oluyor?" ya da Msöz vermek nasıl oluyor da bir yükümlülük oluşturuyor?" diye sordugumuz­ da, oluşturucu kurallar geregi 'X, Y sayılır' yollu bir kuraldan hareketle cevaplandınlabilir.66 Bu formül söz vermeye uygulan­ dıgında, belli şartlarda belli tür ifadeleri kullanınakla kişinin Msöz verme" edimini gerçekleştirmiş oldugu kabul edilir. Tıpkı golün olması ve geçerliligi için futbol oyununda söz konusu oluşturucu kurallara müracaat edildigi gibi, söz verme kurallarının geregi olarak da konuşanın söz verme yükümlülügü altına girmiş ol­ dugu kabul edilir. Sonuç olarak dil. belli kurallan olan (bu ku- 64 65 66 Bkz. Age. s. 1 25- 1 26. Age, s. 105. Age, s. 1 07.
39 Konuşma ve Dil Üzerine rallann doğası ve neliği ayn bir tartışma konusudur}, uzlaşıma dayalı, toplumsal bir kurum olarak düşünüldüğende; bu kurum üzelinden konuşan birey, söz verme niyetiyle belli türden kelime­ leri kullanarak, söz verme şartlannı yeline getirmiş, böylece belli yükümlülükler üstlenmiş olur . 67 Yukandaki açıklamalar bize konuşarak yapılan edimleri açık­ lamaktan çok onların neye göre ve hangi temelde açıklanabile­ ceği konusunda belli bir ifadeyle bir fıkir vermektedir. Bir sözün, diğer bir söyleme edimiTlin onu aşan bir edimsöze (konuşarak yapılan eyleme) dönüşmesi bu açıklamalara göre dilin kurumsal (uzlaşımsal) bir sistem olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak dilin, kurallı uzlaşımsal bir kurum olmasının konuşma için zo­ runlu koşul olması aynı zamanda yeterli koşul olması anlamı­ na gelmekte midir? Kanımca bu sorunun cevabının ilk aşaması, Strawson ve Woltterstroff gibi düşünürlelin dikkat çektiği gibi bu kurallann geçerli ve etkin olmasını içeren, öznenin kasıt ve niyet­ lelinin de söz konusu kurallara eklenmesi olabilir . Diğer yandan sözün sorumluluklar yükleyen normatıf yönü sadece kurallarla açıklanamaz. Zira Woltersttrotrun da dikkat çektiği gibi bir söz edimini icra etmek, bireyler arası ahlaki ilişkiler doğurmakta ve böylece normatif bir boyuta sahip olmaktadır. 68 Şimdi doğrudan Msöz edimleri" kuramı çerçevesinde, konu­ şarak yapılan edimlerden neyin anlaşıldığıila daha yakından bakabiliriz. Türkçe'de Msöz edimi" olarak kullanımı yaygınlaşan konuşarak yapılan bir eylem üç ayn edirnden oluşur: Birinci­ si sözü söylemenin kendisidir . Söyleme edimi ( locutionary acts) olarak adlandınlan bu dilsel birim Austin'de kabaca bir cümleyi söylemeye denk düşer. Kısacası söyleme ediini belirli bir anlamı da olabilen sözdür. 69 İkincisi, söyleme edimine ek olarak bir şey söylemekle bir (başka) edirnde bulunmayı içeren mi (illocutionary 67 68 69 Edimsöz edi­ acts)dir. Bununla birlikte bir şey söylemek her Searle'ün örnek olarak verdlgl söz verme ediıninin -özel şartlar dışında- dl�er ediıniere uygulanabilirilgi ve Ilişkili kurallar Için bkz. ss. 1 30- 1 38. Austln de bunlan edimsel lfadelelin asgaıi şartlan olarak kabul eder. Bkz. Austın. age, s. 8, ı ı . Bkz. Nicholas Wolterstorff. Divine Discourse, s . 84-85; krş. "Why Animal Don't Speak?" Faith and Phtlosophy. 4 ( 1 987) , s. 472-475. Austln, age, s. 94 .
40 Dil Düşünce ve Anlam zaman bir edimsöz ediminde bulunmak olmayabilir. Ü çüncüsü de etkisöz ediini (Perlocutionary acts)dir. Etkisöz edimi, söyleme edimiyle gerçekleştirilen edimsöz ediininin dinieyenin veya dinle­ yenin dışındakilerin duygu, düşünce veya davranışlan üzerinde icra ettiği etkileri ifade etmek için kullanılır.70 Edimsöz edimlertyle emreder, sözverir, özür diler, teşekkür eder, sorar, talep eder, bildirimlerde bulunuruz. Bunlar muha­ tablanmızda itaat etme/etmeme, hoşnutluk oluşturma, cevap verme, tepki verme, ikna olma veya öğrenme gibi birçok fark­ lı etkisöz edimlertyle karşılık bulur. Birinciler, sözü kullanarak meydana getirdiğimiz eylem türleri, ikinciler de sözlü olarak veya davranış yoluyla söylenen sözün etkisiyle ortaya çıkan sonuçlar­ dır. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak: MDışan çık!" emir kipini söz edirolert öğelerine ayırdığımızda; A-Mdışan çık" sözü, söyleme edimini ( locution/ utterance) , B-Memrediyorum/emretti" edimsöz edimini (fllocution) , C(a) - 'kovdu' ya da C(b) - 'uyardı' da etkisöz edimini tion) (perlocu­ oluşturmaktadır. Austin'in ifadesiyle, Martık bir cüml�yi ya da dili kullanmanın üç ayrı boyutuna ya d� anlamına sahifiiz . " 7 1 Burada söyleme edimi il e söyleme edimi yoluyla kastedilen içe­ riğin birbirinden farklı olabileceğine dikkat çekmek yerinde ola­ caktır . Söyleme edimi semantik açıdan cümlenin ifade biçimine karşılık gelirken, edimsöz edimi çoğunlukla anlama denk düşer. Bu açıdan bakıldığında kelime-kavram veya cümle-anlam ikili­ ği, söyleme edimi ile edimsöz ediininin semantik karşılığı gibi de durmaktadır. Searle, bazı küçük ayrımlarla birlikte, söz konusu üç edimi benzer şekilde açıklar. Onun aynınma göre söyleme edimi, terance/ locutianary act) ( ut­ kabaca kelimeleri söylemektir . Searle, söz edimlerinin öğelerini Austin'de olduğu şekliyle adlandınr. Söz edimlerinin asıl öğesi olan edimsöz içeriği olan önerme edi­ mini ek olarak öne çıkanr. Bu edirole Searle'e göre kısaca re­ ferans ve yüklernede bulunuruz. Söz ediminin üçüncü öğesi, 70 71 Bkz. Austın. age, s. lO ı . Austın, age, s . ı ı ı . Benzer örnekler Için bkz. Austın. age, s . ı 02 .
Konuşma ve Dil Üzerine 41 Austin'in ikincisiyle aynı ad ve niteliklere sahip edimsöz edi­ minde bulunmaktır. Bununla da soru sorar, emreder, rica eder, bildirimlerde vb. bulunuruz. Searle'e göre her edimsöz ediminde bulunmak aynı zamanda birinci ve ikinci ögeyi de içerir. Yani bir edimsöz ediminde bulunmak, bir önerme edimi ile bir söyle­ me ediminde de bulunmaktır. Ancak bu durum söyleme edimi ile önerme ediminin tam olarak (her zaman) edimsöz edimini içerdigi anlamına gelmez. 72 Bunun nedeni edimsöz edimleri­ nin niyete dayanmalan ve çogunlukla uzlaşımı gerektirmeleri­ dir. Her edimsöz ediminin referans ve yüklernede bulunmakla baglantılı önermesel bir içerigi vardır. (Austin bunu gelenek­ sel anlamda bir cümlenin anlamıyla ifade ediyordu) . Searle'de önermenin kendisi bir edim degildir, ancak bildirimde bildiri­ len , yargıda kesinlenen, soruda sorulan şey (in içerigi)dir. Do­ layısıyla bir önerme her zaman ancak bir edimsöz edimi içinde dile getirilebilir. Bu açıklamalan şöyle bir örnekle desteklemek mümkündür: a) 'Ali araba kullanır' b) 'Ali araba kullan! ' c) 'Ali araba kullanır mı?' d) 'keşke Ali araba kullansa! ' Bu dört ayn sözlü anlatım örneklerinde bildirim, emir , soru ve dilerne gibi dört ayn edimsöz edimi dile getirilirken, hepsinde ortak bir refe­ rans ve yüklernede bulunulmaktadır. Hepsinde Ali'ye referansta bulunulmakta, 'araba kullanır' da yüklem olarak kullanılmak­ tadır. Böylece referansta bulunma ve yükleme hepsinde ortak olan önermesel içeriği oluşturmaktadır. Önerme edimi ve edimsöz edimleri yerine getirilirken, sıray­ la belli türden dilbilgisel biçimlere denk gelen anlatımlar da dile getirilir. Sözgelimi, edimsöz edimine karşılık gelen ayıncı dilbilgi­ sel biçim tam bir cümledir. Önerme için geçerli dilbilgisel biçim cümlenin bölümlerinden oluşurken, yükleme edimine karşılık da dilbilgisel yüklem kullanılır . Referans edimi ise, özel adlar, zamirler ve ad öbekleri ile karşılık bulur. Edimsöz edimi ile öner­ me edimleri karakteristik olarak, bir cümle şeklinde, belli bag­ lamlarda, belli koşullar altında ve belli yönelimlerle/niyetle dile getirilirler. 73 72 73 Age, s. 93-94 Bkz. aye. s. 94-95
DU Düşünce ue Anlam 42 Söz ediini kuramının tamamlayıcı önemli bir dördüncü öge­ si de edimsöz gücü (perlucotionary foreel dür. Edimsöz gücü bir cümlenin hangi edimsöz ediininin kastedilerek söylendigini be­ lirler. Diger bir deyişle edimsöz gücü belli bir önermesel içertgin farklı bir güçle (kasıt ve niyetle) söylenmesidir. Deyim yerindeyse sözün gücünü belirlemenin ölçütüdür ve dile getirilecek meraının hangi dilsel biçim {fonn) içinde ortaya kondugunun göstergesidir. Bu sözsel biçimler soru, emir, dilek, şart vb. yapılardan oluşur. "Odadan çık" emri, görünürde sadece bir emir edimi olmasına karşın: bu edimin rica, emir, talep veya öfkeyi içertp içermedi­ gi, ifade biçimi olan sözsel güçle de baglantılıdır. Bu ayrımlar ediinsözün hangi formda söylendigini gösterir. F edimsöz, (p) de edimsöz gücünü gösterecek olsa, edimsözel güç: "F (p)" şeklin­ de formüle edilebilir.74 Örnegin, Searle'ün MMeaning and Speech Acts" adlı makalesinde ele aldıgı 'iyi' kavramından hareketle Mbu iyi arabadır" sözünde geçen 'iyi' betimlemesinin bir 'öneri'mi, bir 'takdir'mi, yoksa bir 'tebrik'mi oldugunu belirlemenin yolu bu formülü uygulama ile anlaşılabilir. 75 Söz edimlerinin kısımlan göz önüne alındıgında söylemeden (lucotion) kastın ediinsözde (illucotion) bulunmak oldugu anla­ şılmaktadır. Woltterstorff, söz edimindeki unsurların birbirine irca edilmeyecegine deginerek, Mkonuşma ya da hitap (discourse) dendiğinde zihnimde edimsöz edimi canlanır" demektedir. Dola­ yısıyla edimsözü göz ardı etmek, Mkonuşmanın tam (da) kalbin­ de olanı ihmal etmek olacaktır."76 Özetle, söylemekten kasıt, söylenen şeyin içertginin miyle (illucotionary force) , cotionary) oluşturmasıdır. (illucution) (lucotion) belli bir söyleme biçi­ muhatabta belli türden etkiler (perlu­ Bir edimsözde bulunmak için söyleme edimi zorunludur, ancak her söyleme edimi zorunlu olarak edim­ söz edimi, yani söyleyerek bir şeylerin yapılmasını içermeyebilir. Bazen bir sözü öylesine söylemek ya da sadece aktarmak için de dile getirebiliriz. Böyle durumlarda söyledigirniz sözler çogunluk74 75 76 Bkz. Searle. lntentıonalıty. s. 6. Bkz. Searle. 'Meaning and Speech Acts', The Philosophical Review, 7 1 . ( 1 962), s. 424-426 Age, s. 75-76. Wolterstorlfun Söz Edlmlert kuramma Ilişkin degerlendlrme ve eleştlrtlertyle birlikte kendisinin önerdıgı "Normatıf Konuşma Teorisi" Için bkz. age. özellikle ss. 75-87.
Konuşma ve Dil Üzerine 43 la edtmsözel bir boyut kazanmaz, çünkü onunla soru sorma, talep etme, bilgi verme, emretme gibi edimsel bir sonucu hedefli­ yor değiliz. Austin'in de dikkat çektiği gibi konuşarak tera edilen yüzlerce edirnden söz edilebilir. Ancak bunlan tek tek sıralamak yerine bellt gruplar halinde sınıflandırarak açıklamak pratik bir önem arz etmektedir. Burada Searle'ün sınıflamasına dikkat çek­ mekle yetineceğiz . Searle, edimsözlert beş ayrı kategoriye ayınr: I. Kesirıleyici/yargı bildiren edimsöz edimlert (assertive) : Şeylerin nasıllığını bildiren, doğru ve yanlışa konu olan edtmsöz kategorisinden oluşur. 77 II. Buyruk edimsöz edimlert (directivnes) : Bir şeyler yaptır­ mak için kullandığımiZ edimsözler bu kategoriye girer. Emir edimi bu sınıfın en belirgin örneğidir. III. Yükümleyici/ icrai edtmsöz edimlert (Commissivnes) : Bun­ lan bentmseme yoluyla bir şeyler yapan taraf biziz. Bazı edimsözlerle kendimiz bir şeyler yapanz . Söz verme bu tür edimsözlerin en belirgin örneğini oluşturur. IV. İlan edici edimsöz edirolert (declaratives) : Sözlerimizle dünyayı değiştirmeye neden olduğumuz edtmsözlerdir. V. Açıklayıcı edimsöz edirolert (expressive): Kendi düşünce duygu ve inançlanmızı açıkladığımız edtmsöz çeşitleri de bu kategori altında değerlendtrtlir. 78 Bu sınıflama doğrultusunda edimsöz-dünya ilişkisine bak­ tığımızda da farklı işleyiş yönlertyle karşılaşınz. Buyruk edim­ sözlertyle birlikte yükümleyici edtmsöz edimlerinin uyum yönü dünyadan söze doğrudur. Bunlarda dünya söze tabi olur, söz olayı/eylemi dolayısıyla dünyayı önceler. Deyim yerindeyse bu tür edimsözler yoluyla sözün var ettiği bir dünyadan bahsedi­ yoruz demektir. Söz verme ve emretmede olduğu gibi söze bağlı ortaya çıkan bir eylem alanı ve ilişkiler ağı söz konusu olmak- 77 78 Searle. blldlrlmsel/keslnleyicl olanlan da edimsôzler Içinde de�erlendlrlr. Zira 'y�ur yagıyor' gibi bir Ifade bir olguyu betlmlemekle birlikte muhataba bilgi vermek. uyarmak. tavsiye etmek gibi bir amaçla kullanıldı�ında bir edlmsöz olarak de�erlendirlllr. Bkz. Searle. Intentionality, s. 1 66.
Dil Düşünce ve Anlam 44 tadır. Sözün oluşturdugu bu evrenin aynı zamanda baglı oldu­ gu kurallan ve kurumsal bir yapısı da ortaya çıkmaktadır. Bu baglarnda Msöz vermek" o sözü yerine getirmenin şartlarını da içerir. MEmretmek", beraberinde emri yerine getirmenin şartlarını da taşır. Kişi söz verirken, kurumsallaşmış bir yapıdan hareket etmektedir. Söz verdigi halde, Msöz verdim ama buna uymam ge­ rekmiyor" şeklindeki zihinsel bir tutum, söz vermenin tarumıy­ la çelişecektir. Burada elbette bu yapının salt dilsel bir kuruma baglı olarak gerçekleştigi sonucu ortaya çıkmaz. Dilsel-kurumsal yapı onun altında yatan normatif degerler alanıyla ilişkilendiri­ lerek açıklanabilir. Diger yandan dil-kültür ilişkisi baglamında bunun karşılıklı bir etkileşim işlevine sahip oldugu da göz ardı edilemez. Ancak anlamın dilsel olanı önceledigini varsaymak, zi­ hinsel/niyetsel olanın dilsel olana anlam yüklernesiyle eş anlamlı olacaktır. Buyruk ve görev edimsöz edimlerinin aksine bildirim, açıkla­ ma, ilan gibi edimsöz örneklerinde uyum yönü sözden, dünyaya dogrudur. Burada dünya söze degil, söz dünyaya uymakta; dil var olanı tasvir etmektedir. Bilimsel dilin daha çok bildirimsel ve betimleyici olması bunun açık bir ömegidir. Dogru bildirim için dünyayı degil inancımızı, bazan da buna ilişkin sözümüzü degiş­ tirmemiz gerekebilir. 79 Bildirtmlerde sözün dogruluk degerini re­ feransta bulundugu şeye göre degerlendirmemizin nedeni budur. Elbette olgular sadece bilimin konusu olmakla sınırlı degillerdir. Ne de bilim varlıga ait tüm önermeleri dile getirme iddiasında bu­ lunabilir. Bu tür bir iddia sanat, din gibi çok geniş bir düşünce ve eylem alanına sınır çizmek olur.80 Açıklayıcı edimsözlerin re­ feranslan ise kendilerine dönük olup, teşekkür, özür gibi sadece içsel bir durum dile getirirler. Bu nedenle açıklayıcı edimsözleri, uyum yönü ve tasarım boyutuna sahip degillerdir. 8 1 Oysa degin­ digtmiz gibi emir ve söz verme gibi edimlerde dünya (olgular 1 olaylar/durumlar) söze tabi olmakta ve ona göre degişmektedir. Bu açıdan bakıldıgmda insanın oluşturdugu tüm kurumların ve 79 80 81 Bkz. IntentiDnality. s. 7. 1 7 ı . Sözlin Insana açtıgı -nerdeyse- sının bellrlenerneyecek bir düşı1nce ve eylem alanını pozitivist bilgi/anlam anlayışının. billnrnsel olanla sırurlandınnasının ne düzeyde zihinsel bir kısıtlama ömegl oldugu açıklama lhtayacından uzaktır. Age. s . 1 75- 1 76 . . 7.
Konuşma ve Dil Üzerine 45 bunlann toplarnından oluşan kültür ve medeniyet varlık alanla­ nnın , sözle ortaya çıkan bir varlık alanı ve söz evreni oldugunu söylemek abartılı olmayacaktır. Bu durum aslında bir kültür var­ lığı olarak insanın söz üzerinden var olduğu ve varlık alanlannı sözle genişletip geliştirdiğinin varoluşsal hatta ontolojik bir kaydı olmaktadır. 82 Varlık, söze konu olmadıkça düşünce ve kültürün konusu olamaz. İnsanın tüm düşünsel , kültürel ürünleri bir yer­ de sözün eseri olmaktadır. İnsana ait bu ürünler; sanat, bilim , felsefe, siyaset, ticaret gibi insani, kültürel kurumlara bakıldı­ ğında söz, insan tanımının özsel bir niteliğine dönüşmektedir. İnsan da bu tanımdan hareketle -nerdeyse- sözün var ettiği ey­ lemlerin bütününü temsil etmektedir. İnsanın özsel niteliği olan söz, onun var olmasının tüm imkanlannı potansiyel bir varlık alanı olarak banndırmaktadır. Gerçekliğe çıkan varlık boyutlan da insanın var olma evreninin sınırlannı sürekli geliştirmekte ve genişletmektedir. Bu yönüyle söz devingen yapısıyla adeta sürek­ li yeni varlık alanlan açmaktadır.83 Edimsözler bu özelliklerini nasıl edinmekte, söz eyleme nasıl dönüşmektedir? Bu sorunun cevabının bir kısmını dilin uzlaşım­ sal boyutunu ele alırken vermeye çalışacağız. Sorunun geri ka­ lan kısmı için de "konuşmanın doğası" başlığında niyet ve kasıt­ larla ilgili açıklamalann cevap teşkil edeceğini umuyoruz. Ancak hedeflenen cevaplar sadece söz edimi kurarnı bağlamında değil, daha genel bir düzeyde, söz ve anlarnın mahiyetini açıklamaya yönelik olacaktır. Bu aşamada edimsözlerden bahsetmenin cüm­ lenin ayn bir anlarnından bahsetmek olmadığını hatıriatmakta fayda vardır. Söz ediroleri sadece cümle anlamının başka işlev­ lerine dikkatimizi çekmektedir. Temelde bu işlevler anlam üze­ rinden gerçekleşmektedir. Searle'ün değindiği gibi anlarnla edim­ söz ayn ayn değildir, sadece farklı açıklardan bakınca karşımıza farklı işlevler şeklinde çıkmaktadır. 82 83 Burada sözü metafortk olmasa da en geniş (yazınsal. sanatsal vb.) anlamıyla kullandıgtmızı bellrtellm. Söze lllşkin bu açıklamalar çalışmanın analitik sınırlarını aşarak, varoluşsal boyuta taşımış oldu. Bu bir yerde söz edimi kuramının. sözü getırdigl zorunlu duraklardan bırt gibi göninmektedlr.
Dil Düşünce ve Anlam 46 4. Dil ve Düşünce Dil ile düşünce arasında ne tür bir ilişkiden söz edilebilir? Bir­ birinden bagımsız iki yeti olarak mı düşünülmeli? Yoksa dü­ şüncenin asıl, dilin ona bagımlı araçsal bir degere sahip oldugu mu kabul edilmelidir? Dil olmaksızın düşünden söz edilebilir mi? Eger dil ile düşünce birbirinden bagımsız iki yeti ise birbir­ lerini önceliklerneleri söz konusu mudur?84 Bu sorulann cevap­ larını dil ve düşüneeye ilişkin birer tanımdan hareketle vermeye çalışacagız . Düşünce, en genel anlamıyla tüm zihinsel faaliyetler için kullanılabilir. Wayne Dawis, filozoflar , dilciler ve psikologlar arasında düşüncenin Mher türden bilinçli zihinsel durumlar için kullanıldıgı"nı belirtir. 85 Necati Öner'in yaptıgı bir tanımla konuyu biraz daha açacak olursak düşünce , "İnsanın hüküm verme , akıl yürütme , seçme , açıklama yapma, mukayese etme , tanımlama gibi fiilieri gerçekleştirme yetisidir . "86 Dil için de Swinbume'ün şu tanımı dikkat çekicidir: "Dil en geniş anlamda şeylerin belli bir şekilde oldugunu iddia eden (claims that things are so) , şeylerin öyle olup olmadıgını soran ya da şeylerin -belli bir şekilde- olmasını gerektiren( requests jor things to be so) , bir yolla iletişim için araçsal olan herhangi bir sistemdir. "87 Burada tüm düşünce türlerinde ortak olması itibariyle bilinçlilik, dü­ şüncenin özsel bir niteligi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dawis, " eger tümüyle bilincinde degilsek, herhangi bir düşünce sahi­ bi degilizdir"88 derken , Swinbume de "zihinsel durumlar olarak düşüncenin bilişsel olmayan kısırnlara sahip olmadıgı"na89 vur­ gu yapar. 84 85 86 87 88 89 Burada dlll özelllkle konuşmayı da kapsayan -saussur'cu anlamda- tüm bir dil yetlsl olarak göz önüne almakta fayda vardır. Wayne Dawıs. age. s. 300. Necati , Ö ner. ·on ve Düşünce", Dil Üzerine (Ankara: 1 994), s. 52. Swlnbume, The Eoolution of the Soul (Oxford : Ciarendon Press. ı 987). s . 206. Bu tanımı tercih etmemezln nedeni. dil/konuşma lle varlık lllşklslne dogrudan vurgu yapmasıyla birlikte. konuşmanın edimsel yönüne de dikkat çekmesldlr. Dawls. age, s. 303. Swlnbume, Eoolutlon. s. 8 1 . Bilincin birineli öjle oluşunu-hayvaniara atfedlle­ cek bir düzeyi de Içerecek şekilde- düşüncenin mahlyet ve düzeyiert arasında herhangi bir aynm yapmaksızın benimsernek gerekir.
Konuşma ve Dil Üzerine 47 Bu tanımlardan sonra dil-düşünce ilişkisi ile ilgili olarak dili / konuşmayı düşüneeye dayandıran düşünceci yaklaşımlar,90 dü­ şünceyi dilsel tutumlar ve dilin kullanımıyla açıklayan yaklaşım­ lar ve düşünce ile dil arasında paralellik ve benzerlikler kuran görüşler şeklinde üç temel yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Aslında sonuncu yaklaşım çogu zaman ilk iki görüşü savunan­ Iann -en azından ılımlılarının- benimsedlgi orta bir yol gibi de degerlendirilebilir. Düşünceciler, düşüncenin dili önceledigini ve dilden bagımsız oldugunu savunurken, dilin önceligını savu­ nanlar da düşüncenin dilden bagımsız olmadıgını, dil olmaksızın düşüncenin gelişemeyecegini ve tanınamayacagını iddia ederler. Daha önce ele aldıgımız yaklaşımlardan anlamın zihinselligini savunanlar, birinciler için belirgin bir örnek oluştururken, dilin sosyal boyutunu ve kullanımı anlam için tek/en geçerli yol ola­ rak görenler de ikinci görüşü savunanlara örnek verilebilir. Düşüneeel görüşü savunmamakla birlikte Swinburne , dü­ şünce için her zaman imaj , resim veya kelime gibi bir ifadenin zorunlu olmadıgını, mükemmel olmasa da kelimelere dökülme­ yen düşünceden de söz edilebilecegtni savunur. Bu yaklaşım, düşüncenin zorunlu olarak dili gerektirmedlgi anlamına gelir. 9 1 Bazı düşünürler d e satranç gibi sözsüz düşünce örneklerini gös­ tererek tüm düşünce ve zihinsel durumlann özde dilsel olmadı­ gını ileri sürerler.92 İkinci görüşü temsil edenlerden Wittgenstein , "dil ve düşün­ cenin aynı şey oldugunu düşünmenin bir yanılgı olacagını" kabul etmekle birlikte, dil ve dilsel kullanunın, düşünceyi ve düşün­ ce içerigi olan önermeleri önceledigi görüşünü savunmaktadır.93 Wittgenstein'a göre önerme ve önermelere ilişkin dogruluk ve yanlışlık gibi degerler tamamen dilsel oldugundan, "önermeyi be­ lirleyen cümle formu ve dil oyunudur. Dogru ve yanlış da tıpkı 90 91 92 93 Düşünceciler tablr1 Peacocke'a aittir. Bkz. Chrtstopher Peacocke. "Concept Without Words", Language. Thought and Logic (Essays in Honotu of Michael Durrunet}. ed. Richard G. Heck (Oxford: Oxford University Press. 1 997). s. 1 1 3. Swlnbume, Eoolution. s . 76-77. Bkz. Chrlstopher Peacocke. ·concept Wıthout Words", s. 85. Bkz. Wittgenstein. Investigations, s. 1 6. Frege ve yeni Fregecller dCışünceyi çogunlukla önenne karşılıgı olarak kullanmaktadırlar. Yukanda bildirimsel cümlelerln bir düşünce içerdigi yaklaşımı da bunu göstermektedir.
Dil DCışünce ve Anlam 48 şah çekrnek gibi bu oyunun bir parçasıdır. " Daha açık bir ifa­ deyle önermelere dogruluk ve yanlışlık atfetmek, Mdogrulugu ve yanlışlıgı yüklemledigimiz şeye önerme diyoruz demekten başka bir şey degildir. "94 Dummet, düşünce ve onun dogası hakkın­ da ilk tatmin edici tıkirierin Frege tarafından ortaya kondugu­ nu söyler. Çalışmalannda düşünceyi ele alırken, dolaylı olarak dil üzerinde de duran Frege'de öne çıkan daha çok dil-düşünce paralelligidir.95 Düşünceyi zihinsel (özneO bir süreç ya da içerik şeklinde tanımlamaktan sakınan Frege'ye göre düşünce adeta zihnin önünde keşfedilmeyi bekleyen bir nesne gibidir, dolayısıy­ la da nesneldir. Frege, düşüncenin kendisini zihinsel bir edim ya da süreç olarak benimsernemekle birlikte, düşünceyi kavrama­ nın zihinsel bir işieve sahip oldugunu kabul eder.96 Wittgenstein'cı görüşleri paylaşan Dummet, düşüneeel yak­ laşımlan on temel noktada eleştirerek, dil olmadan düşünce­ den söz edilemeyecegini savunur. Dummet, dilin sosyal boyu ­ tunun , anlamın nesnelligini savunmak için yeterli oldugunu ve Frege'ci ideal bir gerçeklik alanı kabul etmeye gerek olmadıgını savunur. 97 Dummet, Frege ve ondan önce Balzano ve Husserle'in düşünce ve bileşenlerini zihinsel içerikler şeklinde kabul etme­ lerinin , düşünceyi zihinsel tasavvur ve algı izlenimlerinde n;hyır­ mak anlamında önemli bir gerekçeye dayandıgını kabul eder. Ancak bunun zihinsel olanın öznel olmadıgı veya düşüncenin nesnel oldugunu savunmak anlamına gelemeyecegini ve böyle bir şeyi iddia etmek için yeterli gerekçelere sahip olmadıgımızı da savunur. Dummet'ın eleştirileri temelde düşünce içerikleri olan kavramlann , tekilleşmesinin ( indiuidualisation) ancak dille mümkün oldugu , kavramsal içeriklerin sadece dil yoluyla akta94 95 96 97 Wlttgenstein. age. s. 53 . Wıttgensteln'da da Frege'de oldugu gibi düşünce asla zihinsel bir tutum ya da içerik degildir. Ancak Frege bununla anlamın/düşün­ cenin gerçekilgi ve objektifligini savunmayı hedeflerken. Wlttgensteln bununla düşünce ve anlarnın tamamen hayat formu (baj!larnı) Içinde kullanıma dayalı. dilsel nitelikli oldugunu ve ej!er belli bir nesnellikten söz edllecekse ancak bu bagtarnda geçerli olabllecegtnl savunmaktadır. Dummet, Orlgins, s. 25, 1 2 7 . Dummet, age, s. 1 27, 1 36. Tleszen, Dummet'ın Wlttgenstelncı yaklaşırnma degtnlrken, "Dummetçı çö· zümlemenln temelde Wlttgenstein'a bir dönüş" oldugunu söyler. Bkz. Richard Tleszen, "lntutlunlsm, Meanlng Theory and Cognitlon", History and Philosophy ofLogiL:, 2 1 (2000), s. 1 88.
Konuşma ve Dil Üzerine 49 nlabileceği ve haklı çıkanınların Uustifıcations) dille gerçekleş­ tirilebileceği noktalannda yoğunlaşır. Düşüneeel görüşleri eleş­ tirirken bunlara ek olarak Dummet, cümle yapısının düşünce yapısına temel teşkil ettiği ve dilsel olmayan davranışiann an­ cak dil yoluyla açıklanabildiğini belirtir.98 Bu eleştiriler yoluyla Dummet'ın vardığı sonuç, düşüneeel teorilerin savunulamaz olduğudur. Oysa bu itirazların çoğunun düşüneeel teorisyenler tarafından kabul edilebilecek görüşler olduğu da pekala söy­ lenebilir. Düşüncenin kavramsal aynmı ve aktanlabilmesinin -araçsal düzeyde de olsa- dili zorunlu kıldığı düşüncecilerin de savunduğu temel noktalardır. Çoğu zaman bu yaklaşımlar arasında bir vurgu ve öncelik sonralık farkı varmış gibi görün­ mektedir. Bununla birlikte Dummet'ın itirazlannda dilin, kavrama sa­ hip olmayı öncelediği örneğinde olduğu gibi, kolayca savunula­ mayacak noktalar da bulunmaktadır. Kişi her zaman kelimeyle/ ifadeyle bir şeyin kavramına sahip olmayabileceği gibi, kavramına sahip olduğu halde dile getiremediği düşünceler de olabilir. Özet­ le, kelime olmadan da kavrama sahip olm'a şartlan yerine gelmiş olabilir. Peacocke'un değindiği gibi Mkavram edinimi tarihsel ola­ rak kişinin ifadeyi anlamasından bağımsızdır. "99 Çocukların dili öğrenme süreçleri ya da dilsizlerin düşünsel aktiviteleri de kavra­ mın bir tür önceliğini göstermektedir. Bununla birlikte kelimele­ rin/isimierin kavramı öncelediği bazı durumlar da vardır. Bu tür kavramlar adeta varlıklannı isimlerinden alırlar . Sözgelimi hafta­ nın günlerini birbirinden ayırmamız öncelikle bunlan isimlerinin sırasıyla bilmemizi gerektirir, dolayısıyla isimlerini edinmeden, günlere ilişkin kavrarnlara net olarak sahip olamayız. 1 00 Düşüncecilerin çoğunlukla göz ardı edemeyecekleri temel nokta Peacocke'un -yaklaşık olarak- sorduğu şu sorularda sak­ lıdır: Kavramsal içerik, dil çerçevesinde açıklanmadığı takdirde kavramsal olanı olmayandan ayırmanın ne önemi olacaktır? Bu durumda bu tür kavrarnlara sahip olmayı gerektiren ne olabilir? 98 Söz konusu Itirazlar ve Peacocke'un de�erlendlnnelert Için bkz. Peacocke, "Concept Wlthout Words", s. 6-32 99 Peacocke, age, s. 9. 1 00 Krş. Peacocke. ag� s . 1 0 .
Dil Düşünce ve Anlam 50 Dilsel ayınının olmaması durumunda bir kişinin sahip oldugu kavramı içeren zihinsel bir tutuma başkasının sahip olması ne­ den gerekli olsun? 1 0 1 Kanımca düşüncenin, zorunlu olarak dili gerektirmedlgi ve bazı açılardan onu önceledigt , ancak düşüncenin aynşması, or­ taya çıkması ve sürekli gelişimi için dilin kaçınılmaz oldugu gö ­ rüşü savunulabilecek ortayol gibi görünmektedir. Aslında hiç­ bir varlıksal düzey - dilin kendi gerçekligi dışında- dilsel olana indirgenemez. Bu durumda dilin salt bir araç olmasından öte , dil-düşünce ilişkisinde karşılıklı bir gerektirmeden söz etmek de mümkün olur. Düşüncenin , dil olmaksızın var olamayacagı veya düşüncenin dilden tamamen bagımsız oldugunu savunan görüşler de uç yaklaşımlar olarak kabul edilebilir. Bu durum­ da şu sonuca ulaşabiliriz : Düşünce özsel olarak dile bagımlı olmamakla birlikte kavramlarla tanınma ve aynşma ihtiyacın­ dan dolayı dil yoluyla temsil edilmekte ve dilin betimsel gücüne dayanmaktadır. Peacocke , içerikli tüm düşünce durumlannın bir dile sahip olmayı gerektirmedlgi noktasında 1 02 haklı olsa da bu sav dile gelen tüm içeriklertn kavramsal ve önermesel nite ­ likli oldugu görüşüyle tamamlanmalıdır. Dolayısıyla düşünce , dili öncelese de kavramsal içerigin dogasına ilişkin bir açıkla­ ma iddiasının , dili zikretmeksizin açıklanamayacagı görüşü dil­ düşünce ilişkisindeki dengeyi daha iyi yansıtmaktadır. Sonuç olarak düşüneeye öncelik verilse de dil ile düşünce arasında bir tür gerektirmenin oldugu açıkça görülmektedir. Bu gerektirme dili salt bir iletişim aracı olmanın ötesinde düşünceyi gelişti­ ren/ üreten bir boyuta da taşımaktadır. Bu anlamda düşünce karmaşıklıgının kelime karmaşıklıgıyla geliştigine dikkat çeken Swinbume , "dilsiz düşünceden bahsetsek bile bu oldukça basit kalırdı" demektedir. 1 03 Donald Davidson, "düşünceyle nitelernek neden dili gerektir­ sin" sorusunu cevaplarken, bunun başlıca nedenini konuşma olmaksızın düşünceler arası aynmı iyi yapma imkanımızın ol- 1 0 1 Age, s. 32 . 1 02 Bkz. Peacocke. agm. s. 1 1 2 . 1 03 Swinbume. Eoolution, s. 69.
Konuşma ve Dil Üzerine 51 mamasıyla açıklar. Dolayısıyla, "bu aynmı yapmada dilin açık­ layıcı gücü kullanılır. " 1 04 Konuşma olmaksızın düşüneeye hangi anlamı verecegimizi bilemeyiz. Bu açıklamalann ışıgında, düşün­ cenin dili gerektirmesinin temelinde kavram /düşünce aynştır­ masının geldigi söylenebilir. Bir ilke düzeyinde ele alındıgmda, Peacocke'un ifadesiyle "aynştırma ilkesi" olarak isimlendirilebilir. Aynştınna ilkesi, bir kavram içerigini bir başka kavram/ düşünce içertginden aynştırmayı , dolayısıyla başkalan için tanınır kılma­ yı gerektirir. Bir şeyin 'bu' degil de 'şu' oldugunu benimsernek ancak o iki düşünceyi aynştırabilmekle mümkün olabilir. Do­ layısıyla bu ilkeyi göz ardı etmek içeriklerin iletilmezligini kabul etmek olur. 1 05 Frege de dilin kavramsaliaştırma için kaçımlmaz­ lıgını şu cümle ile dile getirir: "Hiç kimse [dilsel ayrım) kuralla­ nndan tümüyle kaçınamaz; çün kü bir dil yoluyla olmaksızın, bir şeyi asla digertnden [ayırarak) anlayamayız . " 1 06 Dilsel anlatımdan mahrum kaldıgında düşüncenin biçimlenmemiş , aynmsız bir yı­ gm olarak kalacagına dikkat çeken Saussure , düşüncenin tanın­ ması için dilin kaçınılmazlıgı konusunda adeta bir mütabakatın olduguna dikkat çeker: Filozoflar da, dilbilimciler de göstergelerin yardımı olmadan iki kavramı açık seçik ve sürekli bir biçimde birbirinden ayırmaımza olanak bulunmad1gt görüşünde her zaman birleşmişlerdir. Tek başına düşünce hiçbir zorunlu sınıra rastlanmayan bir bulutsu­ yu andınr. Önceden oluşup yerleşmiş kavram yoktur; dilin ortaya çıkmasından önce hiçbir şey belirgin değ;ildir. 1 07 Düşüncenin dile olan bu ihtiyacı, Davidson'u "düşünce, dile sahip olanlara mahsustur" 1 08 sonucuna götürmüştür. Dil ile dü­ şüncenin birbirine indirgenemez olmalarının sonucu olarak, dü­ şüncenin dile zorunlu olarak bagımlı oldugu kabul edilmese de dil ile düşünce arasında -hepsi varlıksal olmasa da -yapısal bazı benzeriikierin öne çıktıg1 da göz ardı edilemez. Bu paralellikten 1 04 Donald Davidson. "Thought and Talk". The Nature ofMind, ed. D. M. Rosenthal (Oxford : Oxford University Press, 1 99 1 ) . s. 367. 1 05 Krş. Peacocke. age, s. 1 6- 1 7 . 1 06 Frege, "On Concept and Object", Phllosophical Writirıgs, s. 45. Aynca bkz. s. 42-55. 1 07 Saussure. age, s. 1 67. 1 08 Davidson, agm, s. 369.
52 Dil Düşünce ve Anlam hareketle bazen konuşma için "sesli düşünme" , düşünme için de "sessiz konuşma" tanımlan yapılmıştır. ı 09 Bu yaklaşım bazı dil felsefecilelini -dil ile düşüncenin ya da zihinsel durumlarla dilsel yapının karşılıklı benzeriikieline da­ yanarak- dil ve düşüncenin bir digelinin terimleriyle açıklana­ bilecegi ve çözümlenebilecegi sonucuna götürmüş tür. 1 1 0Bu pa­ ralelligi Wayne Davis ve Gilbert Harman gibi düşünürler ileri düzeyde detayiandırma yoluna gitmişlerdir. Davis'in degindigi düşünce-cümle benzerliklerinden birkaçını şöyle sıralayabiliriz: 1 - İkisi de temsilidir (representative) , "gök mavidir" önermesi 1 09 Bkz. Peacocke. age, s. 85, 86; Davidson, agm, s. 363. W. P. Alston, "Aune on Tought and Language", Noûs, 3 ( 1 969) , s. 1 70- 1 7 1 . DU lle duşuncenin blrbırtnl gerektlrdlgt ve aralannd a belli turden parallellklerln bulundugtı yak­ laşımını Farabi ve Gazall gibi İslam duşı1nı1rlerlnde de görmek mumkundı1r. "En-Nutk" tabirinin hem duşunce hem de konuşma yetısl Için kullanılması -genel arılamda- bu benzerilgi en ıyı bir şekilde yansıtmaktadır. Fıiriibl. In­ sanın bir şeyi kavrama yetlsine en-Nutk denildlgt gibi, dllln nazım ve lbareye sahip olmasına da nutuk dendlgtnl vurgular. İnsan-ı natık dendlgtnde; "Insan konuşandır" arılamının yanında, Insanın tasdik edip blldlgt şeylerin idrilk ve kavrayışını da Içermektedir. (Farabl, El-Medinetü'I-Fadıla. tre. Nafiz Danışman, Maartf, İstanbul, 1 956. s.23/96), Reyle ve Peacocke gibi duşunurlerin "duşı1n­ ce duşunmeyle birlikte kelimeleri de gerektirir" lfadelerine benzer olarak Fara­ bi de "zlhln dı1şı1nı1rken, akli olana delalet eden manalann da uyarılmaya [dile gelmeyel hazır olmalan gerekir ki bu arılamlann her blrt kendi durumu üzere kavransın" demektedir (s.25). Farabi'nin bu Ifadelerle, kavramlan somutlaş­ tırma ve ayrımlamanın dilin temel Işleviert arasında oldugtına vurgu yaptıgı görulmektedlr. Konuşmanın temel Işlevinin duşüneeye biçim verip onu somut­ laştırmak oldugtına vurgu yapan Gazall'ye göre de duşı1nce özsel olarak dile bagimlı olmayıp, temelde Insanın soyut arılama yetlsl ve bunian Içsel olarak kavramiaştırma yetenegtdlr. (bkz. Gazall. EI-Ma'rifetü'I-Akliyye, s . 7 7 , 5 1 ; krş. Tre. s. 53, 42.). Daha önce deglndlgtmlz gibi konuşma ve söz ayrımını yapan Gazall'ye göre, duşunme aynı zamanda konuşma ve sözün dayanagmı oluştur­ maktadır. Düşünmenin mahiyeti bilgi konusu olan şeylerin blçlmlertnl tasav­ vur etme (buna kavramsaUaştınna da deneblllr) ve hangi dil ve Ifadeyle olursa olsun. nefsln akıldan geçen şeyiert başkasına duyurabilme yetısldlr (Age, s. 54, tre. 42-43 . ) . Gazall'nin bu son nitelemesi duşı1nmeyl en-nutk'un karşılı­ gı olarak kullanmasından kaynaklanmaktadır. Farabi'de de gördugllmuz gibi en-Nutk'un karşılıgı olarak duşunme, adeta kavrainsallaştırma ve dil ile Ifade etmeyi de bertlgln bir nitelik olarak Içermektedir. Gazall'nin akıl ve nutuk ay­ rımı bunu daha fazla açıklamaktadır. Buna göre nefsln bilinenierin suretleri­ ne (kavramlara) yönelmesine akıl denlrken, bu kavramlan Ifade etmeye güç yetırdegtnde de duşı1nce (nutk) adını alır (s. 68/47) . Dilin dogru kullanımıyla nahlv llgilenirken, zihnin dogru Işlemesinin kurallanyla da mantık llgilenir. Bu anlamda mantıkla nahlv arasında tıpkı duşı1nce lle dil arasında oldugu turden benzerilkler vardır ancak karşılıklı Içerme yoktur. (Farabl, s.23/97). 1 1 0 Bkz. Peacocke, age, a.y . . Davidson. agm, s . 365; Qulne, " Mlnd and Verbal Dlsposltıons", s. 88.
Konuşma ve Dil Üzerine 53 hem cümle hem de düşüncenin tasanınını içerir. Düşünce , dış gerçekligin tas anınını (temsilini) oluştururken, dilin (cümle ör­ nekliginde) de düşünceyi tasanmladıgı varsayılmaktadır. Burada kelime -+ kavram -+ nesne ya da nesne -+ kavram -+ kelime dog­ rultusunda işleyen bir temsilden bahsedebiliriz. 2- Her ikisi de dogruluk degerine sahiptir. Düşünce içerigi açısından, cümle de anlamı açısından dogruluk degerine sahiptir. Ayrıca cümlelerin kullanıldıgı dildeki (gramatik vb . açılardan) dogru ya da yanlış kullanımlarından da söz edilir. 3- Her ikisi de yapısal nitelikli­ dir. Düşünce ve dil bileşik yapılara sahiptirler. Cümle bileşenle ­ ri kelimelerden oluşurken, kavramlar da düşünce bileşenlerini oluşturur. Birincilerde isim , sıfat, fiil türünden kelimeler, ikin­ cilerde özne ve yükleme ilişkin kavramlar öne çıkar. 4- İkisi de sistematik-üretici birer yapıya sahiptir. Aynı bileşenler farklı iliş­ kilerle bir araya gelirken , farklı bileşenler de aynı ilişki içinde bir araya gelebilmektedir. Bu yapısallık dil için sınırlı kaynaklardan sınırsız sayıda cümleler oluşturmayı mümkün kılar. 5- Eşbiçim­ seldirler. Bu noktada düşünmefiili (thinking) , cümleyi söylemeye benzetilebilir . 1 1 1 Dili , ana hatlanyla temsil karakteri teorisiyle açıklama girişi­ minde bulunan Gilbert Harman , düşüneeye kullanımını da dışsal dil olarak niteler. 1 1 2 içsel dil derken dilin Buna göre dışsal cüm­ leler, içsel cümlelerin tasanınsal karakterini oluştururlar. Zihin­ sel durumlar, mantıksal ilişki bagıntılan içeren bir yapıya sahip­ tirler. Bu açıdan bakıldıgında bir dili ögrenmek kelimelerle dü­ şünmeyi ögrenmek anlamına gelir. 'Ve' 'veya' , 'ise' gibi mantıksal ögeler de bu yapının elemanlan içinde yer alır. Bir cümlenin sen­ taktik yapısının temsil durumu da zihinsel durumun temsiliye­ tiyle orantılıdır. MX zekidir" dilsel ifadesi buna ilişkin inanç. talep , arzu , umut, korku vb. zihinsel tutumla aynı türden bir temsile sahiptir. Burada zihinsel durumun temsil karakteri, düşünce di­ linin temsil karakterinden edinilmektedir. "X'in zeki oldugu inan­ cı ona uygun bir cümle ömeginin oluşturulması ve inançlanmız lll Bkz. Wayne Dawıs. age. s. 332-333: krş. Gllbert Harman. Thougltıs (New York: Pıinceton University Press, 1 974), s. 56. 1 12 Bkz. Gllbert Harman. Thoughts. s. 54. �
54 Dil Düşünce ve Anlam arasına onun yerleştirilmesidir . " 1 1 3 İletişirnde kullanılan cümleler de aynı yolla elde edilen söyleme ve yazmaya ilişkin örnekleri­ dir. Hannan'a göre "emir, tehdit. söz verme gibi degişik edimsöz ediınieri dış dilin aynı cümle örneklerini içerdigi gibi inanç, talep, umut gibi degişik zihinsel dururnlar da düşünce diline benzer cümle örnekleri" 1 14 olarak degerlendirilebilir. Burada episternolo­ jinin bazı sorunlarına dikka.t çekrnek de gerekebilir. Söz konusu yapısal benzerliklerde , zihinsel yapıların diger bir ifadeyle zihne ait kavramsal /mantıksal yapıların mı belirleyici olmakta, yoksa zihin dışı gerçekilgin resrn edilmesinde oldugu gibi dil de bu zi­ hinsel yapıyı mı temsil etmektedir? Dahası dilin sosyo-kültürel faktörlerin etkisinde şekillendigi iddiası bu yapısallıkta belirleyici faktörlerin dilin kendisi oldugunu mu iddia edecektir? Bu sorula­ ra verilecek cevaplar gerçekçilik (realisrn) , deneycilik(ernprisirn) , idecilik(idealisrn) , görüngücülük(fenornenoloji) gibi felsefi akımia­ nn iddialarını ortaya koymakla verilebilir. Burada böyle bir giri­ şimde bulunmanın çalışmalanın sınırlarını aştıgı açıktır. Ancak şu kadarı söylenebilir: dil-zihin-varlık arasında yapısal paralel­ likler kurmak daha çok gerçekçi bir yaklaşımı savunrnakla müm­ kün olabilir. Bilgimizin kaynagını dış gerçeklikten çok mantıksal yapılarla açıklayan görüngücülükte tasarım, deneyciligin idelere dayalı açıklarnalarında oldugu gibi zihinde son bulacaktır. Di­ ger bir deyişle, zihinsel tasarımı oluşturan zihinden bagırnsız bir gerçeklik yerine, tasarımın nedenini zihinsel /kavramsal yapılar oluşturacaktır. Zihinden bagırnsız gerçeklik iddiası ancak zihnin söz konusu varlık düzenini tasarırnlarken, dilin de benzer şekil­ de zihinsel yapıların düzenini tasarırnladıgı bir yaklaşım için söz konusu olabilir. Bu benzerlikler dil ile düşünce arasında tam /karşılıklı bir uyum oldugu yanılgısına da düşülrnernelidir. Zira ikisi arasında benzerlik ve paralellikler kadar aynrn ve farklılıklardan da söz edilebilir. Örnegin söz söyleme veya yazma, düşüncenin değil , di­ lin edirn ve özellikleridir. Cümleler hakkında kapalı, çok anlamlı veya eş anlamlılıktan söz edilse de aynı nitelerneler düşünceler ı ı3 Hannan . age, s. 57. aynca bkz. s. 55-57. 1 1 4 Age, s. 58, 67.
Konuşma ve Dil Üzeline 55 için aynı şekilde geçerli olamaz. Aynı düşünce farklı cümleler­ le dile getirilirken, kapalı bir cümle de birden fazla düşünce ile açıklanabilir. 1 1 5 Belki en temel farklılık dogruluk degerierinde or­ taya çıkmaktadır. MCümleler anlamlarına uzlaşımsal ya da şartlı bir yolla olumsal olarak sahipken , düşünceler içeriklerine özsel olarak sahiptir. " 1 1 6 Ö rnegin Myagmur yagıyor" cümlesiyle M şemsi­ yeni almalısın" şeklindeki bir uyan kastedilebilir, ancak �agmur yagıyor" cümlesinin içerigt (önermesel içerik anlamında) sadece yagmurun yagması olabilir, MSinemaya gidemeyiz" ya da Mşemsi­ yeni almalısın" gibi başka bir anlam olamaz. M. Luntly, cümlele­ rin kendi başına degil, ancak dolaylı olarak dogru ve yanlış olduk­ larına deginir. Dogruluk degeri hem düşünce içerikleri hem de cümleler için geçerli olsa da cümlelerin söz dizimi yoluyla temsil ettikleri düşünce ile sadece uzlaşımsal bir bagı vardır. Bu öner­ ınelerin dogrudan cümlelerin de dolaylı dogru veya yanlış olarak nitelenebilecegini gösterir. 1 1 7 Söz konusu ayrımlar degişmeyen düşünce/önerme içeriklerini farklı dillerde veya farklı anlatım biçimleriyle dile getirebilmenin açıklamasını da oluşturmaktadır. Bu da her iki alanın birbirine indirgenemeyecekleri anlamına ge­ lir. Ancak bu indirgenemezlik görüldügü gibi, sıkı bir ilişki ve bazı açılardan benzerlikler taşımalarını dışlamamaktadır. 1 1 5 Bkz. Dawls. age. s. 334-335. 1 1 6 Age, s. 336. 1 1 7 Michael Luntly. Contemporary Phiolsophy ofThought (Oxford: Blackwell, 1 999). s. 306.
�' � . .
İKİNCİ BÖLÜM DOGASI ANLAM VE ı. Zihinsel İçerik ve Dilsel Olgu Arasmda Anlam Anlam dilin gramatik ve uzlaşıınsal kurallan içinde ortaya çıkan sadece dilsel bir olgu mudur? Yoksa bunu aşan bir gerçekliğe mi sahiptir? Anlamın kaynağı zihinsel tuturnlanrnız olan inanç , ni­ yet ve kasıtlanrnız, dolayısıyla düşüncelerirnizle mi özdeştir? Bu içsel faktörlerden bağımsız dışsal bazı öğeler olmaksızın objektif bir anlamdan söz edilemez mi? Bu vb. sorular konunun açık­ lanmasında göz önünde bulundurulacak sorulardan bir kaçını oluşturmaktadır. Anlarnın içsel/zihinsel içerik olarak alınması, Aristo'ya kadar geri giden bir geçmişe sahiptir. Aristo yazıyı seste/ dilde olanla­ rın, dilde olanlan da ruhta/zihinde olaniann işaret ve sirngeleri olarak kabul etmektedir. 1 Buna göre dil doğrudan zihinsel olan anlama delalet etmektedir. Plotinus'la birlikte dil genel olarak 'zi­ hinsel' , 'sözlü' ve 'yazılı' olmak üzere üç düzeyde ele alınmıştır. Anlamı zihinsel içeriklerle açıklama aynı zamanda teolojik bazı sorunların çözümünde de önemli bir işlev gördüğünden ortaçağ boyunca bu yaklaşırnın etkisi devarn ettirmiştir. Bu ayrıma göre zihinsel anlam sözlü ve yazılı düzeyleri öncelediği gibi varlığını bunlara borçlu da değildir. Hatta zihinsel anlam boyutu olmak­ sızın dilin diğer düzeylerinin gerçekliğinden de söz edilemez. Benzer şekilde anlam, öznenin niyet, kasıt ve inançlanyla şekil­ lendiğinden, diğer dil düzeylerinin aksine tümüyle uzlaşırnsal ve toplumsal kurallarla da açıklanamaz. 2 Daha önce yaptığımız ayrımlarda anlam ve lafzın konuşma­ nın/sözün iki asıl öğesi olduğuna değindik. Anlam birincil öğe l 2 Artstoteles. Yon.ım Üzerine. tre. Saffet Babür (Ankara: i mge. 2002) . s. 7. Konuyla Ilgili daha geniş bir tartışma Için bkz. E. J. Ashworth. "Locke on Lan­ guage". Canadian Jmıtfıal of PhUosophy. I ( 1 984). s. 240-244: bkz. Kretzman. "History of Semantıcs". s. 362 .
58 Dil Düşünce ve Anlam olarak kabul edildigtnde lafız, araçsal bir işieve sahip olurken, aksi söz konusu oldugunda anlamı dilsel olan belirlemektedir. Birinci iddia anlamı zihinsel içeriklerle açıklayan zihinselci/ni­ yetçi yaklaşımın temel görüşünü yansıtırken, ikinci iddia anlamı salt dilsel olanla sınırlayan ya da anlam için zihinsel olanın öte­ sinde dış bazı faktörlere başvuran yaklaşımların görüşünü temsil etmektedir. Bundan sonra konuşmanın/ sözün birincil ögesi olan anlamı, zihinsel ya da düşünsel içeriklerin karşılıgı olarak benimseyen yaklaşımları "zihinselci anlam kuramları" olarak adlandıracagız. Bu açıdan bakıldıgında söz gelimi John Locke'u zihinselcigin en önemli temsilcisi olarak görmek mümkün iken, Grice'ın yaklaşı­ mının, daha çok niyet türünden zihinsel tutumları öne çıkaran, bir anlamda zihinselciligin daha özel bir ömegini teşkil eden ni­ yetselliği temsil ettigi söylenebilir. Yukarıdaki açıklamalar ışıgında zihinselci kuramlar, aynı zamanda geleneksel yaklaşımlar olarak da degerlendirtlebilir.3 Geleneksel görüşü savunanlara göre anlam; düşünce, fikir , ide , kavram vb. zihinsel içeriklere denk düşer. Bu yönüyle bakildıgm­ da kavram veya idelerin herhangi bir yolla kabul edilmesi zihin­ sel nesneleri benimsernek anlamına gelmektedir.4 Zihinselciligin en önemli temsilcilerinden biri, epistemolojinin oldugu kadar se­ mantigtn de kurucuları arasında kabul edilen Locke'tur. Locke , tüm zihinsel içerikleri "ide" terimiyle ifade eder. " İ de" Locke'da tasavvur, hayal, kavram gibi tüm zihinsel nesnelerin yerine kullanılmaktadır. 5 Ancak bu zihinsel içerikler öznenin dışında kalanların erişim ve tecrübelerine tamamen kapalı oldugundan, bunların başka özneler tarafından anlaşılması ancak dil yoluyla 3 4 5 Hllary Putnam. geleneksel kuramın "bir telimin anlamını kavram olarak al­ makla. anlamın zihinsel oldugunu lma ettlglne" degtnmekle zthinselci kuramı geleneksel kuram olarak tanımlar. Bkz. Hllary Putnam. "Meaning and Refe­ rans". s. l 50 · 1 6 l . Bkz. Alexander Peter. Ideas. Qualities and Corpuscles. s. 236. Locke"ta epistemolojl-semantlk ilişikisi için bkz. Norman Kretzman. -rtıe Main Thesis of Locke"s Sernantıc Theory". s. 1 75 vd . Locke"un "lde" teriminin kapsa­ mını çok geniş tuttugu gerekçesiyle maruz kaldıgı eleştiriler Için bkz. Charles Landsman. "Locke"s Theory of Meaning·. Journal of the History of Philosophy. 1 4 ( 1 976) I . s.32.
Anlam ve Dogası 59 mümkün olmaktadır.6 Bu anlamda Locke için kelimelere olan ih­ tiyaç temelde düşünce ve zihinsel içerigin görünmez olmasından kaynaklanmaktadır. Zira idelerin kendiliginden ortaya çıkmalan söz konusu degildir. Konuyla ilgili olarak Locke şunları söyler: MDüşünce iletimi olmadan toplumsallıgın kolaylık ve üstün­ lükleri de olmayacagından, insanların düşüncelerini oluşturan o görünmeyen ideleri başkalarının da bilmelerini saglayarak, kimi duyulur işaretler bulmalan gerekirdi" . Bu amaç için en uy­ gun olan da düzenli seslerden ibaret olan sözcüklerdir. Aslın­ da Locke'a göre insanın sosyal bir varlık olmasının geregi olarak Tanrı tarafından kendisine verilen bir yeti olan dil, sözcük de­ nilen düzenli sesler çıkarmaktan ibarettir. Locke'ta anlam-lafız ilişkisi ide-kelime ilişkisi şeklinde öne çıkar. Kelimeleri anlam­ sız seslerden ayıran, kişinin onları Mkendi içsel işaretleri olarak kullanabilmesi" , diger bir deyişle M zihnindeki idelerinin işaretleri yapabilmesidir . " Locke'un bu yaklaşımı, kelimeler için kullandı­ gı, uhiç kimse dolaysız olarak kendi idelerinden başka şeylerin işaretleri olarak kullanamaz"7 ifadesiyle yan yana getirildiginde , onun anlamın zihinselligini önemli oranda öznelci bir boyuta taşıdıgı görülmektedir. Bu durumda erişilmez olan zihinsel an­ lamın diger bireylere iletilmesi ve anlamın paylaşılır olması na­ sıl mümkün olmaktadır? Zira anlamı sadece zihinsel içeriklerle açıkladıgımızda dilin başlıca işlevi , insan düşüncesine kaynaklık etmekle sınırlanmış olacaktır. Oysa dilin başat görevlerinden bir digeri, Locke'un da sıklıkla vurguladıgı gibi iletişime -üst düzey­ de- imkan saglamasıdır. Bu sorunun cevabı Locke'un yukanda­ ki cümlesinde geçen udolaysız olarak" ifadesinden hareketle ele alındıgında, dalaylı olarak iletişim imkanından söz edilebilece­ gi açıga çıkmış olur. Locke , söz konusu öznelciligi aşmak için idelerin dalaylı yolla iki türlü kullanımının kaçınılmaz oldugu­ na vurgu yapar. Birinci yol idelerimizi başkalannın idelerine bir benzerlik içinde kullanmamızdır. Burada idelerin özdeşliginden çok benzerligi söz konusudur. Zira hiç kimsede, başka zihinde ukendi zihnindekilerle aynı olan idelerin bulunmasını saglama 6 7 John Locke. İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme. s. 239 (III. ı. II). Locke. age. s. 242 . ( 11. I). 1
Dil Düşünce ve Anlam 60 gücü yoktur. "8 İ kinci kullanım yolu da ideleri sanki nesnelerin yerine geçiyormuş gibi kullanrnarnızdır. Öyle ki onlan zihindeki idelerden çok sanki nesnelermiş gibi varsayanz. Her iki yolda da idelerin dogrudan değil , dalaylı bir yolla ilişkisi söz konusu­ dur. Locke bu dolayırnlarnayı aynı zamanda Midelerin gizli refe­ ransı" olarak nitelendirtr.9 Dalaylı yolla da olsa, Locke'un anlam için nesnel bir boyut kabul etmesi dilin iletişimi rnünıkün kılan j ·� yönünü temeliendirmesi için gereklidir. Locke'a göre insanlar, Mgerçekte var olan şeyler hakkında konuştuklannda anlaşmak istiyorlarsa, idelerini sözünü etmek istedikleri şeylere belli bir ölçüde uydurmalan gerekir. Yoksa onların dili Babillerinkine dö­ ner ve onlan kendilerinden başka anlayan bulunmayacağından" , iletişim imkansız olacaktır. 10 Anlarn-lafız ilişkisi, konuşanın (K) , dinieyende (D) kendi zihnindeki ( idelere) benzer düşünceler üret­ rnesi şeklinde değerlendirildiğinde , Lockeçu kurarn sernantık an­ lamda nedensel bir ilişkiyi yansıtmaktadır. Bu nedensellik K'nın D'de (x) türünden dilsel bir ifadeyle (a) türünden belli bir anlamı meydana getirme ilişkisi olarak düşünülebilir. B u açıdan bakıl­ dığında tüm zihinselci kurarnlarda belli düzeyde konuşanın niyet ve kasıtlannın belirleyici rolünden söz edilebilir. Nitekim dilsel iletişiinin olduğu her yerde kaçınılmaz olarak niyet(lilik)ten de bahsetmek gerekir. İ slam düşüncesinde de Ehl-i Sünnet kelarncılan, İ lahi kelarn'ın doğasına ilişkin sorunlarla yüzleşirken, çözümü zihinsel anlam yaklaşırnma benzer görüşleri geliştirmekte bulrnuslardır. Kelarn­ cılann bu çabalan temelde teolojik içerikli olsa da konuşmanın doğası ve anlam üzerine felsefi önemi sahip açıklamalar da ba- ; nndırdırrnaktadır. Konuşma edimini kelarn-ı nefsi ve kelarn-ı lafzi şeklinde iki yönlü kabul eden Ehl-i Sünnet kelarncılan i bi­ rincisiyle Tann'nın kelarnının anlam, ilim ve ezeliliği gibi yön­ lerini açıklamaya çalışırken, ikinci yönüyle de� beşeri düzlernde gerçekleşen formunu açıklamayı hedefliyorlardı . Ancak burada söz konusu ikiliğin birbirinden bağımsız iki kelam olarak mı .�le, alınması gerektiği yoksa aynı kelarnın birbirini tamamlayan iki 8 9 lO Age, s. 244 (III. II. 8). Age, s. 243 (III. II. 6. 71 (III. II, 5). Locke, age, s. 264 (IV. 26, 27).
Anlam ve Do�ası 61 düzeyi m i oldu�u noktası konuyla ilgili sorunlardan birini oluş­ turmaktadır. Kelam-ı nefsi'nin, Mnefiste krum olan mana" şeklindeki tanı­ mı üzerinde kelamcıların ço�unlu�unun uzlaştı�ı söylenebilir. 1 1 Kelam-ı nefsi, konuşanın kasıt, niyet ve taleplerini öne çıkaran zihinsel (nefsi) anlamı karşılarken, kelam-ı lafzi ses , harf ve lafız olarak somutlaşan tüm dilsel ö�eleri ve bunların fıziksel yönlerini tanımlamak için kullanılmaktadır. Kelam-ı Nefsi'yi aynı zamanda gerçek (hakiki) kelam olarak tanımlayan kelamcıların bu tanı­ mı dikkatle seçtikleri anlaşılmaktadır. İ lk bakışta gerçek kelam tanımlamasının zihinsel anlam düzeyini, dilsel (ldfzij olandan ayırmak için yapıldı�ı anlaşılmaktadır. Zira lafzi kelam, zihinsel olan mananın (kelam) anlaşılması ve iletilmesi için bir araçtan ibarettir. Bakillani, kelam-ı nefsiyi tanımladıktan sonra onun so­ mutlaşan düzeyi için şunları söyler: MNefsi olan bu kelam: yazı . ses, remz, işaret vb. şekillerde ortaya çıkar. " 1 2 Gazali de dahil olmak üzere Ehl-i Sünnet kelamcıları anlam­ lafız ilişkisini M delil" , Mmedlül" aynmıyla ele almışlardır. Bu yakla­ şıma göre asıl kelam, zihinsel içerik olarak tanımlanabilecek an­ lamdır. Bir şeyi dile getirmekten kasıt onun arkasındaki kasıt ve niyete dolayısıyla anlama yapılan referansta bulunmaktır. Dile getirilen lafız, delil olarak isimlendirilirken, söz konusu delilin delalette bulundu� anlam da medlul olarak adlandınlır. Öme­ �in. 'kalk' emri, zorunlu olarak bir medlülü gerektirir. Burada Mmedlül mana" delaletin kendisi olmadı�ı gibi, delalette bulun­ ma yönelimi (iradetu'd-delalet) de de�ildir. 'Kalk' emrinde oldu�u gibi Mkonuşmayı oluşturan emir lafzının [gerçekte) delalet etti­ �i. nefiste yerleşik olan bir taleptir . " 1 3 Bu yaklaşıma göre medlül mana konuşanın ( mütekellim) tecrübeye açık olmayan niyet ve kasıtlarına dayanmaktadır. Anlam. zihinsel yönelimin (iradenin) kendisiyle özdeş olmayınca, lafzi delalet her zaman medlülü gös­ termeyebilir. Söz gelimi, kişi karşısındakine kesin bir emir ver­ di�i halde, aleyhine olan bir durumdan dolayı bu emrtn yerine l l 12 13 Bkz. Gazall, el·İktisat, s. 76; Baklllanl. el·İnsaaf, s. 1 58; İci. el-Mevakif, s. 294; Cuueyni el-İrşiıd. s. 1 08. Baklllanl . El-İnsaf, s. 1 58. Bkz . . Gazal l-İktisat, s. 77. �
Dil Düşünce ve Anlam 62 gelmesini istemeyebilir. Bu durumda 'kalk' emrinde , emredenin zihninde kesin olan anlam , (medlül) gerçekte muhatabın kalk­ masım istememe şeklinde olacaktır. Ehl-i Sünnet kelamcılannın varmak istedigi sonuç medlülün, daha açık bir ifadeyle anlamın delile (lafza) indirgenemeyecegidir. Zira delil ile medlül farklı nite­ liklere sahiptir. Ateşin kendisi yakıcı iken ona dehilet eden 'ateş' kelimesinin böyle bir niteligi yoktur. 1 4 Delil farklı şekillerde ola­ bilen, farklı dillerde ifade edilebilen degişken, fıziksel özellikleri olan (dilsel) niteliklere sahip olmasına karşın medlul, kalıcı ve zihinsel olan, bu özelliklerinden dolayı da paylaşılabilen ve daha nesnel olan anlam boyutudur. Gazali'nin verdigi ateş ömeginin sınırlı bir çözümlemesi yapıl­ dıginda, aslında anlamın salt zihinsel olanla sınırlı olmadıgı so­ nucu da ortaya çıkmaktadır. Medlul. bu yönüyle anlama karşılık degil , anlamla ilişkili dış gerçeklige denk düşmektedir. Anlam , ancak zihnin referansla ilişki kurmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu baglarnda Ehl-i Sünnet kelamcılarının zihinsel anlam açıklama­ sında zimni olarak sürekli zihinsel olanın kendisine referansta bulundugu, dışsal bir gerçekligi benimsediklerini görmek zor de­ gildir. Zihinsel olan anlam zihinde başlayıp biten bir şey degil , zihinsel içertgi aşan dışsal bir gerçeklige referansta bulunmakla, tamamlanmaktadır. Öncelik zihinsel olan niyet ve kasıtlara ve­ rilse de söz konusu niyetler gerçeklige delaleti etmesi ölçüsünde geçerli ve anlamlı kabul edilmektedir. Bu sonuç Ehl-i Sünnetin varmak istedigi teolojik sonuçlar için de kaçınılmaz görünmek­ tedir. Zira ne Tann hakkındaki önemınelerin ne de ilahi kelamın içertginin öznel olan zihinsel içerikler üzerine temellendirilmesi kelamcılar için saglıklı bir yol almayacaktır. Sorunu aynı paralelde tartışan ancak bazı detaylarda seman­ tik açılımlar yapan düşünürlerden biri Fahreddin Razi'dir. An­ lamın, ilim ve iradeye indirgenmeyecegini savunan Razi'ye göre , lafız bir manayı / medlülü gösterir, bu da nefısteki bir talep , arzu ya da ihtiyacın dışa vurumudur. 1 5 'Zeyd kalktı' şeklindeki bir yargı, Razi'ye göre ilim , irade ve güç ı4 15 Gazall. age. s. 78. Fahreddln Razi. Hallru'ul Kur'an. s. 5 1 / l (kudret) cinsinden olmayan
Anlam ve Do�ası 63 zihinsel bir içerigi ve akli bir tsnadı gerekttrir. 16 Buna göre zihin­ sel içerikler genel anlamda inanç ve bilgiden ayn tutulmalıdır. Bu aynm temelde Razi'nin bilgiye getirdlgi tanımdan kaynaklan­ maktadır. Bilgi kesinlik ve dogrulukla ilgtl1 iken, zihinsel içe­ rik ve yargıların hepsinde bu kesinlik her zaman aranmamalı­ dır. Zihin, yargıları dogru veya yanlış olarak bir araya getirirken, yanlış terkipler yanlış yargılarla sonuçlanacagından, yanlış bir yargıdan dogru bir inanç ya da bilginin oluşması beklenemez. 1 7 Bu açıklamalar Razi'nin epistemoloji ile sernanttk arasında kur­ dugu ilişkiyi dolayısıyla aralarındaki ince aynınlara dikkat çek­ tigini de göstermektedir. Razi, dogruluk, kesinlik, bilgi, inanç ve yargı gibi epistemik terimleri sernanttk düzeydeki anlam ve ona 1ltşktn yargılardan ayırmaktadır. Razi, genel anlamda Ehl-i Sünnetin yaklaşımını savunmakla birlikte konuya hem sernanttk çözümlemeler getirmekte hem de bazı noktalarda eleştiriler geti­ rerek Muteztle'nin tutarlı oldugu noktalara da dikkat çekmekte­ dir. Razi'nin bu açıklamalarında temel eleştirisinin, Mu'tezile'nin (özellikle Kadı Abdulcebbar örneginde) epistemolojiyi seman­ tlkle karıştırdıgı noktasında yogunlaştıgı anlaşılmaktadır. Zira Kadı Abdulcebbar, niyet ve kasıt gibi zihinsel tçeriklerin bilgi ve inanç gibi eptstemik içeriklerden ayn düşünülmeyecegini iddia etmektedir. 1 8 Gazali ve Razi örneklerinden anlaşıldıgı kadarıyla Ehl-1 Sün­ net kelamcılarının delil olarak tanımladıkları dilin sözel boyutu , konuşanın kasıt ve niyetleriyle belirlenmekte ve niyet gibi zihin­ sel içeriklere dayalı anlam olarak tanımlanan "medlul mana" da buna denk düşmektedir. Kasıt, niyet, talep, arzu gibi zihinsel (kalbi/nefsi) durumlar bilgi ve iradeden kaynaklanmalda birlikte bunlara indirgenmemektedir. Yukarıdaki açıklamalar ışıgında, kelamcıların "nefiste krum (belirginleşmiş/ kesin) olan mana" şeklinde yaptıkları tanımın, anlamı kasıtlılık/niyetlUik temelinde açıklamaya izin verdigi görülmektedir. Adudu'din el- İ ci'ye göre , bir şeyi (delili) dile ge16 ı7 18 Razi. age. s. 54 /4. RAz i . age, s. 55. Bkz. Kadı Abdulcebbar. ei·Muğn� s. 22.
Dtl Düşünce ve Anlam 64 tirrnekten kasıt, konuşanın nefsinde şekillenmekle başka an­ lamlardan ayırt edilmiş olan belli türden kasıt, talep, arzu ya da niyetten ibaret olan 'medlul'ü göstermektir. l9 Medlul olarak tanımlanan kasıtlılık durumları kavram ya da düşünce içertgine eşlik etmekle birlikte bilgi, dilerne ( irade) veya doWtırlan bun­ lara delalette bulunmaktan da farklıdır. Cüveyni'nin şu sözleri buna açıklık getirmektedir: MKişi ernrettlginde nefsinde ona uy­ mayı -vlcdanen- zorunlu olarak bulur. Nefsinde buldugtl şey, dilerne degil, ibarenin (delil) gösterdigi şeydir (medluQ ".2 0 MYap" emri, zihinde talep veya arzu içerebilecegi gibi bir zorunluluk da içerebilir. Zihinde de bunlardan herhangi blrt bulunabilir. Abdul­ melik el-Cüveyni'ye göre bunlardan kesin olanı zihinde belirlen­ miş (ne.ftste kdim) olanıdır. ibare ve göstergeler ise buna delalet etmektedir. 2 1 Hatırlanacagı gibi Saussure'da da dilsel yetinin iki ögesinden birincisi olan 'dil', toplumsal olmasıyla birincil ögeyi oluştururken, bireysel ve zihinsel özellikler taşıyan konuşma/söz ise ikincil/arizi bir öneme sahipti. Ehl-i Sünnet Kelfuncılarının yaklaşımında ise adeta roller yer degiştirmekte ve konuşanın ka­ sıt ve niyetlerinin merkezde yer aldıgı zihinsel nitelikli konuşma veya anlam birincil düzeyde önem kazanmaktadır. Toplumsal ni­ telikler taşıyan dolayısıyla uzlaşımsal olan dilsel boyut toplum­ lara, zaman ve mekana göre degişiklikler göstermektedir. Lafız denilen bu dilsel boyut -geleneksel yaklaşımda oldugu gibi- arizi ve araçsal bir degere sahip olmaktadır. Bu baglarnda Ehl-i Sünnetin, anlamı, konuşanın niyet ve kasıtlarıyla belirlenen zihinsel içerikle özdeş oldugunu temel­ lendirmede başvurdukları bir analojiyi degerlendirmek, konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Gazali'nin, kelfun-ı nefsiyi kanıtlamak için verdigi bu örnege göre bir hizmetçi efendisini, kendisine ezi­ yet ettigi için şikayette bulunmakta, efendi de dövme gerekçesi olarak hizmetçinin emrtni yerine getlrmedlgini ileri sürmektedir. Sonuç olarak hizmetçinin sahibi yargıcın karşısında iddiasını dowulamak için hizmetçiye emretmesi gerekmektedir . Hizmetçi emri dinlemedigi takdirde sahibi iddiayı kazanacak, aksi halde 19 20 21 İci, El·Mevdkıj. s. 294 . Cuveynl. Kltabu'l İrşıid. s. 1 09. Cuveynl. age, s . ı ı o.
Anlam ve Dogası 65 de ciddi bir yaptınmla karşılaşacaktır. Bu durumda 'otur' emri karşısında emri veren efendinin içinden geçenin asıl kasıt olma­ yacağını anlamak zor olmayacaktır. Dahası emri verenin burada içinden geçen kastı/ talebi emrirı dinlenmemesi olmalıdır.22 Bu analojiden Gazali'nin çıkardıgı başlıca sonuç zihinsel (nefsi) em­ rirı, dile getirilen lafzi emirden farklı olabilecegidir. Lafızla dile ge­ tirilenden farklı olan bu anlam asıl olan ve emri verenin zihninde sabit olan anlamdır. Ancak yüzeysel bir bakışla da analoji ve varılan sonuçların anlambilim açısından tartışmaya açık birçok noktayı barındır­ dıgı fark edilebilir. Analoji aynı zamanda içinde itiraza açık en zayıf noktayı da barındırmaktadır. Bu da konuşanın kastı olarak öne çıkan emrin içeriginin sadece zihinsel (nefsi) içerikle sınırlan­ mayacagı noktasıdır. Zira sadece örnekten hareket edildigmde bile içerigi belirleyen birçok dış faktörden söz etmek mümkün olmaktadır. Baglarnın önemli oranda emrin içerigini belirledi­ gl ve bunun oradaki diger kişiler tarafından anlaşılmasının da zor olmadıgı açıktır. Bu anlamda analojiden hareketle zihinsel olarak nitelenen anlamın, aslında önemli oranda sosyal bir be­ lirlenim altında oluştugu da görülmektedir. Bu yönüyle konu, baglarnın anlamı belirledigi itirazına açık bulunmaktadır. Ancak baglam ve sosyal uzlaşının da kastedilen anlamı belirlemede tek başına yeterli faktörler oldugu söylenemez. Nitekim, konuşan her zaman toplumsal uzlaşıyı aşacak bir kasıt ve niyetle sözcükler söyleyebilir veya cümleler kurabilir. Tüm belirleyici etkeniere ragmen söylenen söz -örnekte verilen emir gibi- farklı bir an­ lamda kullanılmış olabilir ve bu tür bir anlam , muhatabın onu anlamasından bagımsız bir içerige sahip olabilir. Bu durumda da bizi daha önemli bir sorun beklemektedir. Bu aynı zaman­ da kelam-ı nefsiye ve yukarıdaki analojiye yöneltilecek diger bir itirazdır. İ lirazı şu soroyla ifade edebiliriz: Konuşanın kastı sos­ yal şartları ve tüm baglamları tamamen aşacak bir şekilde , her zaman farklı anlaşılabilecek zihinsel bir öznellige sahipse böyle bir anlama erişim her zaman risk altında olmayacak mıdır? An­ lam önemli oranda öznel ve içsel olarak kabul edildiginde. dilin 22 Ö rnegln detaylan Için bkz. Gazall. Kitabu"! İktisad. s. 74.
Dil Düşünce ve Anlam 66 temel işlevlerinin başında gelen iletişimin -en azından- saglıklı bir imkarn tehlikeye ginneyecek midir? Gazali'nin yaptıgı şekliy­ le anlam nefiste mevcut/saklı bir içerik olarak tanımlandıgında, muhatap tarafından anlaşılmasının imkarıı ve bunun ölçütü ne olacaktır? Bu sorular bizi dil-anlam ilişkisinde anlamı belirleyen etkenierin niyet ve inanç gibi içsel bilinç durumlan mı yoksa sos­ yal ve fiziksel/dilsel dış faktörler mi oldugu sorunuyla yeniden yüzleştirecektir. Bu noktada kanımca temel sorun, anlamı bu etkenlerden biriyle açıklamak veya bu belirleyici faktörlerden bi­ rine indirgemek gibi görünmektedir. Ehl-i Sünnet'in haklı oldugu nokta, anlamın zihinsel boyutunun varlıgını savunmasıdır. Diger yandan anlamın bütünüyle zihinsel içeriklerden oluştugu iddiası ise anlamı açıklamada özellikle dilin ve dil dışı faktörlerin rolünü bütünüyle göz ardı etmek gibi bir indirgecikle sonuçlanacaktır. Konuya diger bir açıdan bakıldıgında daha önce dikkat çekti­ girniz şu soru da sorulmalıdır. Ehl-i Sünnet birbirinden farklı iki kelam mı benimsemekte , yoksa aynı kelamın iki düzeyinden mi bahsetmektedir? Kanımca bunu Paul Grice'ın, konuşanın anla­ mı (speaker meaning) ile kelime anlamı ( words meaning) arasın­ da yaptıgı ayrımla karşılaştınldıgında, kelam-ı nefsi'nin, kelam-ı lruzi yoluyla gerçekleşen ve birbirini tamamlayan iki düzeyi ol­ dugunu söylemek, iki kelamı savunmaktan daha geçerli bir yol gibi görünmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için Grice'ın kuramma biraz daha yakından bakmakta fayda vardır. Grice. Locke'un nedensellik kuramını daha da ileri götüre­ rek onu , Denkel'in tabiriyle nedensel kurarnların en üst örne­ gi haline getirmiştir. Grice'ta konuşanın anlamı/kastı , (speaker meaning) sernanttk gayeligi belirleyen niyetin, dil ve anlamın merkezine yerleştirilmesine dayalı bir süreçten oluşur. Ancak bu süreç Denkel'in niyet çözümlemesi adını verdigi23 karmaşık bir niyetler dizisinden oluşmaktadır. Ö ncelikle Mdogal olan" ve Mdogal olmayan" anlam/iletişim ayrımlanndan yola çıkan Grice'a göre konuşanın anlamı/kastı, doğal olmayan insan iletişimine kay­ naklık eden anlamlılık türüdür. Bu yapayhgın koşulu, konuşan (K) 'nin (a) anlamını kastederek ilettigi önermenin , söz konusu 23 Krş. , Denkel, Anlam ve Nedensellik. s. 36.
Anlam ve Do�ası 67 (a) anlamım mantıksal olarak içermemesidir.24 Buna göre konu­ şanın anlaını/kastı, (X)'i dogal olmayan bir yolla, dile getirmekle bazı şeyler anıatmasına dayanır. Bunun açılımı (K) konuşanın, (D) dinleyende, (E) etkisini oluşturmak için (N) niyetine ek ola­ rak. dinieyenin bu niyeti kavradıgı inancına dayanan ikinci bir (N2) niyeti ile (X)'i ifade etmesidir. 25 Bu niyetler ilişkisi temelde K ile D'nin ortak rasyonel bir (anlama/anlaşma) zeminde bulun­ maları varsayımıarına dayanır. K, D'nin kendi niyetini kavradıgı inancına sahip oldugu gibi, D de K'nın kendisine bu inançla (X) 'i ilettigi inancına sahiptir. Buna göre K bildirimde bulundugu za­ man D, K'mn bununla neyi bildirmek istedigi (niyetinin) inancı­ na sahiptir. Aynı şekilde K, 'emir' formunda emretme ediminde bulunurken, D'nin buna uyacagı öngörüsüyle emrettigi gibi, D de K'nın bu niyetle kendisine emrettigi inancına sahiptir. Ancak bu nedensel iletişim zincirinde, dinieyenin konuşaula aynı inancı paylaşınası ya da söylenenin beklenen etkiyi göstermesi zorunlu degildir.2 6 Diger bir ifadeyle istenen sonuçlara ulaşmak iletişime dayalı anlam aktarırnın zorunlu bir parçası olmamaktadır. Grice, kelime ya da cümle gibi bir ifadenin anlamıyla (sen­ tence meaning/ word meaning) söz konusu ifade (kelime/ cümle) ile kastedilen anlamın aynı şey olmadıgına da dikkat çeker.27 Bu ayrım söz ediroleri kuramında yaklaşık olarak söyleme edimi ile edimsöz edimi aynınma denk gelmektedir. Ancak söz edimi kuramında dilin kurumsallıgı ve uzlaşımsal yönü öne çıkarken, Grice'ın nedensel anlam kuraınında agırlık merkezini konuşanın kasıt ve niyetleri oluşturmaktadır. Bu durumda herhangi dogal bir dildeki kelimenin/cümlenin açıkça veya ima yoluyla dile ge­ tirdigi anlam, onları dile getiren konuşmacımn niyet ve kasıtla­ nna baglı degildir. Aksine bu anlam türü daha çok, dili önceden kullananiann belirledigi uzlaşımsal kullanım ve dilsel kurallarla şekillenmiştir.28 Bu baglarnda söz konusu aynınlara bakıldıgın­ da kelime anlamı uzlaşımsalken, konuşanın anlamı her zaman 24 25 26 27 28 Grtce. Studies in the Way of Words (Cambrtdge: Haıvard University Press. 1 99 1 ) . s. 1 1 7: krş. Arda Denkel. Anlamın Kökenleri. s. 20 1 . Paul Grtce. age. s . 1 22 - 1 23. Age. s. 1 23 - 1 24. Paul Grtce. age. s. ı I 7vd. Bkz .• Davis, age, s. 24.
Dil Düşünce ve Anlam 68 böyle degildir. Bazen da bunu aşma egilimtndedir. Zira kelime anlamı toplumsal iletişime olanak saglayan deyim yerindeyse standart anlamla özdeştir. Ancak konuşanın niyeti her zaman bu standartla uyumlu olmayabilir, ondan ayrılabilir ve yeni an­ lamlar içerebilir. Anlaşıldıgı kadarıyla Grice'ta sentaks kurallan ve uzlaşımsal olanla şekillen anlam , dilsel olan anlamdır. Böylece konuşanın kasıt ve niyetleri standartiaşmış dil üzerinde birden fazla ve farklı yollarla gerçekleşebilmektedir. MKelime anlamı" ile Mkonuşanın anlamı" aynınma dikkat çeken Grice'a göre konu­ şan, söyleme ediminin uzlaşımsal şartlarını yerine getirmekle, uzlaşımsal anlamı da konuşanın anlamının bir parçası haline getirmektedir.29 Bu yönüyle Grice'ın kuramı, temelde kullanıma dayalı pragmatist bir yaklaşım olsa da anlamı konuşanın kasdı­ na dayandırmakla, uzlaşım dışı olan veya uzlaşımı aşan lfadelere de imkan verdigi gibi dilin tarihsel kökeniyle ilgili olarak, uzlaşım dışı olandan uzlaşımlıga dogru genişlemege de imkan tanımak­ tadır. Bu noktada anlamı sadece dilsel kullanım ve kurallarla tanımlayan yaklaşımlardan aynlabilmektedir. 30 Locke , Grice ve Ehl-i Sünnet kelamcılannın örnekliklerinde ele aldıgımız zihtnselci yaklaşımlarda öne çıkan başlıca özellik­ lerden biri, konuşmanın iki bileşeninden özsel olan anlamın zi­ hinsel karakterli olmasıdır. İ kincisi söz konusu zihinsel anlamın -dogal olarak- lafzi/ sözel olanı öncelemesidir. Konu dil-düşünce ilişkisi baglamında ele alındıgında, bu ayrım düşüncenin dili ön­ celemesi ve dilden bagımsız olmasıyla eşdeger bir yaklaşımı yan­ sıtmaktadır. Ü çüncü ortak özellik lafzın, anlamın iletilmesinde araçsal bir rol oynamasıdır. Buna göre anlam , temelde konuşa­ nın kasıt. niyet ve talepleri dogrultusunda uzlaşımsal olan dil üzerinden gerçekleşmektedir. Anlam düşünce, ide veya kavram gibi bir zihinsel içerik ola­ rak benimsendiginde , başkalarının bu içsel içeriklere ertşim imkanından söz edilebilir mi? Bu mümkünse söz konusu ertşim nasıl gerçekleşmektedir? Anlam, salt öznel /psikolojik niteliklerle sınırlanabilir mi? Ayrıca dilsel olana salt araçsal bir rol yükle29 30 Bkz. Paul Grice, age. s. 1 1 8- 1 22 . B kz . Arda Denkel . AnlamUl Kökenleri. s. 99.
Anlam ve Do�ası 69 rnek, dilin anlamı belirleyici rolü olan kural ve kullanımını göz ardı etmeye ek olarak dilin düşünceyi üreten ve geliştiren yönü­ nü de dışlamak anlamına gelmeyecek midir? Bu gibi soruların zihinselci yaklaşımı savunanlarca cevaplandırılması gerekecek­ tir. Hem söz konusu soruların cevaplarına ulaşmak hem de an­ lamın zihinsel olup olmadığı en azından böyle bir niteliğinden söz etmenin imkanı noktasını açıklığa kavuşturmak için konu­ yu yukarıda ele aldığımız yaklaşımların karşısında yer alan belli başlı görüşlerin eleştiri ve değerlendirmeleri doğrultusunda ele almakta fayda vardır. Zihinsel anlam görüşü , yakın d Öne mlerde başta Wittgen­ stein'la başlayan ve takipçileriyle farklı boyutlar kazanan kulla­ nımcı/ pragmatist yaklaşımlar başta !lllll ak üzere anlamı dilsel kurallar, eğilim veya davranışlarla aç ıkl:ayanlar ya da salt uzla­ 9iı şım gibi dilin sosyal yönünü öne çıkar lar gibi birçok yaklaşım _ tarafından değişik eleştirilere m aruz kliımıştır. Omeğin, bu yak­ laşımlardan Merleau Ponty ve Wittgensteincı yaklaşım temelde anlamın, dil kurallarına ve bu kurallar çerçevesinde kullanıma dayalı olduğunu savunur. M. Ponty'e göre içsel/zihinsel anlam, "bizim düşüncelertınizi dışa vurmadan, kendi kendimize söyle­ memizden başka bir şey değildir. "31 Wittgenstein'a göre de öznel olan düşünce ve niyetler dilsel kural ve kullanıma uygulandığı oranda geçerli ve anlaşılır olabilir. Aslında dilsel kural ve kulla­ nım, kasıtları ileten araçsal işleviyle tanımlandığında, buna zi­ hinselci yaklaşımların itiraz etmeyeceği söylenebilir. Ancak görül­ düğü kadarıyla Wittgenstein'da anlam ve anlama hiçbir şekilde zihinsel bir süreçle açıklanamaz. Konuşanın kasıt ve niyetlerini önemli oranda dışlayan görüşlerinde M. Ponty, kasıtlılığı/anlamı kendisinin "dilsel tortu" olarak isimlendirdiği kültürel miras veya dilsel birikimle açıklarken Wittgenstein, tıyı dilin kullanımı ve yaşan­ öne çıkarır. öyle ki kelimeler de 'gülüş', 'ağlayış' veya diğer bazı "fiziksel işaretler" gibi olup bunların anlamlarını belirleyen sadece bağlam ve dilsel kullanımdır. 32 Bu yaklaşımlan paylaşan 31 32 Davtt Haigt. 'Th e Source of Unguistic Meaning". Phik:ısophy and Phenomenok:ı­ gical Research. 37 ( 1 976) 2. s. 240. Wlttgensteln ve M . Ponty'nın konuyla Ilgili yaklaşımlan Için bkz. Davtt Halgt. agm, s. 240-244.
70 Dil Düşünce ve Anlam David Haight, konu ile ilgili şunlan söyler: MKonuşma öncesi bir ön anlamlılıktan bahsetmek, öncelikle konuşabilmeyi gerektirir. Bu da ancak toplumsal olan bir dili ögrenmekle mümkündür. "33 Burada zihinsel anlamın önceliginin aksine lafzın anlamı öncele­ dlgi hatta onu belirledigi anlaşılmaktadır. Lockeçu ve Grtceçı zihinselcilige karşı Wittgenstein'la birlikte Ryle'dan gelen itirazın merkezinde , anlamın, konuşanın düşün­ cesi olmadıgı gibi anlamanın da dinieyenin konuşan karşısında ürettigi bir düşünce olmadıgı görüşü yer almaktadır. Buna göre zihinsel bir anlam ve ya anlama sürecinden bahsedilemez. Bu­ nun aksine anlam ve anlama belli bir deneysel (dilsel) ortam­ da söylenenin karşısında bir eğilim geliştirmektir. Dolayısıyla anlamlı olanı anlamsız olandan ayıran, bireysel egilimin belir­ ledigi, ifadenin kullanım şekli ve baglam farklılıgıdır. Bu egilim de temelde bir dili , onun kurallarını ve kullanımını edinmekle elde edilir. 34 Öyle anlaşılıyor ki , Wittgenstein'da anlam, zaman zaman dilin kurallannı da aşacak bir düzeyde kullanıma bagımlı görülmektedir. Zira bir kelimenin başansı her zaman kurallarla sınırlı degildir. Kurallar yol göstericidir, ancak dil oyunu tanım­ lamasında önemli olan oyunu nasıl oynadıgımızdır.35 Dolayısıyla kelime-anlam ilişkisini belirleyen kull anımdır.36 Wittgenstein'a göre bir kelimeyi onlarca farklı şekillerde kullanabiliyoruz. Bu kullanımda nesne ve onun özellikleri belirleyici olmadıgı gibi ki­ şinin düşünce ve duygulannın harekete geçmesiyle de ilgisi yok­ tur. Gerçekte farklı yönlertyle şeylere bakmak, tecrübe etmek, kelimelerin farklı kullanımlannı bilmeye baglıdır.37 Zira Mbir dil oyunu kuralının oyunda çok degişik rolleri olabilir. "38 Dil ve dilin kullanımı, anlamı ve düşünceyi önceledigi gibi kavram ve öner­ melerle birlikte dogruluk ve yanlışlık degeriert de oyun ve kulla­ nım içinde anlam kazanırlar. Wittgeinstein'e göre önerme kavra­ mına sahip olmak Moyun" kavramına sahip olmak gibidir. Öner­ ınelerin dogruluk veya yanlışlık gibi degerlerle nitelenmeleri de 33 34 35 36 37 38 Davtt Ha1ght. agm. s. 240. Denkel, Anlamın Kökenleri. s. 14. 4 1 . 44·45. Bkz. Wıttgenstein. PhUosophical Investigatltms. s. 39·40. 34. Age. s. 1 5 . Philosophical Investigations. s. 1 7. Age. s.26.
Anlam ve Do�ası 71 önermeye dilde dogruluk fonksiyonu uygulamamızla ilgili (dilsel) bir şeydir. Ö nerme için dogruluk kavramına müracaat etmemiz aslında dogru ve yanlış olarak nitelediğimiz şeye önerme demek­ ten başka bir şey değildir. Ö nermeyi belirleyen cümle formu ve dil oyunudur. Santrançta şah çekmek nasıl oyunun bir parçası ise , dogruluk ve yanlışlık da oyunun bir parçasıdır.39 Bu nokta­ da anlamın kendisi zihinsel bir içerik ya da nesne değil , dogru kullanıma dayanan bir durum olmaktadır. Bir ifadenin anlamı­ nı bilmek, inanç türünden bir tutum oluştursa da bu zihinsel bir süreçle değil insanın içinde bulunduğu durum ve şartlarla açıklanabilir. Bu durum, Wittgeinstein'cı tanımlamayla "tecrübe durumu" olarak da adlandınlabilir. Özetle, anlam ve anlama zi­ hinsel süreç değil, insanın içinde bulunduğu şart ve durumların oluşturduğu bir tecrübe, eğilim ve davranıştır.40 Bu özellikleriyle Wittgenseteincı yaklaşımın, kural ve kulla­ nıma dayalı özellikleri yanında bir anlamda bunlardan türetilen davranışçı/eğilirnci özellikler taşıdığı da görülmektedir. Aslında davranışcılık Denkel'in dikkat çektiği gibi, zihinselci iddiada an­ lamın erişilmezliğine karşı anlamın erişilebilirliğini savunmak için geliştirildi . 4 1 Buna göre anlam , söylenenler karşısında belli türden tepki ve davranışlarda bulunmak ya da davranış eğilim­ leri göstermektir. Oysa bu yaklaşımda eğilimin kendisinin de eri­ şilmez olduğu göz ardı edilmektedir.42 Burada Wittgenstein'a so­ rulacak soru , normalde fıziksel, cansız nesneler olan kelimelerin anlam gibi zahinsel bir içeriği nasıl kazandıklandır. Zira dilin ku- 39 40 41 42 Age. s. 52-53. Locke da dilsel önenne ve dogruluk lle zihinsel önenne ve dogru­ luk aynmlannı yapar. İdelertn birbirtyle ya da şeylerle Ilişkisine dayanan öner­ meler lle bunlara tekabul eden dogruluk degeriert zihinsel olanı oluştururken. dilsel olanın dışında bir referansa sahip olmayanlar da dilsel önenneler olarak tanımlarıır . Kısacası dilsel önenneler cumlelerle Ilgili Iken gerçek dogruluk da "dogrulugun şeylere uygun ideler lızertne olmasıdır." Ancak Locke, zihinsel olanların da kaçınılmaz olarak dile getırtldlklertnden böyle bir aynının zorluk­ larının da farkındadır. Bkz. Locke , İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, s. 332333. (IV. V. 6, 7, 8,) Bu aynında Wittgenstein'ın önenne ve dogruıuga Ilişkin tanımının daha çok sözsel önenne/dogrulukla liglll cumlelere denk duştuglı söylenebilir. Philosophical Inııestigatlons, s. 58, 6 1 : aynca bkz. Arda Denkel. Anlamın Kö­ kenleri. s. 74-75: 79-80. Bkz. Denkel. age, s. 1 80. . Denkel, Anlamuı Kökenleri. s . 80. �
Dil Düşünce ve Arılam 72 rallan ve kullanımı santranç oyununa benzetilmekte ve dili dog­ ru kullanmanın ön şarq, bu kurallann bilinmesine baglanmak­ tadır. Oysa santranç taşlannın ve onlann kurallanyla birlikte ifa­ de ettikleri anlamın yine kendileri ve kullanımlanyla açıklanması sadece bir kısır döngüyle sonuçlanabtlir. Öte yandan kural ve kullanım dilin işlevini bir yere kadar açıklayıcı olsa da bu durum ne anlamın nesnel boyutunu ne de anlama eşlik eden zihinsel kasıtlılık boyutunu dışlamayı gerektirir. Aksine dilsel kullanırnın gerçeklikle ilişki içinde , konuşaniann kasıt ve niyetlerinin ortaya çıktıgı zemin olarak açıklanması sadece kurallarla açıklamaktan daha kuşatıcı bir iddia olacaktır. Dil-zihin ilişkisini açıklığ;a kavuşturmada yukandaki açık­ lamalara paralel olan ancak daha doğ;alcı bir yaklaşımı da W. V. Quine , savunmaktadır. Quine'a göre dil, zihinle açıklanabilir ancak dil gibi bir yeti olmadan zihin açıklanamaz. Dilin, insanın iç dünyasının dışa vurumu olmasını ve dilsel malzemeyle kendi­ liğ;inden ve önceden kestirilmeyen anlamiann iletilmesini dil ye­ tisinin ayıncı özellikleri olarak kabul etmekle43 birlikte Quine'nın dil-zihin ilişkisi bakındaki açıklamalan tamamen davranışsal ve temayüllere dayalı doğ;alcı nitelikler taşımaktadır. Buna göre in­ sanın dilsel yetilerle karşılık vermesi, hayvaniann tepkisel dav­ ranışlanyla karşılaştınldığ;ında türsel değ;il , sadece bir derece aynınma karşılık gelir. Bu anlamda Quine dili, "sözlü davranış­ lara yönelik bir temayüller sistemi" olarak tanımlar. 44 Quine'nı bekleyen sorun, zihinsel anlam dışladığ;ında konuşmanın sadece yapay kelimelere dönüşüp dönüşmeyeceğ;ini belirlemenin nasıl mümkün olacağ;ıdır. Quine , buna cevap olarak, yukandaki yak­ laşırnlara benzer şekilde dilin toplumsal / uzlaşımsal yönünü öne çıkarır. Ona göre dile getirme ya da tepkimeler toplumda rastgele tanımlanmamaktadır. Dolayısıyla temayüllere dayalı davranış ­ sallığ;ın da ölçütleri olacaktır. Ömeğ;in bir onama durumunda, istenen şartlannın var olması halinde cümlenin onama bekleyen içeriğ;ine dönük bir temayül de ortaya çıkacaktır. Bu açıklama­ lardan Quine'nın ulaştığ;ı sonuç, zihinsel durumlan içeren tüm 43 44 Qulne. agm s. 82-83 W. V. Qulne, "Mind and Verbal Dlsposltlon" , Meaning and Referans, s . 80-83
Anlam ve Doğ:ası 73 iddialann, dilsel davranışlara dönük temayüller şeklinde deger­ lendiıilmesi gerektigidir.45 Maddenin çözünürlügünde oldugu gibi temayülü fıziksel maddelere kadar genelleyen Quine , davra­ nışsal temayülleri de psikolojik durumlara dayalı bir mekanizma şeklinde betimler. Zihin, davranış ve psikoloji üçlüsünü dogalcı bir çizgide buluşturan Quine , zihni davranışsal -önemli oranda dile dayalı ( verbaO- egilimlerle açıklarken bu egilimleri de psi­ kolojik durumlara indirgemektedir. Psikolojik durumlan da son aşamada sinirsel, anatomik ve organik olan bedensel durumlarla açıklamaktadır. 4 6 Burada zihin felsefesi yapmak ya da dilsel ve zihinsel edimle­ rin tabiatçı açıklanmasına cevap vermek konumuzun sınırlarını aşmaktadır. Ancak böyle bir yaklaşımın, anlamı dilsel kural ya da egilimlerin dışında düşünce, inanç ve niyet türünden zihin­ sel tutumlarla açıklamayı dışlayacagına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bu yaklaşımlarda Toplumsal olan bireysel olana, uzla­ şımsal olan niyet ve kasıtlara -en azından- öncelik arz etmekte­ dir. Burada sorulması gereken soru , dilsel kuralların, uzlaşım ve kullanırnın sözü ve anlamı tamamen dilsel temayüllere indirgeme sonucunu zorunlu kılıp kılmadıgıdır. Diger bir deyişle dili egilim­ lerle açıklamanının sınınnın ne oldugudur. Bu noktada -deyim yerindeyse- zihinselcilikle, dilselciligi karşı karşıya getiren sorun birbirini tamamlayıcı olarak da açıklanabilecek bu boyutlann birbirine indirgenmesi gibi görünmektedir. Şimdi sorunun İ slam düşüncesinde teolojik bazı sorunlarla ilişkili olarak nasıl tartışıl­ dıgını bakalım . Dili , kullanırola tanımlayan yaklaşımların zihinselcilige yap­ tıgı itirazların bir benzerini İ slam düşüncesinde dinin temel id­ dialarını akılcı bir zeminde açıklama çabalanyla bilinen Mutezile kelamcılarının, Ehl-i Sünnet kelamcılarına karşı ileri sürdükleri­ ni görüyoruz. Ehl-i Sünnet kelamcılarının yaklaşımlarının aksine Mutezile kelamcılan bu noktada anlamın dilsel olanın (ses, söz, gramer, sentaks vb. ) dışında bir yerde aranmaması gerekligini savunurlar. Onlar, dilin kurallarını ve sosyal/uzlaşımsal özellik45 46 ----- Agm . 88 Agm . s. 88-89.
DU Düşünce ve Anlam 74 lerine dayalı kullanımını anlam için tek geçerli ölçüt olarak kabul ettiklerinden, Ehl-1 Sünnet kelfuncılannın, kelam-ı lafzi olarak tanımladıklan dilsel /sözsel boyut, adeta Mu'tezile'nin tüm kelam tanımını kapsamaktadır. Buna göre anlam, dilin kendi kuralla­ n ve uzlaşımsal kullanımıyla gerçekleştigine göre aynca zihinsel (nefsi) olan bir kelfundan/anlamdan söz edilemez. Bu açıklama tarzı bir açıdan Aristo'dan beri gelen; özellikle Batı Ortaçagında kalın çizgilerle belirginleşen geleneksel yaklaşıma aykın , yeni bir görüş ileri sürmek anlamına da geliyordu. Zira geleneksel yak­ laşıma göre anlam , dilsel/ lafzi olanı öncelernekte ve lafız bu iç­ sel/zihinsel anlamın iletilmesi için sadece araçsal bir önem arz etmektedir. Mu'tezile , bu yaklaşımı adeta tersine çevirerek, an­ lamın ancak dilin (gramer) kurallanna ve toplumsal uzlaşıma dayalı olarak açıklanabilecegini savunur. Mutezili düşünürler zi­ hinsel anlama karşı çıkarken, en başta dilin tanımında içkin gör­ dükleri bazı özelliklerinden hareket etmekteydiler. Buna göre dil , düzenli harf ve seslerden oluşan, belli bir anlam/fayda (müfıd) saglayan, saglam duyularla algılanan , belli bir yerde meydana gelen bir fiildir.4' Söz (keldm) tanımında ses , lafız ve anlamın bir­ likte ele alınması gerekligini savunan48 Kadı Abdülcebbar'a göre kişinin konuşma niteligine sahip olması ancak sözün işitilen, algısal yönüyle bilinebilir.49 Dil , belli bir gramer yapısına baglı kurallardan oluşan düzenli bir sistemdir. Harf ve sesler ancak bu düzenekte anlamlı birimler haline gelirler. Aksi halde ömegin, zeyd ismini oluşturan z-e-y-d harfleri, d-z-y-e şeklinde anlamsız bir dizili şe de sahip olabilirdi. 50 Şüphesiz, Kadı'nın bu görüşünü paylaşarak, anlamlı lfade­ lerin ancak dilin kurallan ve gramer yapısı içinde gerçekleşti­ gl söylenebilir. Ancak daha önce degindigimiz gibi gramer ku­ rallarına uydugu halde, yanlış anlamlar ifade edebilen ya da herhangi bir anlam ifade etmeyen cümleler kurmak da pekala 47 48 49 50 Bkz. Kadı Abdülcebbar. El-Muğni, C.VI I , s. 84. Mu'tezlle'nln yaklaşımını Kadı Abdülcebbar'ın EI-Muğni adlı eseri çerçevesinde degerlendirecegiz. Kadı'nın Mu'tezlli düşüncenin zirvesi olarak kabul edilmesi bu tercih Için yeterli bir gerekçe olarak dejlerlendlrileblllr. Kadı Abdülcebbar, age. s. 22. Age. s. 63. Kadı Abdülcebbar, age, s. 1 6. 1 8 .
Anlam ve Dogası 75 mümkündür. "Kırmızının tadı ekşidir" cümlesinde kırmızı ve tadı ayrı ayrı anlamamıza karşın referanslardaki yanlış bir ilişkilen­ dirme cümleyi anlamsız hale getinnektedir. "Dikdörtgen üçge­ ni seviyor" cümlesinde de gramere aykırı bir diziliş olmamakla birlikte kategorik ilişkilendinne yaniışından dolayı herhangi bir anlam ifade ettigi söylenemez. Mutezile bu sorunun çözümünü, tıpkı Wittgenstein (onun takipçileri) ve Dummet gibi düşünürle­ rin, anlamın gerçeklik/referans boyutu ve zihinsel yönüne karşı dilin toplumsal uzlaşıma dayalı özelliginde arayacaktır. Bu du­ rumda -dil kurallanna ek olarak- dilin anlamlı (müfıd) oluşunu saglayan ibarelerin uzlaşımla (uadı') belli anlamlar için önceden belirlenmiş olması gerekir. Dilin bu yönü , Kadı'ya göre toplum­ sal anlaşma ve iletişim için kaçınılmazdır.51 Anlamı ve kasılları bilmek salt söz ve isimleri bilmekten öte , temelde bu dilsel bi­ rimlerin hangi anlam için konulmuş oldugunu (uadı1 önceden bilmekle ilgilidir. 52 Dolayısıyla dilsel uzlaşım ve kullanılan dilsel ortam anlamı öncelernekte ve belirlemektedir. Dilin toplumsal ve uzlaşımsal yönü anlamın bilinmesi için zorunludur. Zira bunu bilmemek, konuşanın maksadına erişimi engeller ve gerçek an­ lamın ne oldugunu bilmeye ve anlaşmaya engel teşkil eder. 53 So­ nuç olarak, Kadı'ya göre , "bir anlama gelmek üzere -uzlaşımsal olarak- konmuş olan (uad1 söz, ortaya çıkışında tertip üzere ol­ mayı gerektirdiginden, böyle bir anlam zihinsel (nefsij olamaz. "54 Anlam lafızla gerçekleştigine göre , zihinde harfiere karşılık gelen bir kelamdan bahsedilemez. İ fadelere dönüşmeden önce anlamın nefıste düzenege (tertibe) sahip oldugu iddiası bir çelişkidir. Bu ancak kişinin kendi kendisine konuşması olarak düşünülebilir. 55 Bu açıklamalardan da anlaşılacagı gibi Mutezile , anlamı dilin uzlaşıma dayalı ve yapısal kurallan ile bunların toplumsal iş­ leviyle açıklamaktadır. Bunlara ek olarak bu dilsel özellikleri de tamamen tabiatçı-tecrübeci bir temelde kabul etmektedir. Dil de tıpkı renk ve degişik olgular gibi algısal olan, görme ve işitmey­ le anlaşılabilen bir gerçeklige sahiptir. Algının konusu olan da 51 52 53 54 55 � Kadı Abdülcebbar. age. s . 6 . 8. EI·Mıiğnl s . 1 7 . Age. s. 1 0 1 . 10 2 . Age. s. 63. Age. s. 1 6. 1 8 .
76 Dil Düşünce ve Anlam sadece ses degil, aynı zamanda sözsel olan diger tüm anlamlılık birimleridir. Zira anlam zihinde haps olunan bir şey olmayacagı gibi , anlaşılması da ancak dile getirilmesiyle mümkün olabilir.56 Bu halde anlam zihinsel içerikli degilse , temelde fıziksel/algısal şeyler olan kelimeler nasıl oluyor da anlam yüklü olabiliyor? Bu soru diger dilselci anlayışlar gibi Mu'tezile'nin de cevaplaması ge­ reken sorulann başında gelecektir. Çünkü Alston'ın haklı olarak dikkat çekttgi gibi dil felsefesinin cevaplamaya çalıştıgı en temel soru , fızıksel ögelerin nasıl anlamlı içerikler halini aldıgıdır.57 Diger yandan dilin toplumsal, dolayısıyla uzlaşımsal niteligi bi­ reyler arası iletişimi saglamak için zorunlu bir koşuldur. Ancak her bireyin elindeki dilsel malzemeleri anlamlı bir şekilde kullan­ masının kaynagını oluşturan şeyin ne oldugu sorusunun sadece bu nitelikten hareketle cevaplanması zor görünmektedir. Zira dili kullanınada bireylerin niyetlerinin belirli bir rolü, hatta bazen toplumsal olanı aşan bir tarafı olabilmektedir. Mutezile'ye göre bu yönüyle anlama kaynaklık eden bilgi ve bu bilginin istençli kullarumıdır. Ne anlam ne de anlama tıpkı Wittgenstein'cı yakla­ şımda oldugu gibi zihinsel içeriklerle açıklanabildiginden, içsel/ zihinsel anlam denilen şey bilgi ve dilernenin (irade) dışında bir şey degildir. Kadı Abdülcebbar'a göre fikir-ibare ilişkisi ne zo­ runlu (a priori) ne de tecrübi herhangi bir yolla karutlanabilir. Ehl-i Sünnet'in Mkişi ancak delalet üzere düşünür, ilkin nefiste düşünmeden onlan ifade edemez"58 iddiasına karşı Kadı, sözün fikir veya düşüneeye delaletinin bilgi ve dilemeye delalet etmek­ ten başka bir anlamının olmadıgını savunur. Buna göre ömegin, Mbir şehre gidiyorum" ifadesi içimde irade ettiğim bir durumu bi­ liyorum anlamına gelir. 59 Burada Kadı Abdülcebbar'ın kavram, ide, düşünce gibi zihinsel içerikleri ara aşama olarak benimseme yerine anlamın dogasını dogrudan bilgiye dayandırdıgt anlaşılmaktadır. Diger bir ifadeyle semantigi, epistemolojik bir temelde açıklama girişimi söz konu­ sudur. Daha açık bir ifadeyle dilsel/ sözsel delalet, zihinsel bir an56 57 58 59 Bkz. age. s. 1 4. 1 6. 1 8 . 1 93. Bkz. Alston, Philosophy of Languagae. s . 3 vd . Kadı, age. s. 1 7- 1 8 . Age, Aynı yer.
Anlam ve Dogası 77 lamdan ziyade dogrudan bilgi içerigine referansta bulunmaktadır. Kadı'nın yaklaşımının anlamın nesnelligi açısından önemli ögeler taşıdıgi söylenebilir. Öncelikle dilin sosyal/uzlaşımsal boyutunun anlam aktarımıru saglayarak, dilin temel gayelerinden biri olan ile­ tişime imkan tanımaktadır. İkinci olarak, anlamın kaynagı ide gibi (Lockeçu anlamda) öznel içerikler yerine, aktarılabilen ve iletişime imkan taruyan bilgi ile açıklanmaktadır. Bilgi gerçeklikle ilişkisi oranında nesnel ve başkalan tarafından paylaşılabilen özellikleriy­ le aktarıma açık olmaktadır. Kadının bir taraftan anlamı -göreceli olabilen- uzlaşıma dayalı dilsel boyutla açıklarken diger taraftan bilgi gibi kesinlik niteligi aranan bilgiyle temellendirme çabası bir çelişki gibi görünmektedir. Sözgelimi Wittgenstein'ın dogruluk, yanlışlık degerleri, kavram ve önerme gibi bilgi ve referansla açık­ lanması beklenen epistemik ögeleri dil oyunu analojisi içinde -gö­ receli bir zeminde- açıklama çabası dilin kullanımı ve uzlaşıma dayalı perspketlf noktasında kendi içinde tutarlı görünmektedir. Kadı ise anlamı göreceli bir alandan kesin(leyici) bir arka plana ta­ şımaktadır. Bu tutum Kadı'nın dil kullanımı ve kullanımına dayalı anlam ve anlamın nihai referansını birbirinden ayn degerlendirdi­ gini göstermektedir. Birincisi anlam paylaşımı ve iletişim imkanı için zorunlu göıiilürken. ikincisi bireyin öznel olan zihinsel içerik­ leri yerine anlam için daha nesnel bir zemin oluşturacak olan bilgi içerigiyle açıklamayı öngörmektedir. Burada yüzleşilmesi gereken sorun, semantigi epistemolojiye indirgeme sorunu olacaktır. Bir ifadenin anlamlı olması her zaman bilgi degeri taşıdıgi anlamına gelir mi? Anlamsızlık dogrulukla, özdeş olabilir mi? (Dile dayalı anlamın aynı zamanda niyet, kasıt, yönelim gibi zihinsel içeriklerle şekillendigi göz önüne alındıgında dil/anlam aynı zamanda dünya görüşü, hayata farkli. kültürel pencerelerden bakmanın yoludur. Bunlar aynı zamanda dil ve anlam alanını bilgi alanından ayıran olgulardır.) Kanımca Mı..ı tezili yaklaşım için örnek aldıgımız Kadı'nın temel sıkıntısı konuşanın anlama katkısını göz ardı etmesidir. Anlam her zaman bilgi · ile özdeş olmayabilecegi gibi anlamayla erişilen de her zaman b!r bilgi içerigi olmayabilir. Diger yandan, konuşa­ nın kasıt ve niyetlerinin anlamı belirlemede belirgin bir role sahip
DU Düşünce ve Anlam 78 oldugunu kabul etmekle birlikte, -bunu iddia etmenin- anlamın nesnelligi için bir sakınca teşkil etmedigi de pekala savunula­ bilir. Bu sorunu sonraki başlıklar içinde açıklıga kavuşturmayı hedefliyoruz. Şunu da belirtelim ki Mutezile'nin (bizim için Kadı ömeginde) , bir açıdan anlam nesnelligini savundugu kabul edil­ se de bunu temellendirmede yeterli gerekçelere sahip oldugunu söylemek zor görünmektedir. Ö zellikle dilsel olanın referansta bulundugu gerçeklik alanıyla ilişkisi üzerinde yeterince durduk­ lan söylenemez. Geliştirdikleri tez temelde kullanırncı teorilerde oldugu gibi dilsel olanla sınırlı kalmakta ve bu da sonuçta dön­ gülere yol açmaktadır. Anlamı bilgi içerigi olarak temellendiren benzer bir yaklaşımı, anlamın nesnelligini savunmak için Frege'nin ileri sürdügünü görmekteyiz. Frege, aynı zamanda anlamı her hangi türden zi­ hinsel nesneler yerine kullanmayı öznelcilik ve psikolojizm ola­ rak kabul etmektedir. Zihinselci yaklaşımlarda anlam zihinsel içerikli iken Frege'de bu bilgi içerigidir. Frege bu içerigi çogun­ lukla Mdüşünce" ile ifade eder.60 Frege'nin kalın çizgilerle ayırdıgı anlam, referans aynmında bilgi içerigi anlamın referansta bulundugu şeyi ayırt edip belir­ lernemizi saglamaktadır. Anlam bu durumda referans (nesnesi­ ne) ilişkin dogru bilgi içerigi olmaktadır.61 Bilgi içertgi referansın farklı yönlerini dogru betimlemelerle dile getirilebilir. Hatta bazen bunun aynı referansı niteledigi bile anlaşılmayabilir. Frege bu anlamda referansın bütünüyle kuşatılmasının insan kavrayışı için imkansızlıgına deginir. Öyle ki bu durum insan için daha çok bir ideal gibi durmaktadır.62 Bilgi içerigi Frege için Denkel'in vurguladıgı gibi ifadenin refe­ ransta bulundugu şeye bir götürüş yolu , bir yöneliş biçimidir.63 Bu durumda dogal olarak aynı referansın birden fazla anlamı söz konusu olabilir. Çünkü herkes bilgi içerigine göre referansta bulunacaktır. Ö megin iki kaşifın farklı yollarla keşfettikleri ve 60 61 62 63 Bkz .. Frege. "On Sense and Reference". Meaning and Reference (Içinde) . ed. A.W. Moore (Oxford: OUP .. 1 993). s. 27 vd . Bkz . . Arda Denkel. "Frege"nln Dil Felsefesi" , Felsefe Araştınnalan. s.32. Bkz. Arda Denkel. agm, s.34, : Frege. · On Sense and Meaning", s . 29. Denkel, age. a.y.
Anlam ve Do�ası 79 MAlfa" ile MAtep" isimleıini verdikleıi aynı dagı düşünelim. Bu­ rada sernanttk açıdan Alfa, Atep ile eşit degildir. Çünkü WAlfa" ile MAtep"in anlamları farklıdır. Zira Alfa ve Atep'in her biri ayn bir düşüncenin bir parçasıdır. Dolayısıyla burada aynı referansın farklı anlamlarından bahsetmiş oluyoruz. Zira referansta bulu­ nulan dag aynı olmakla birlikte farklı zihinsel içeriklelin kay­ naklık ettigt farklı anlamlarla söz konusu referansa yönelimde bulunulmaktadır. Ö zellikle her zihnin detaylarda şekillendirece­ gi öznel nitelemeler bu ayrımı daha fazla tutarlı ve geçerli hale getirmektedir . Bu örnek dogruıtusunda, Frege'ye göre aynı şey faklı yollarla belirlenebilir. Bu durumda her belirlenimin kendine has bir ismi ve her ismin de farklı bir anlamı olmaktadır. Eger ismin anlamı özneise onun oluşturdugu (veya karşılık geldigt) önerme , dolayısıyla düşünce de öznel olacaktır. 64 Benzer şekilde, aynı anlamın birden fazla anlatımı da söz konusu olabilir. Ma­ tematikten hareketle anlam ve bilgiyi temellendirmeye çalıştıgı anlaşılan Frege'nin örneklelinde sıklıkla yansıttıgı gibi sözgelimi, 2+2=4, 2 . 2=4, ya da 5- 1 =4 hep aynı anlamın farklı ifadeleıidir.65 Bu açıdan bakıldıgında Frege'de referanstan anlama, anlamdan anlatıma dogru birçokluk görülmektedir. Referansın tekligi onun nesnelliginden kaynaklanmaktadır. Aynı dogrultuda anlam da nesneldir. Bunun aksini savunmak Frege'ye göre psikolojizmi savunmaktır. Anlamın özneler arası paylaşılabilen bir şey olması onun nesnel ve reel bir şey olmasını gerektirir. Frege, anlamın nesnelligini savunurken Dummet'ın kendisini MFrege mitolojisi" ile itharn ettigi Müçüncü bir gerçeklik alanı" kabul eder. Buna göre düşünce ve bileşenielinden ibaret olan anlam, zamansız ve degişmez olan , aynı zamanda varlıgı/ gerçekligi için başkalarının kavrama veya ifade etmesinden bagımsız, "üçüncü bir alandır . " 66 64 65 66 Frege. "Letter to Jourdain". Meaning and Reference. s. 44. Anlam ve referans aynmında Frege"nln meşhur olmuş örnejli. Ikisinin de Venüs"e referansta bu­ lundujlu "sabah yıldızı" ve "akşam yıldızı" Isimlerinin. anlam farklılıklanyla birlikte aynı referansa tekabül etmelertdir. Bkz. "On Sense and Reference". s. 28. Fregenin verdliı! matematiksel fonksiyon örnekiert Için bkz. "Functlon and Concept". Translations .from the Philosophical Writings of Gottlob F'rege. ed. Pe­ ter Geach & Max Black (New Jersey: Barnes & Noble Books. 1 988). s. 29. Michael Dummet. Orlgins of AnaUtycal Plıilosophy (Cambridge: Harvard Uni­ v Press. 1 994). s. 22. �
80 Dil Düşünce ve Anlam Frege'de anlam kullanırncı kurarnlarda olduğu gibi dilsel bir öge olmadıgı gibi anlamın zihinselligini savunan yaklaşımlarda olduğu gibi salt zihinsel nitelikli bir içerik de degildir. Bu noktada Frege'nin kaygısı anlamı psikolojik bir boyuta indirgemekten ko­ rumaktır. Anlam, kişilerin onu anlamasından ve zihinsel içerik­ lerden bagımsız gerçekligi olan nesnel bir şeydir. Anlamın özneler arası paylaşıma imkan vermesinin nedeni bu nesnelligidir. Bu noktada Frege'nin önemli oranda Plıitoncu ideler teorisine dönüş yaptıgı anlaşılmaktadır. Bu aşamada şu sorulabilir: Bilgi içerigi ile açıklanan anlamın zihinlerden bagımsız olması, konuşanın kasıt ve niyetlerini içeren zihinsel tutumlann/içeriklerin ona eş­ lik etmesine engel midir? Kanımca bu noktada anlamın zihin­ sel olanla özdeş görülmesi ile zihinsel bir yönünün savunulması veya zihinsel ilişkiye sahip olmasının birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir. Anlam nesnel bir gerçeklik alanı olarak düşünüi­ se bile zihinsel içeriklerin söz konusu anlama eşlik etmesinde bir sakınca olmamalıdır. Sözün anlamı ile anlamın dogrulugu daha öz bir ifadeyle an­ lam ile dogruluk arasındaki fark konuyu açıklamaya yardımcı olabilir. Söz gelimi, Myagmur yagıyor" önermesinin zihinden ba­ gımsız bir gerçekligi vardır. Söz konusu önermenin dogrulugu da zihnin onu anlamasından bagımsız olgusal gerçeklikle ilgilidir. Ancak nerdeyse hiçbir konuşmada niyet. kasıt ve inançların rolü de görmezlikten gelinemez. Bu durum edimsel ifadelerde oldugu kadar, olgusal durumlan dile getirmede de geçerlidir. MYagmur yagıyor" gibi bildirimsel bir ifadenin, Frege'nin iddiasında oldugu gibi nesnel bir gerçeklik alanı olarak kabul edilmesi yahut Put­ nam gibi düşünürlerin iddiasında oldugu gibi böyle bir ifadenin dogrulugunun zihinsel herhangi bir durumla ilgisi olmayıp. dış bazı faktörlerle açıklanması halinde67 de kişinin söz konusu du­ ruma ilişkin inanç , tasdik, kabul ya da ret gibi içsel tutumlarını da içerecektir. Diger yandan, Myagmur yagıyor" gibi bir ifadeyle her zaman bir olguyu bildirmek istemiyor olabiliriz. Ö megin bu 67 Hllaıy Putnam "Meanlng of Meanlng·· ve "Meanlng and Reference" makalen temelde bu sorunu ele almaktadır. Putnam. anlamın zlnlnsel biT IçeTik olma· dığ;ını aksine. dışsal (temelde fiziksel/sosyal) bazı şartların anlam Için ölçü olarak alınması gercktlginl savunur.
Anlam ve Dogası Bl ifadeyi kullanan biri bununla evde kalmak istedigini, ya da pik­ nige gidemeyecegini yahut şemsiyesiili yanına almak istedigtni kastedebilir. MYagmur yagıyor" ifadesinin bir cümle olarak dog­ rudan bildirdigi anlam, yukanda Griceçı yaklaşımda vurgulanan dilsel (kelime/cümle) anlama karşılık gelmektedir. Konuşanın bununla piknigin ertelendigini, ya da dışarı çıkınayıp televizyon izlemeyi tercih etmeyi kastetmesi, yine Grice'ın yaklaşımıyla kar­ şılaştınldıgında, Mkonuşanın anlamı" olarak tanımlanan niyete dayalı zihinsel anlamı karşılamaktadır. Burada birincisi, dogru­ dan, anlaşılır ve açık olmasına karşın aktanlmak istenen (ile­ tişimsel) anlam degildir. Cuveyni'ye ait yukanda degindigimiz örnekte, Myap" emrinin hem emir, hem talep içerdigi, bunlardan nefiste yerleşik olanın kesin ve asıl anlam oldugu iddiası da bu ayrımla ilişkilendirilebilir. Bu yaklaşımda (K) konuşanın , (x) kas­ tını (c) cümlesiyle dile getirerek, dinieyende meydana getirmek is­ tedigi (e) etkisi anlamı belirlemede (konuşanın) katkısı olmakta­ dır. Bu katkı aslında dilin salt olgulan tasvir eden bir araç olma­ dıgının göstergesidir. Aynı zamanda birey ve toplumların inanç ve bakışlannın şekillendirdigi bir anlam ve anlamlandırmanın da dilin işlevleri arasında yer aldıgı ortaya çıkmaktadır. Dil yoluyla bir tür dünya algısı, bakış açısı ortaya çıkmakta, bu da bireysel ve toplumsal olarak, dolayısıyla kültürel farklılıklar olarak şekillenınektedir. • Konuşma elbette tamamen konuşanın niyet ya da kasıtlanyla tanımlanamaz. Konuşanın kastı, anlamın belirleyici ögelerinden sadece biri olarak degerlendirilebilir. Ancak şimdiye kadar yaptı­ gımız ayrımların hedeflerinden biri de anlamın salt dilsel olarak düşünülmesinin de yeterli olmayacagıdır. Anlam sadece dilsel yapı ve sistem içinde yani dille sınırlı olarak da açıklanamaz. Denkel'in verdigi örnekten hareketle, Mbu oda sıcaktır" dedigim halde ellerimi oguşturup, tltriyorsam, anlam dilsel olanın tam tersi demektlr.68 Bu sonuç, Grice gibi konuşanın kastını öne çı­ karan çagdaş felsefecilerin ve Ehl-i Sünnet kelamcılan gibi dü­ şünürlerin, konuşanın kastının, her zaman söylenen ifade ile ör­ tüşmedigi iddialarının gerekçesiyle uyumlu görünmektedir. Bu 68 Örnek Için bkz. Denkel, age. s. 1 4 . �
82 Dil Düşünce ve Anlam durumda önerme, kavram, düşünce, niyet, talep , arzu gibi içsel kasıtlılık edimlerinin/tutumlannın birbiriyle ve anlarola olan ay­ nmlannın daha dikkatlice yapılması gerektigi anlaşılmaktadır. Anlam, dogNdan kavram, önerme , düşünce ya da Frege'nin id­ dia ettigi gibi tamamen bilgi içerigi olmamakla birlikte bunlar olmaksızın da anlamdan bahsedilemez . İnanç ve düşüncelerin diger yandan, anlam olmaktan öte -ilerde detaylıca ele alacagi­ mız- anlamın dayandıgı ve sözün arka planını belirleyen zihinsel içerikler olarak düşünülmesi daha tutarlı görünmektedir. Özne­ nin kasıt ve niyetleriyle "anlam"a yaptıgı katkının, bilgi için her zaman geçerli olmadıgı düşünüldügünde, bilginin anlarola karşı­ laştınldıginda nesnelligt ve kesinliginden bahsetmek daha geçerli bir degerlendirme olacaktır. 2. Anlam Aktanmı: İletişim Anlam gibi iletişim de sadece dilsel olanla sınırlı degildir. Jest. mimik ve hemen hemen diger tüm davranışlanmız, ya kendi başına ya da söze eşlik ederek anlam ifade ettikleri gibi , birer iletişim aracı, yani mesaj veren birer ileti olarak da kullanılabil­ mektedir. Ancak kendimizi baştan beri dilsel olanla sınırlandır­ dıgımız için, iletişimin dile dayalı anlam aktanını üzerinde dura­ cagız. Dil, iletlşimin tek aracı olmasa da en gelişkin ve en yaygın aracı (şüphesiz o salt araç olmanın ötesinde bir işlev ve dogaya da sahip) olarak kabul edilebilir. Dilsel iletişimin temeli: konu­ şan bir öznenin, dil gibi sosyal-kurumsal bir sistemi kullanarak, kasıt ve niyetlerini , kendisini anlama potansiyel ve imkiiiuna sa­ hip başka bir muhataba veya muhataplara aktarabilmesidir. Bu tanıma göre konuşan (K) , dinleyen/muhatab (D) , iletilen mesaj (M) ve iletilen mesajı taşıyan herhangi cümle vb . (C) türünden dilsel bir anlatım, iletişimi gerçekleştirmenin başlıca ögelerini/ koşullarını oluştururlar. Tanımdan çıkaracagımız bir diger sonuç da bir şeyin iletişim aracı olması için sadece anlamlı olmasının yeterli olmadıgıdır. Grice'ın yaptıgı 'dogal olan anlam'la 'dogal olmayan anlam' aynmı bunu açıklamayı hedeflemektedir. Buna göre iletişim , dogal anlama niyetin eklenmesiyle, dogal olmayan anlam üzerinden gerçekleşmektedir. Grice'ın anlam/ iletişim teo-
Anlam ve Dogası 83 risi konuşanın niyetini belli bir anlatım yoluyla muhatapta belli türden anlam ve etkileri meydana getiren nedensel/ teleolojik bir yapıyı göstermektedir. Konuşan, dinleyenin kendi niyetini bildigi inancına sahip oldugu gibi dinleyen de konuş anın sözü hangi niyetle ilettigini bilmekte ve konuş anın da bu niyete sahip oldu­ gu inancını taşımaktadır.69 Buna göre Helişimin başanlı olması­ nın belirgin koşulu da konuşanın kastını dinleyene (söz konusu kasıt olarak) iletebilmesi ve dinieyenin de kastedilene istenen şekilde erişebilmesidir. 70 Ancak başan şartı muhatabın verecegt tepkileri içennek zorunda degildir. Muhatabın verecegı karşılık daha çok Helişimin sonuçlarıyla ilişkili olarak degerlendirilebJlir. Muhatabın, konuşanın söylediklerine inanıp inanmaması, kabul ya da ret etmesi şeklindeki herhangi bir karşı tutum veya cevap mesajın dogru iletilmesinden ve rnuhatabın bunu dogru anlama­ sından bagımsız olarak anlaşılmalıdır. Yukanda yaptıgımız tanım geregi, muhatabın varlıgı göz önünde bulunduruldugunda, iletişimin genelde karşılıklı bir ko­ nuşma ve anlaşmaya dayalı oldugu kabul edilebilir. Ancak -gü­ nümüzde televizyon, radyo vb. görsel-işitsel medya örneklerinde oldugu gibi- kasıtlı oldugu halde, muhatabın cevap vermedlgi ama çogunlukla mesajı aldıgı birçok iletişim ömeginden de söz edilebilir. 7 1 İ letişim ve Helişimin dil ile ilişkisi hakkın da b u kısa açıklama­ lardan sonra daha çok Helişimin dogasından, Başka bir deyişle anlam aktarırnından neyin anlaşılması gerektlgi üzerinde dura­ cagız. Bu aşamada bizi ilgilendiren, konuşanın dinleyene ilettigt mesajın mahiyeti ve bunun nasıl gerçekleştlgtdir. Anlam aktan­ mının ya da Helişimin mahiyeti nedir? Nasıl gerçekleşmektedir? Bu soruların cevaplan üç ilkeden hareketle verilebilir. Bu cevap­ lara ulaşınada ve bu üç ilkeyi açıklamada önceki başlıkta ele al- 69 70 71 Grtce'ın görüşleri Için bkz. P. Grice . age. s. 1 1 7- 1 1 8: aynca A. Denkel. An­ lam ve NedenseUtk. s . 1 28- 1 29. Çaıtdaş Iletişim kurarnlarmda bireyin merkeze alınmasında, dolayısıyla öznenin niyetıni ön plana çıkaran yaklaşımlarda Gri­ ceçı kuramın etkisinin olduıtu gözlemlenebil!r. Benzer bir deıterlendlrme Için bkz. Judlth Lazar, İletişim BUimi, tre. Cengiz Anık (Ankara: Vadi, 200 1 ) . s. 50. Bkz. Wayne Dawis, age, s. 86-87 . Bkz. Dawis, age s . 9 1 . �
Dil Düşünce 84 ve Anlam dıgımız dil-düşünce ilişkisinin önemli bir alt yapı hazırladıgi söy­ lenebilir. Bu ilkelert kısaca şöyle sıralayabiliriz. 1 - Peacocke'un tanımladıgı ayrıştırma ilkesi, (discrimination) 2- Searle'ün üzerin­ (expressibUity) ve 3- iletilebilirlik de durdugu aniatılabilirlik ilkesi ilkesi ( comminucabUitiy) . Bu ilkeler geregi aktarırnda Luntley'in tabiriyle Miçerikler" bulundugumuz (contents)12 şeylerin, oldugu, bu içeriklerin de genel olarak düşünce ve inanç içeriklerinden oluştugu söy­ lenebilir. Birinci ilkenin geregi olarak bu içerikler kavramsal ve önermesel ayrıma imkan tanımalıdır. İkinci ilke tüm bu içerik­ lerin, diger bir deyişle düşünce konusu olan her şeyin dogal bir dil yoluyla anlatılabilecegi varsayımına dayanır. Üçüncü ilke ise aktarılan şeylerin düşünceler /içerikler73 oldugu kabulünden hareketle belli bir sınırlama getirir. Bu sınırlama aktarılmayan şeyler ya da içerikler var mıdır? Sorusunun cevabı olarak da dü­ şünülebilir. Aynştırma Ukesi, dil-daşünce ilişkisinde gördügümüz gibi düşünce, kavram türünden bir içertgin digerinden ayrışmasını öngörmektedir. Bu özellik düşüncenin dogası geregi önermesel ve kavramsal nitelikli olmasının bir sonucudur. Swinbume, bu noktada düşüneeye baştan itibaren, onu açık olarak dille veya pratikte (başka yollarla) ifade edebilecek şekilde sahip oldugu­ muza dikkat çeker. Bu durum, düşüncenin önermesel mahiyeti­ nin sonradan ya da Swinbume'nün ifadesiyle baglamdan dolayı edinilmiş olmadıgi, aksine bu nitelige özsel olarak sahip oldugu anlamına gelir. Dolayısıyla düşünceler, duyumların aksine öner­ meseldirler. Öyle ki Swinbume'e göre, herhangi bir dilde ifade edilmedikçe önermesel de olsa düşüneeye düşünce denemez. Bir düşüncedeki kavram ayrımı, düşünceyi ileten cümledeki kelime­ lerin ayıncı özellikleriyle teşhis edilir. Bu durumda önermeler 1 düşünceler -en azından- bazı dillerde bazı cümleler yoluyla ifade edilebilir olmalıdırlar. 74 72 73 74 Michael Luntly. Contemporaıy Phlolosphy of Thought. s. 303. Bu tanım Için bkz. Wayne Dawls. s . 344. Frege"de diişıincenln temel lçerlgt önenne olup. ciimlenln Ifade ettıgı de bir diişiincedlr. Bkz. "On Sens and Refe­ rence". s. 28. EvolutiDn. s. 78-8 1 .
Uılam ve Dogası 85 Ancak bu durumda da tüm düşüncelerimizin önermelerden ıluşup oluşmadıgı sorunuyla karşı karşıyayız. Önermelerin bil­ lirimsel düşünceler oldugu göz önüne alındıgında, bütün dü­ füncelerimizin önermelerden oluşmadıgı söylenebilir. Önerme­ er, dogru ve yanlış olabilen cümle içerikleriyle temsil edilir. Oysa ;öz edinıleri açısından baktıgımızda cümlelerimizin çogu emir, ;öz verme , rica, soru vb. -konuşarak yapılan- edim sözlerden ( U­ u.cotuionary acts) oluşmaktadır ki en azından gündelik konuş­ nanın çogunıugu da bunlardan meydana gelmektedir. Frege'nin törüşü bunların da dalaylı olarak düşünce yerine geçebilecegt ;eklindedir. Searle ise tüm edimsözlerin de önermesel içeriğe ;ahip oldugunu ileri sürer. Searle'e göre her edimsöz ediminirı ·eferans ve yüklernede bulunma anlamında önermesel bir içe­ igt vardır. Bir edimsöz ediminde bulunmak, ayıncı olarak bir ;öyleme edimiyle birlikte bir önerme edimillde de bulunmaktır. )nermelerin kendileri bir edim degildir, bunun yerine bildirimde ıildirtlen, soruda sorulan, hüküm verınede kesinlenen şeylerin çertgidir. Searle'e göre bu anlamda bir önerme edimi har zaman ıncak bir edimsöz edimi içinde dile getirtlir.75 Swinburne de dü­ ;üncelerin dogrudan oluşlarını ele alırken, uolgu durumuna dö­ ıük belli bir tutum içinde oluşurlar, 'şu'dur, 'şu' olabilir ya da şöyle) olmalıdır şeklindeki bir yolla tanımlanırlar" açıklamasını •apar. Bu düşünceler de ubildirim ( indicatiue) emir (imperatiue) ·a da soru ( interrogatiue) formuna sahiptirler. "76 Swinburne'nün ıu açıklamalan söz konusu soromuza da önemli bir cevap oluş­ urmaktadır. Kısacası düşüncenin önermesel içerikli olması, her lüşüncenin önerme bildiren bir cümle formuyla dile getirilmesini :erektirmez. Dawis'in ifadesiyle ubazı düşünceler önermedir ama tepsi bildirimsel (declarative) degildir" . 77 Burada yapılan aynm ıir anlamda önerme ile önermesel içerik aynmıdır. Önerme bir ümle yoluyla belli bir yargı bildiren bir forma sahipken, öner­ nesel içerik söz konusu cümlenin bir şekilde önermeye dönüş­ ürolebilir olmasıyla açıklanabilir. Sözgelimi soru sorma, dilekte ıulunma, bir şeyi isteme, söz verme veya emretme cümle biçim5 6 7 Searle. Söz Edlmleri. s. 93. Swtnburne. � s. 62. Wayne Dawts. age. s. 344.
86 Dil Düşünce ve Anlam leri olarak bir önerme formunda degillerdir. Ancak Searle'ün yak­ laşımını paylaşacak olursak, bunların her biri bir özne ve yüklem barındırdıgından bir şekilde önermeye çevrilebilir birer içerige sahiptirler. Normal olarak bir şeyler düşünmekle o düşünceyi dile getir­ meyi, şeylere ilişkin inançla onları ifade etmeyi birbirinden ayı­ rabiliyoruz. Karın beyazligını düşünmekle "kar beyazdır" cümle­ sini söylemek, diger bir ifadeyle önermesini dile getirmek farklı şeylerdir. 78 Böyle bir ifadeden hareketle üç temel ayrıma gitmek mümkündür: a) Karın gerçekteki beyazlıgı, b) benim karın be­ yazlıgına ilişkin düşüncem veya inancım ve c) karın beyazlıgı ol­ gusunun dile getirilmesi. Önerme içeriginin, yani karın beyazlıgı iddiasının dogrulugu benim zihnimden bagımsızdır. Söz konusu içerige ilişkin inancım öznel ve içlemsel bir şey iken, önermenin dogrulugu beni aşan kaplamsal bir şeydir. Kişi yanlış bir inanca dayanarak da bir önerme ifade edebilir. Bu baglarnda Frege de içerik ve kaplain ayrımını yaptıgında, içerigi daha çok anlamın karşılıgı, kaplaını da düşüncenin dogruluk degeriyle, dolayısıy­ la referansıyla ilişkili olarak ele almaktadır. 79 Iacona, "sezgisel olarak düşünce, inanç gibi zihinsel edirolerin yerini tutan lbir şey olarakl kabul edilmesi"ni, önerme argümanının bilinen en iyi çizgisi olarak tanımlar.80 "Deniz mavidir" ifadesinden filozofların genelde önerme derken, atfettikleri ana hatlarıyla dört nitelikten bahseder. Bunlara Dawis'in degindigi başka özellikleri ekleyerek özetle aşagıya alalım:8ı ı. Dilden bagtmsız olmaları: Ö nermeler herhangi bir dilin cümleleriyle ifade edilebilirler, ama herhangi bir dile ait olmayıp, dili öncelerler. 2. Zihinden bagtmsız olmaları: ' Ü çgenin iki kenarının top­ lamı dik açısına eşittir' önermesinin söz konusu teorem bilinmeden önce de var oldugu kabul edildiginde, hiçbir 78 79 80 81 Andrea Iacona. "Are There Proposltlons?". Erkenntnis. 58 (2003). s. 325. Bkz. Frege. ·ıııustratlve Extracts from Frege·s Rewlve of Husserle's Phllosoph· sle der Aritmetik Krttlk" ( 1 884) . Philosophical Writings. s. 80. Aynca bkz. Frege, "Functlon and Concept", Phik>sophical Writings. s. 30-3 1 . Iacona. agm. s. 325. Alıntılar oldugu gibi deg!l. yorumlanarak yapılmıştır.
Anlam ve Dogası 87 zaman düşünülmemiş ve inanç konusu olmamış sayısız önermelerden söz edilebilir. Birinci ve ikinci özelliklerine baglı olarak önermeler, soyut kendiliklerdir (entities) . Bel­ li bir uzam ve zamandan bagımsız, zorunlu olarak (sayı­ lar gibi) vardırlar. Bu özellikleriyle Dawis'in degindigi gibi önermelerin Mtek"leri olmaz, aksine onlar zihinsel olayla­ rm Mtip"leridirler. Hiçbir anlamda Mgök mavidir"in birden fazla önermesi yoktur. Hiç düşünülmemiş önerme tipleri vardır, ama hiç düşünülmemiş önerme tekleri yoktur.82 3. Dogru veya yanlış olmaları: Cümlelerin dogru v e yanlış ol­ maları konuş anın onu kullarımasıyla da ilgili iken, öner­ 4. ınelerin dogruluk degeri dilsel olgulardan bagımsızdır. Ö nermeler cümlenin sentaktik yapısına -bir şekilde- kar­ 5. şılık gelen bir yapıya sahiptirler.83 Ö nermeler kavramlardan ya da başka önerme veya dü­ 6. Cümlelerin aksine, tasarımsal ve mantıksal niteliklerine şüncelerden oluşan karmaşık yapıda olabilirler. özsel olarak sahiptirler. D aha önce degindigmiz gibi cüm­ leler tasarımsal veya temsili niteliklerine dolaylı olarak sahiptiler. Bu dolayımlama, cümlelerin temsil nitelikleri­ ni düşünce veya önermelerden edinmeleriyle açıklanabi­ lir. 7. Bir önermenin kaplaını (dogruluk degeri) , bileşenlerinin referans ya da göstergeleri (denotations) tarafından belir­ lenir. 8. Son olarak, önermeler cümlelerle ifade edilirler. 84 B u özel­ lik önermesel ve kavramsal içeriklerden ancak dille birlik­ te söz edilebilecegi anlamına gelir. Ö nermeler -açıklanma noktasında- dile bagımlı olsalar da özsel olarak dilsel de­ gillerdir. Iacona, filozofların yukarıda söz konusu ettigirniz yaklaşım­ larını degerlendirirken, cümleden tamamen bagımsız olmaları ve dogruluk degerierinin mutlaklıgı gibi niteliklerin cümlelerin kullanıldıgı mümkün dünyalarla sınırlı tutulması gerektigini 82 83 84 Önennenln bu özelilkiert için bakz. Dawis. age. s. 344-345. Iacona. agm, s. 327-28. W. Dawis, age. 344-347. �
BB Dil Düşünce ve Anlam savunur.85 Gözden kaçınlmaması gereken sonuçlardan birt de düşüncenin sınınnın önerme sınırından daha geniş oldu�udur. Anlamlı her cümle bir düşünce ifade etmese de aynı anlama sa­ hip cümleler aynı düşünceyi anlatmaktadırlar. 'X evleniyor' , 'X evlensin!', 'X evieniyor mu?' , Dawis'e göre , farklı anlamlara sahip farklı düşüncelerdir. 86 Önermesel forma dönüştürülebilen düşünce ve inanç içerik­ lerinin aktanlmasına karşın salt öznel olan duyumsal ve sezgisel içeriklerin aktanlabilir oldu�u tartışmalıdır. Hem Locke hem de Frege ideleri öznel ve zihinsel içerikler olarak kabul etse de iki filozofun vardı�ı sonuçlar farklıdır. Locke'ta anlam ve iletişimin temel birimini oluşturmasına karşın ide , Frege'de aktanlamaz olan, bireyin zihinsel süreçlertyle ilişkili öznel içerik olarak ta­ nımlanır. Locke da ideleri kavram, fıkir , hayal , tasavvur ve di­ �er tüm zihin içerikleri yerine kullanm akta ve öznel olarak kabul etmektedir. Bu öznelli�in do�al sonucu olarak hiç kimse kendi idelerini başka birinin ideleri yerine koyamaz. Ancak Locke'un yaklaşımı bununla sınırlı de�dir. O dile ilişkin açıklamaların­ da idelerin aktanlma iınkanı ve başkalan için erişilmez olan bu içeriklerin tanınır ve paylaşılabilirli�iyle ilgili açıklamalarda bu­ lunmaktadır. İdelerin aktarımı ve paylaşımı iki yolla mümkün olmaktadır. Birincisi, ideleri ya başkalarının idelerinin yerine kullanmak veya onları nesnelerin yerine geçiyormuş gibi kullan­ ma yoludur. Bu yolla her iki şekilde de id.elerin dalaylı kullanımı söz konusudur. İd eleTimizi do�dan ne başkalarının idelerinin yerine ne de nesnelerin yerine kullanabiliriz. İkincisi de dilin sosyal ve uzlaşımsal boyutunun idelerin aktanlması ve payla­ şılmasında nesnel bir di�er yönü oluşturmasıdır. Bu anlamda Locke'ta dilin, -genel anlamda- iki temel işlevi vardır: iletişime aracılık etmek ve bireylerin kendi düşüncelerini saklamalarını sa�lamak. 87 Frege'de ise ideler zihinsel ve öznel olup başkala­ rına aktanlamazlar. 85 86 87 Age, s. Age. s. Düşünce ise do�luk de�ert, dolayısıyla 337. 407. Locke'un konuyla liglll görüşlerı Için bkz. John Locke, Arda Denkel. Anlam ı.ıe NedenseUOc, s. 35-36, 47-48. İnsan Anlığı. s. 242 vd;
lam ve Dogası 89 eransla ilişkili olup, tümüyle iletilebilendir.88Nesnel olup, ak­ llabilme özelligine sahip olan sadece düşüncedir. Düşünce­ ı dilsel ifadesi de cümledir. Diger bir ifadeyle cümlenin içertgt · düşünceden oluşmaktadır. iletişime konu olup aktarılabilen rler, onu kavrayabilecek tüm rasyonel varlıklar için aynı olan, limelerle ifade edilip kavranabilen içertklerdir.89 Anlamı dille klarnamakla birlikte , düşünce-dil ilişkisi üzerinde yogunlaşan �ge'de düşünce, cümlenin referansını degtl anlamını oluştur­ Lktadır. Düşünce dilden bagımsız olsa da düşünce ve düşünce eşenlertni cümlelertn anlamlan olarak kavrarız.90 Bu anlam­ düşünceyi ileten cümlelerdir. Düşüncelerin dogruluk degeri , düşüncenin bir parçası olmayıp onların referanslanyla iliş­ ldir. Bu baglarnda Frege'de düşünmek ve idelere sahip olmak, biriyle ilişkili olsa da farklı iki yeti olmaktadır.9 1 Aktarılabilen şünce nesnel nitelikler taşırken ide , sadece belli bir kimsenin nenin) sahip olması ve başkasının erişimine kapalı olması an­ rıında özneldir. öyle anlaşılıyor ki, Frege'de ide, kendi başına olmasa da dü­ rıceye eşlik ettigt takdirde aktanlabilir olmaktadır.92 Nitekim .sserl'in görüşlerini degerlendirirken tasarım, kavram, tahay­ I ve düşünce ayrımlannın yapılması gerektigtne vurgu yapan :ge, öznel olanın, ancak kendi nesnel görüntüsüne dönüştü­ mesi yoluyla kavranabilecegtne dikkat çeker. Husserl'e göre bir rıse sadece kendi tasavvurlanna sahip olabilir, hiçbir şekilde ?ka birinin zihinsel tutumlarına sahip olamaz. Sözgelimi kişiel avvurun öznelligtnden dolayı, kimse kendi kırmızı tasvirinin ?kasınınkiyle ne kadar uyuştugunu bilemez. Ancak düşünce­ için -degtntlen gerekçelerden dolayı- aynı şey söylenemez.93 Bkz. Frege. "On Sense and Reference", s. 27. İlgili bir de�erlendlnne Için bkz. Wolfgang Cari. age. s. 32-36. Bkz. Frege, "On Sense". s. 28-29. Bkz. Michael Dummet. age. s. 1 28. Cari. age. s. 40. Frege·nın yaklaşımı ve Ilgili bazı de�erlendlrmeler Için bkz. Alaxandre George. "Has Dummet Oversalted His Frege? Remarks on the Conveyablllty of Tho­ ught", Language. Thoulıgt and Logic, ed. Richard G. Heck (Oxford: Oxford Uni­ versity Press. 1 997), s. 44-45. 66; Jonathan Sutton, "Are Concepts Mental RepresentatltonsyDr Abstracta" , PhUoiDsophtcal and Phenomenological Rese· ardı, LXVIII .• 2004, s. 90-9 1 . Bkz. Frege, "Illustratıve Extracts". s . 79.
Dil Düşünce ve Anlam 90 Frege'de aktanlamayan içeriklerden biri de salt sezgidir. Buna karşın anlam, ide ve sezgiden (mekan sezgisi gibi) farklı olarak, konuşan özneden bagımsız ve nesnel (nitelikli) oldugu için ileti­ lebilmektedir. Elbette anlamın aktanlabilir olması, bunun her­ kes tarafından aynı derecede anlaşılabildigi anlamına gelmez. Frege'de anlam/ düşünce konuşanın zihinsel süreçlerinden kök­ lü olarak ayrılır. Ö rnegin, Mbeyaz" kavramının algılanmıza konu olması yönünden öznel, kelimeler yoluyla aktanlıp payiaşılabil­ mesinden dolayı da nesnel bir yönünün olması gerekir. Bu du­ rumda paylaşılan ve kavranan aynı anlam olmakla birlikte aynı ide degildir. Ziraatçı, ressam ve seyisin ata ilişkin farklı idelere sahip olmasında oldugu gibi, aynı anlam için birden fazla ide söz konusu olabilir.94 Bu yönüyle Frege'nin, anlamı salt dilsel ve toplumsal/uzlaşımsal kurallarla ve dilin kullanımıyla açıklama­ ya çalışan yaklaşımlardan aynldıgı da görülmektedir. Sonuç olarak, Frege'de ide öznel ve iletilemez olmasına karşın anlam, nesnel olup cümleler yoluyla iletilebilmekte ve dogruluk degerini tam bir nesnellige sahip olan referanstan almaktadır. Locke ise degindigimiz gibi idelerin (dolayısıyla zihinlerin ve onla­ rın tasanmladıgı nesnelerin) benzerliginden hareket etmektedir. Bu anlamda başkalannın idelerine sahip olmamak, onlann ide­ leri hakkında düşüncelere de sahip olmamak anlamına gelmez. Kişiler idelerin benzerligi üzerinden aktardıklan ortak/benzer anlamlar üzerinden anlaşabilmektedirler. Aslında bu , Locke'un ideyi oldukça geniş anlamlarda kullanmasından da kaynaklan­ maktadır. Öyle ki ide , öznel tasavvurlar yerine kullanıldıgı gibi kavram, anlam , bilgi , inanç gibi paylaşılabilen içerikler yerine de kullanılmaktadır. Dummet. Frege'yi ide ve algılanmızın iletilemez oldugu nok­ tasında eleştirir. Ona göre normalde sahip oldugumuz herhangi bir algı hakkında bir düşüncemiz de var demektir. Dolayısıyla idelerin iletilebilir olması , onlar hakkındaki düşüncelerimizin de iletHebilmesi anlamına gelir. Dummet'a göre bir nesneyi (fıziksel ya da soyut olsun) düşünebilmek, başkasının da onu düşünebi­ lecegi bir yolla iletebilme imkanına sahip olmaktır. Bu yaklaşım 94 Bkz. Frege. "On Sense", s.28; Alaxandre George. a.g.m. s. 54 -56.
Anlam ve Dogası 91 aynı zamanda wbir kimse sadece öznel bir yolla verilmiş tekil (par­ ticular) bir şeyi düşünüp ifade edemez" anlamına gelmektedir.95 Bu tartışmaların sonucunda, aynştırma ve iletilebilirlik ilke­ lerinin geregi olarak dile getirilip paylaşılabilen içeriklerin kav­ ramsal ve önermesel düşünce içerikleri oldugu söylenebilir. Bir şeyi düşünebilmek, başkalannın da benzer şeyleri düşünme imkarunı içerdigirıden, analoji yoluyla da olsa farklı zihirı içe­ riklerini anlamak, bireyler arası anlaşmanın imkanı anlamına gelmektedir. Salt sezgisel ve duyumsal içerikler tamamen öznel ve psikolojik özelliklere sahip olduklarından doğrudan aktarırola­ nndan bahsedilemez. Ancak düşüneeye eşlik etmeleri durumun­ da bunların da aktanını mümkün olmaktadır. Diger bir deyişle ancak kavramsal çözümlerneye konu olduklarında içerikler ke­ limelerle aktanlabilirler. Bu belki de dilin düşüneeye en büyük katkı sagladıgı noktadır. Dil, kavramsaliaştırma ve aynştırmayı saglayarak, düşünceyi tanınır/ somut hale getirir ve paylaşımına imkan verir. Diger taraftan dille aktanlan içeriklerin kavramsal ve önermesel oldugunu kabul ettigimizde, her düşüncenin aynı zamanda bildirimsel (yargılar) oldugunu söylemiş olmuyoruz. Ö nerme ve önerme içerikleri olarak düşünceler ya bildirimsel cümleler ya da konuşmanın diger edimsel cümlelerin herhangi bir formunda dile getirilebilir. Düşüncenin dogasının önermesel ve kavramsal nitelikli olmasını wbelli bir önermenirı tanımladıgı bir olgu durumuna ilişkin [zihinsel) bir tutum içermesi"96 şeklirı­ de degerlendirmek, konuya biraz daha açıklık kazandıracaktır. Bu anlamda niyet, kasıt, inanç , arzu vb. zihinsel tutumlanmiZ da p'yi q'dan ayırması yönüyle önermesel içeriklidirler. Çünkü belli bir nesneye dönük zihinsel bir tutum, bir şeyirı/kendiligirı, başka şekilde olmadıgı, ya da başka bir şey/durum olmadıgı şek­ lindeki ayrım ve farkındalıklara dayanmaktadır.97 İ letilebilirligin üçüncü ilkesi olan anıatılabilirlik ilkesine gelin­ ce özetle, dili en gelişkin iletişim aracı olarak benimsemek, dü­ şünce konusu olan her şeyin dile getirilebilir oldugu varsayımını 95 96 97 � Kanımca Fre n görüşleri bu tür bir yoruma zaten açıktır. Dummefın görüşler! için bkz. The Origins. s. 1 40- ı 42 . Swlnbume. Evulotion, s. ı 3 ı . Krş. Evulotion. s . ı 3 I . 1 35.
92 Dil Düşünce ve Anlam kabul etmektir. Searle bunu, Manlatılmak istenen her şeyin dile getlrilebilecegi ilkesi" şeklinde tanımlar. Bu ilkenin geregi olarak konuşan kişinin herhangi bir dilde anlatmak istediğini söyleye­ memesi her zaman giderilebilecek olumsal bir durumdur. M Bir dil bize anlatmak istedikleıimizi söylemek için sınırlı sayıda kelime ve dizinsel yapı verir; ancak belirli bir dilde ya da her dilde anla­ tılabilirlikle ilgili bir üst sınırın, yani belirli bir dilde ya da her dil­ de anlatılamaz düşüncelelin olması mutlak dogru degil , olumsal bir durumdur. "98 Ancak iletişimin başan/yeterlilik şartlannda da kısaca degindigimiz gibi söz konusu ilke dile getiıilebilen her şe­ yin muhataplar tarafından -oldugu gibi- anlaşılabilecegi sonucu­ nu dogurmadıgı gibi, dinleyenler üzelinde oluşturulmak istenen tüm etkilelin oluşturulabilecegi imkanını da içermez. Searle'e göre bu ilkenin sonuçlarından biıi kişinin anlatmak istedigini tam anlatamadıgı (dolaylılık, belirsizlik, anlam kapalılıklan gibi) durumların iletişim için asıl degil, aksine anzi durumlar oldu­ gunu göstermektir.99 Düşüncelelin her zaman ya da her dilde istenen düzeyde dile getirilememesi söz konusu düşünce içelik­ lelinin anlatılamayacagı anlamına gelmez. Cümlelelin bütünüyle düşünceleli kuşatmayacagı baştan kabul edilebilir. Bununla bir­ likte bir düşünceyi istenen düzeyde dile gelirememenin farklı ne­ denlelinden söz edilebilir. Söylenen cümle ile düşünce içeıigi her zaman uyuşmayabilecegı gibi cümle anlamı için seçilen kelimeler her zaman uygun ya da yeterli olmayabilir. Kısacası Miletilen, an­ laşılan ve kastedilen zaman zaman farklı olabilir. " 1 00 Düşünce içeıikleıiyle tanımladıgımız anlam aktanmını müm­ kün kılan dilin diger bir yönü de sosyal bir kurum olması, kurallı yapısı ve bu sistem içinde kullanılmasıdır. Wittgenstein ve Durn­ ınet gibi takipçilelinin anlam aktanını için mümkün tek yolun dilin sosyal boyutu oldugu iddialarına daha önce degtndik. Nite­ kim Dummet, dilin iletim imkanını bireylelin zihinleriyle sınırlı olmayan sosyal bir kurum olmasına baglamaktadır. Ancak öyle anlaşılıyor ki dilin sosyal boyutu , anlamın dil üzelinden aktan­ mı ve dilsel kullanım için açıklayıcı olsa da anlamın nesnelligini 98 Age. s.87. 99 Bkz. age. s. 88. 1 00 Swtnbume, EuulotiDn. s. 76: s. 7 1 .
Anlam ve Dogası 93 açıklamada sadece ilgili koşullardan biıi olarak kabul edilebilir. Diger yandan dilin sosyal yönü, konuşmanın ve düşüncenin ma­ hiyetini açıklamada da tek başına yetersiz kalmaktadır. 1 0 1 Çün­ kü konuşan özne, kasıt ve niyetleriyle dilin ses ve hareketlerden oluşan fiziksel boyutuna, belli bir anlamın eşlik etmesini zorunlu kılmaktadır. Anlamın kendisi elbette bireysel zihinleri aşan bir dogaya sahiptir, ancak sadece dilin sosyal boyutuyla da sınır­ lı degildir. Anlam. aynı zamanda referansta bulundugu olgu ve gerçeklikle olan ilişkisi içinde nesnel ve payiaşılabilir olmaktadır. Russell, mantıkta cümle (ya da önermelerin) teknik olarak sanki şeylermiş gibi alınmasına karşın, aslında kendi başına dile ge­ tirilen fiziksel şeyler olarak bunların hapşırma ya da öksürme­ den daha fazla ilgi çekici sesler olmadıgını iddia eder. Russell, bu görüşünde dilsel kuralların önemini göz ardı etmekle aşınlıga kaçmış görünse de fiziksel olanın ve kullanırnın ötesinde anla­ mın önemini vurgulama konusunda dikkat çekici bir noktaya deginmektedir. Bu anlamda Russell'a göre Mcümleyi ilginç kılan onun gösterdigl (denote) anlamdır. Daha özel olarak ya bir inancı açıklama ya bir olguya işaret etme veya bunda başarısız olma kapasitesidir. 1 0 1 Bkz. Dummet. age. s. 1 54. 1 43.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ANLAMI BELİRLEYEN BAZI FAKTÖRLER ı. Dilsel Uzlaşı, BaiJ.am ve Referansıiı BeUrlenmesl Dile dayalı iletişimin temel hedeflerinden biri referansı belirle­ mektir. Dil-referans ilişkisinde dilsel bir ifade ile dil dışı herhan­ gi türden bir nesne /olay/olgu vb. belirlenimi söz konusudur. Dolayısıyla şimdiye kadar Mdilsel anlam" olarak niteledigimiz , söylenen (standart-uzlaşımsal) sözün anlamını belirlemek veya konuşanın , söyledigi sözle neyi kastetttgini anlamak temelde sözle yapılan referansı bilmeye baglıdır. Dilsel uzlaşı ve baglam referansın belirleniminde önemli bir role sahip oldugundan, ko­ nuyu bir bütünlük ilişkisi içinde ele almak daha uygun olacak­ tır. Dilsel uzlaşı ve baglam , referansı belirleyen ortam şeklinde düşünüldügünde, ikisi birlikte Manlam çevresr olarak isimlen­ dirilebilir. Bu tanımlama bütünüyle olmasa da önemli oranda anlamın belirlendigi ortam yerine kullanabilir. İ lk olarak -dil­ sel uzlaşı çerçevesinde- uzlaşımdan neyin anlaşılması gerektigi, dili kullanmadaki belirleyicilik düzeyi ve sınırlarını ele almakta yarar vardır. Uzlaşıma analitik bir açıdan bakıldıginda ilk çagrışımın Mbelli bir toplumsal mutabakat" 1 oldugu görülmektedir. Tanımı geregi bu tür bir mütabakat, bir topluluk tarafından onayianma var­ sayımına dayanır ve uyulması gereken ortak bazı düzenlemeleri kapsar. Bu mutabakat ve düzenliliklerin ne oldugu veya nasıl or­ taya çıktıgı ise farklı tartışmalara konu olmuştur. David Lewis'e göre uzlaşım. Mdavranışlara yansıyan, süreklilikler ve yaygınlık kazanan düzenliliklerdir. "2 Bu düzenlilikler toplumda benzer davranışlar yerine getirilirken tekrarlanmalanyla kendini göste­ rir. Lewis , bu tür davranış düzenliliklerinin oluşmasının ve -dil- 2 David Lewls. Convention. a PhUosophical Study (Cambridge: Haıvard Univer­ sity Press. 1 969), s. 2 . Age. s. 5 1 .
96 Dil Düşünce ve Anlam sel olsun olmasın- uzlaşımsal bir karakter kazarunasının başlıca şartlarını da şöyle sıralar: a. Belli türden bir toplumsal mutabakatın sağlanması, an­ cak tüm uzlaşımların mutabakata dayandığı ya da onun­ la başladığı söylenemez. Bu durum dilsel uzlaşılar için de geçerlidir. 3 b. Doğal bir düzenliliğin aksine , sosyal (keyfi) bir anlaşma­ nın varlığı: Doğal düzenlilikler anlaşma ve uzlaşıma tabi değildir. İ nsan iradesinin işlemediği doğal yasa ve düzen­ liliklerdir. Uzlaşıma ait düzenlilikler ise insan istenciyle oluşturulmuş (ancak mahiyeti belirsiz denebilecek) ku­ ralları kapsar. c. Davranışların genel kabullerinin gerekçelerini içeren normlara sahip olmaları. d. Uzlaşımsal olmayan davranışların aksine belli türden beklenti ve tercihlerle ilgili olmaları. e. Belli şartlarda uygulamayı içeren bir onamaya (conftmı.a­ f. Örnekleme ve taklit edilmeye açık olmaları. 4 tive) sahip olmaları. Bu durumda uzlaşının söz konusu genel şartlan çerçevesinde dilsel uzlaşımdan hangi düzeyde söz edilebilir ve dilsel uzlaşım genel uzlaşıma göre nerede durmaktadır? Bu sorunun kesin bir cevabını vermek zor olsa da gerçek bir uzlaşının yukandaki şart- · lan yerine getirdiği kabul edildiğinde, dilin karmaşık yapısı ve anlamın belirlenmesinde birden fazla faktörün yer alması, dilsel uzlaşımın tanımı ve sınırlan hakkında esnek bir yaklaşıma sahip olmanın daha savunulabilir bir tutum olacağı söylenebilir. Doğal dillerin uzlaşımsal olduğu genel kabul görmüş olsa da buradaki uzlaşımdan tam olarak neyin kastedildiği ve sınırlan­ nın neler olduğu konusunda -deyim yerindeyse- aynı düzeyde bir uzlaşımdan söz etmek kolay değildir. Saussure gibi düşünür­ ler, dili toplumsal anlaşma ve sözleşmeye dayalı bir sistem ola­ rak kabul etmelerine rağmen, bunun mahiyeti hakkında fazla 3 4 Age. s. 85-87. Age. s. 1 1 9- ı 2 1 . Şıklann genış açıklamalan Için bkz. s.85- 1 2 1 .
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 97 bir şey söyleme şansına sahip olmadıgtmızı da kabul ederler. Bu baglarnda Lewis, dilin uzlaşıma dayandıgı iddiasının beylik bir iddia oldugunu belirtir. Ona göre dilsel uzlaşı bizim mutabakat­ Ianınıza çok da dayalı olmayan ve tanımlayamayacagımız türden bir uzlaşım türü gibi durmaktadır. Başka bir ifadeyle , dilin uzla­ şımsal olduguna dair genel bir temayüle ragmen, bunun neden böyle oldugunu açıklayamamaktayız. 5 Swinburne de bildirimsel cümleler başta olmak üzere, " bir cümlenin anlamının geçerliligi/ dogrulugu ( veri.JY) için belli bir uylaşım olmalıdır, ancak bu uy­ laşımın kriteri için belli bir şey söylemek zordur"6 derken, aynı soruna dikkat çekmektedir. Bu kapalılık Lewis'i dilsel uzlaşımın ancak bir uyum ve eşgüdümle açıklanabilecegi sonucuna götür­ müştür. Bu uyum ve eşgüdüm bireylerin dilsel kurallara ve dü­ zenliliklere uymasından kaynaklanan bir durumdur.7 Bu yönüy­ le dilin, mahiyeti tam açıklanmamakla birlikte uzlaşımın genel niteliklerini taşıdıgı görülmektedir. Lewis'in kabul ettigi gibi uzlaşım, bir davranışın genellik ka­ zanm ası şeklinde düşünüldügünde, dilsel uzlaşı da netişimin belirleyici faktörü olmakla kapsayıcılık ve toplumsallık gibi ge­ nellemelere sahiptir. Ancak uzlaşımsal olarak kabul ettigirniz di­ lin hangi boyutudur? Temelde dilin uzlaşıma konu olan boyutu dilsel işaretierin nesne ya da anlarola olan ilişkisidir. Bununla kastedilen dilsel işaretierin seçimi ile bunların işaret ettigi (zi­ hinsel de olabilen) nesnelerle ilişkisinin dogal ya da mantıksal herhangi bir nedenseUiğe day anmamas ı.dır. Saussur'un yaklaşı­ mıyla işaret edenle (gösteren) işaret edileni (gösterilen) birleştiren bagın nedensiz olmasıdır. Bu nedensizlik bağı aynı zamanda dili diger sistemlerden ayıran temel bir özelliktir. 8 Masa kelimesinin masayı göstermesi zorunlu olmadıgı gibi masa nesnesi için bu kelimenin kullanılması da zorunlu degildir. Burada degişmemesi beklenen, işaret edilen nesnenin gerçekligi ve gerçekçi bir ba­ kış açısıyla ele alındıgmda, nesnelligini kendisini aşan bir dış varlıktan alan kavramsal / anlam boyutu olacaktır. Farklı dillerin 5 6 7 8 Bkz. D. Lewls. age. s.2-3. Richard Swlnbume. Revelation. s. 24-25. Age. s. 3, 42. Bkz. Saussure, age, s. ı 1 3 , ı 22 .
98 Dil Düşünce ve Anlam birbirine tercüme edilmesi ve anlamın paylaşılabilirligi bu nes­ nel boyutla açıklanabilir. Dolayısıyla uzlaşımsal olan belli bir dil üzerinden, nesnel bir boyuta sahip olmakla payiaşılabilir olan ve dogrudan uzlaşıma konu olmayan anlam iletiminden ve aktan­ mından söz etmek mümkün olmaktadır. Bu nokta, şu ana kadar dilin veya konuşmanın özsel niteligi olarak da tanımlayabilece­ gimiz anlam konusunda iletişim boyutuyla birlikte ulaştıgımız sonucun bir özeti olarak da degerlendirilebilir. Bu sonuç aynı za­ manda Dururnet'ın Frege'yi eleştirmekte çok da haklı olmadıgı bir noktayı anımsatmaktadır. Dummet, Wittgensteincı bir yaklaşım­ la, dilin sosyal/ uzlaşımsal boyutunun anlam iletimi için yeterli oldugunu savunurken, Frege'nin anlamı "üçüncü bir gerçeklik alanı" olarak görmesini eleştirmektedir. Oysa anlam Frege'nin iddiasında oldugu gibi bagımsız bir gerçeklik alanı olmasa bile , nesnel bir boyutunun oldugunu savunmadan anlamı aktarma ve paylaşmanın imkarnndan bahsetmek zor görünmektedir. Bu nesnellik de sadece dilin kendi özellikleri içinde aranamaz. Dilin, dil dışı dünya ile ilişkisi, ortak anlamların oluşmasında başlıca faktörlerden biridir. Bu ilişkiyi kuran da zihindir. Ancak zihnin bireysel niteligi bu ilişkiye aynı zamanda kaçınılmaz bir öznel­ lik ve görecelik de eklemektedir. Bu da anlamın ve anlamanın bir tür nesnellik ve öznellik arasında deyim yerindeyse arafta bir yere mahküm etmektedir. Dolayısıyla anlam konusunda belki de kaçınılmaz bir ikilem oluşturan zihin ve dış dünya veya gerçek­ likle olan ilişkisinin zaman zaman iki taraftan birinin agır basma durumuyla ilgilidir. Ancak bireyler arası anlaşma ve iletişimin saglanması öznelligin belirleyici olmadıgını göstermektedir. Ö z­ nenin kasıt ve niyetlerinin de -bunların arka planı da göz önünde bulundurularak- anlarola kaçınılmaz bagı onu Fregeci anlamda salt bir gerçeklik alanı olarak görmenin kolaylıkla savunulama­ yacagını da göstermektedir. Dilsel uzlaşımın neligini tam olarak ortaya koymak olanaklı olmasa da bu durum en azından dilin toplumsal boyutunu or­ taya koyarak, sosyal bir kurum oldugunu göstermektedir. Ge­ çerli anlamlara ancak toplumsal olarak kabul görmüş anlatım­ lar üzerinden ulaşmak mümkün olabilir. Dilin toplumsal niteligi
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 99 aynı zamanda anlamın nesnel geçerliligi için önemli etkenlerden biri olarak düşünülebilir. Nitekim Dummet, sadece bu yönü öne çıkararak dilin kullanım ve sosyal gerçekilgi dışında başka bir nesnellik aramaya ihtiyaç olmadıgını savunur. Ancak anlamın nesnelligi için dilin toplumsal yönünün tek başına yeterli oldugu söylenebilir mi? Daha önce degindigimiz gibi anlamın nesnelligi­ nin başlıca koşullanndan biri öznelerden ve dilden bagimsız olan ama dil ile ilişkisinde fark edilebilen, varlıkla olan bagıntısında aranmalıdır. Dilin varlıkla ilişkisi de Frege'nin tespitinde oldugu gibi ona ilişkin bilgi ile kavranabilir. Daha önce degtndigimiz gibi Frege, anlamın öznelerin zihninden bagımsız bir gerçeklik oldu­ gunu ve anlamın özneler arası paylaşımı bu gerçeklikten aldıgı­ nı savunur. Bu gerçeklik Dummet'ın yorumladıgı şekliyle şöyle anlaşılabilir: "Anlamı gerçekçi bir yolla yorumlamak onu· cüm­ lenin dogruluk degerine karar verınede kendi prosedürlertınizle ilişkilendirmek degil , aksine şeylerin nesnel olarak dogru ya da yanlış olan belirlenim yollarıyla ilişkilendirmek zorundayız; yani bilgimizden bagımsız, kendisi olarak gerçeklikle . "9 Bu durumda anlamı kavramak da cümlenin dogruluk degerini belirleyen bir yeti yoluyla veya şu ya da bu dogruluk degerine sahip olma yo­ luyla kavramak degil aksine, onu dogru ya da yanlış kılan şeyin bilgisiyle kavramaktır. 10 Sonuç olarak anlamın Platoncu ide rea­ lizminde oldugu gibi bagımsız bir gerçeklik alanı oluşturdugu ka­ bul edilmese de payiaşılabilir oldugunu benimsernek için nesnel bir boyutunun oldugunu savunmak kaçınılmaz görünmektedir. Diger yandan dilsel olan (özellikler) sadece uzlaşımsal olanla sınırlı degildir. Dilin uzlaşım dışı kurallan ve gramatık yapısı göz önüne alındıginda anlamın sadece uzlaşımsal- standart yönüyle sınırlı olmadıgı görülmekte, dolayısıyla dilsel uzlaşımın sınırlan­ nı da görmek gerekmektedir. Her şeydenilnce uzlaşı, evrensel bir geçerlilik ve kabul demek degildir. Genel anlamda uzlaşı -dilsel olanı da içerecek şekilde- bir davranışın tüm detaylarını belirle­ mez, aksine söz konusu tercihleri ortadan kaldırmaksızın davra­ nışta belli bir sınırlama meydana getirir. ı ı Buna ek olarak, her 9 lO ll M. Dummet . age. s. 1 07. Bkz . • age. a.y. Bkz. D . Lawts, Convention. s. 5 1 .
1 00 DU Düşünce ve Anlam dogal dilin kendi içinde uzlaşımsal yapısından bahsedilebilecegi gibi farklı grup ve mesleklerin kendi uzmanlıklarıyla ilgili sınırlı terıninolojilerine dayalı uzlaşımlarından da söz etmek mümkün­ dür. Bunlara ek olarak, cümlelerin, kelimelerden oluştugu dik­ kate alındıgında söz konusu cümle oluşumuna ilişkin tercihin ve seçilen kelimelerin uzlaşımsal olması da zorunlu degildir. Ben­ zer şekilde cümle kurulumuna ait kuralların ve gramatik yapı­ nın uzlaşımsal oldugunu iddia etmek de zor görünmektedir. Zira bu özellik çogunlukla dilin kendi içyapısıyla ilgilidir. Bunları, N . Chomsky'nin çalışmalarında gösterdigi gibi, dilin zihinsel işleyi­ şiyle açıklamak daha uygun görünmektedir. 1 2 Denkel'in ifadesiy­ le, Mbir dil uzlaşımlaşmış bir söylerumler sistemi" olsa da sadece bununla sınırlı degildir. Aynı zamanda -gramer gibi- yapısal özel­ liklere sahiptir. Zira farklı gramer yapılarına dayalı cümle kuru­ lumları farklı anlamlar oluşturabilmektedir. 1 3 Diger yandan sözlüklere sürekli bir şekilde yeni kelimelerin eklenmesinde görüldügü gibi uzlaşımların kendileri de degişime açık görünmektedir. Bu durum dillerde tarihsel birikime dayalı bir stok meydana getirmekte, dile canlılık ve süreklilik kazandır­ maktadır. Bu durum bir açıdan da sürekli bir şekilde toplumda yeni kelime ve lfadelerin kullanımıyla yeni uzlaşımların oluştu­ gunu göstermektedir. Zamanla süreklilik kazanan bu kullanım­ lar artık bireysel/keyfi kullanımları ve müdahaleleri de dışarıda bırakmaktadır. Bireysel olan konuşma, söz konusu toplumsal kabuller üzerinden gerçekleşmektedir. Bu açıdan bakıldıgında standart olan uzlaşımsal anlamla bi­ reysel olan konuşma arasında bir denge söz konusu olmaktadır. Dogası geregi konuşma edimi, uzlaşımsal olan dilsel bir sistem üzerinden, uzlaşımsal olmayan ya da uzlaşımı aşan bir kulla­ nım imkanına sahiptir. W. Dawis'in degindigi gibi uzlaşım, in­ sanların onu aşabildikleri bir şeydir, insanlar dilsel hatalar da yapmaktalar, ancak bunlar uzlaşımsal degildir. 14 Nitekim bir söz her zaman alışılmış anlamın dışında kullanılabilir. Bireyin 12 13 14 Bkz. Chomsky. DU ue Zihin. s. 1 40, 1 52. 1 54- 1 55 . Bkz. Arda Denkel, Anlamın Kökenleıi, s. 1 07- 1 08. Bkz. Wayne Dawis. age. s. 23.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 101 kasıt ve niyetlerini de içeren ve bireyler arası edimler şeklinde gerçekleşen konuşmalar, bireyi aşan bir dilsel sistem üzerinden gerçekleşmektedir. Birey adeta kendi inanç, kasıt ve niyetlerini bir toplumun tüm kültürel ögelertyle şekillenmiş bir dilsel yapı üzerinden aktarmaktadır. Konuşanın kasıtlan, inançları, niyet­ lert vardır, ancak o bunları çogunlukla degtştiremeyecegt ve onu aşan, toplumsal kurallarla birlikte kendi iç kurallan olan bir dil sistemi üzerinden aktarmak durumundadır. Swinbume'nün ko­ nuyla ilgili söyledikleri meramımızı açıklayıcı niteliktedir: "Bir cümlenin anlamı toplumsaldır (public) , bu anlam toplumun ke­ lime anlamı için kabul ettigi kriterlerle belirlenir. Ancak cümle­ nin dildeki şekli (emir, soru , hitap vb.) ile baglarnın bu anlamlar arasında nasıl bir seçim yaptıgı ise, kişisel özellikli (private) olup, konuşanın niyetiyle belirlenir." 1 5 Dil-konuşma aynınma paralel olarak dilsel anlamla, konu­ ş anın kastına dayalı anlam (Grtce'ın tabiriyle konuşanın an­ lamı) aynmına bu baglarnda yeniden dikkat çekmek gerekir . 18 Bu aşamada "dilsel anlamı" , konuşanın kasıllarından (önemli oranda) bagımsız düşünmek, kısmen otonom anlam olarak da tanımlamak mümkündür. Bu açıdan Dawis "kelime anlamı" olarak tanımladıgı dilsel anlamı, "belirli bir konuşanın kastına baglı olmayıp daha çok dili önceden kullananların niyetlertyle belirlenmiş olan uzlaşımsal kullanım ve dilsel kurallara baglı" anlam şeklinde tanımlar. 1 7 Konuşanın anlamı ise konuşan bire­ yin dilsel anlamı kullanarak kasıt ve niyetlerini iletınesi şeklinde tanımlanabilir. Sorunu 'tlp'-'tek' aynmyla ele alan Swinbume'e göre, "konuşanın anlamı"yla ifade edilmek istenen, konuşanın 'tek'li bir cümleyi dile getirirken bununla kastettigi şeydir. "Her 15 16 17 Swlnbume. Revelation. s. 2 1 -22. Bkz. P. Gr!ce, 1lıe Way of the Words, s. l l 8 vd : Swlnbume, age, s. 1 2- 1 5: Nicholas Wolterstorff. Divine Discourse, s. 1 1 3 vd; Wayne Dawts, age, s. 1 6, 24. Grtce, dilsel anlama çogunlukla kelime anlamı lle de�ntrken, Swlnbume'de bu 'tlp'-'tek' aynmında "tip" anlatım1ara. Wolterstorlfun cümle anlamı lle niyetsel Içerik (noematic content) ayrımında "cümle anlamı" lle açıklamaya çalış� ay­ nmlara benzer özelliklere sahiptir. Ehl-1 Sünnet kelamcılarının yaptıgı kelam-ı nefsi ve kelam-ı lafzi aynmında b� clslnde daha çok konuşanın kasdı ön pla­ na çıkarken. kelam-ı lafzi daha çok � aşımsal, standart dilsel/kelime anlama yaklaşık olarak denk düşmektedir. Bkz. Dawts, age, s. 24.
1 02 Dil Düşünce ve Anlam ne kadar cümle anlamıyla ilişkili olsa da konuşanın dile getirdlgi cümle ile neyi anlatmak istedigi" , konuşanın kastını belirleyen şeydir. 18 Burada da temel sorun, söylenen ile söylenen üzerin­ den kastedilen anlamın ne oldugu ayrımında ortaya çıkmaktadır. Öyle ki zaman zaman söylenenle kastedilenin birbirinden farklı­ laştıgı hatta bazen -en azından görünüşte- zıtlaştıgı durumlar da söz konusu olmaktadır. Swinburne'den hareketle konuyu biraz açacak olursak bu sorun iki şekilde ortaya çıkabilir. Birincisi , konuşanın niyetlendigi bir cümleyi, örnegin dil sürçmesi gibi bir nedenle söyleyememesidir. Bunun yanında kişi söylemek istedigi cümleyi kurmasına ragmen, yanlış bilgi/ inanç nedeniyle cüm­ le -gerçekte- farklı bir anlama sahip oldugundan, farklı ya da yanlış bir önerme bildirmiş olabilir. 19 Swinburne'e göre konuşa­ nın kastından anlaşılabilecek ikinci bir anlam da edimsözlerle ilgili olabilir. Bunlar çogunlukla cümle anlamıyla ilişkili olmakla birlikte bazen de olmayabilmektedir. Sözgelimi whava yagmurlu" cümlesiyle wşemsiyeni almalısın" gibi bir uyarıda bulunmakla kişi söylediginden fazlasını kastedebilmektedir. Burada Swinburne'e göre, tekli cümlenin belli bir anlamı vardır; yani tekli cümle belli bir önermeyi anlatmakta ve konuşan, dile getirdlgi ifadenin ne anlama geldiglnin farkındadır, ancak bunu başka şeyi ima etmek için kullanmaktadır. Bunun dışında, -iki kişi arasında şifrell ko­ nuşmalarda oldugu gibi- cümle anlamıyla tamamen ilişkisiz bir yolla da (kasıt dedlgimiz) niyetsel içerigi anlatmak da söz konusu olabilir. Swinburne'e göre bu tür durumlar tekli cümle anlamı­ nın, tip cümlenin normal anlamından ayrılmasıdır. "20 Bu durum­ larda tip cümle , genel kullanımda içerdigi uzlaşımsal , standart anlamın dışında kullanılmış olmaktadır. Normal kullanımdan ayrılarak, baglarnın belirledigi anlamı taşıma görevi de tekli cüm­ leye düşmektedir. Ancak tekli cümle kullanımında da hala ko­ nuşanın anlamının belli bir sosyal/ uzlaşımsal belirlenime sahip oldugu gözden kaçırılmamalıdır. Burada 'tek'li anlatımın, dolayı­ sıyla konuşanın iletmek istedigi niyetsel içerigin tamamen uzla­ şım dışı gerçekleştigi sonucu çıkmamaktadır . Kişi tekli anlatım18 19 20 Swlnbume. age. s. 1 5- 1 6. Sw!nbume. Age. s. 1 6 . Age. s. 1 7 . Aynca bkz. s. 1 6 - 1 7 .
103 Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler la bir yerde uzlaşımsal olan üzerirıden kastını iletmekte , bir tür tercih ve belirlenirnde bulunmaktadır. Bu durumda göz önünde bulundurulması gereken sonuçlardan biri de uzlaşımın sadece tek bir anlam örneği için, sözgelimi sadece düz anlam için değil, kelimelerirı/ deyimleriri kazandığı diğer anlamlar için de geçerli olduğudur. Bunu formüle edecek olursak; Bir (K) konuşanın herhangi bir (c) cümlesini (a) anlamında kulla­ nabilmesi, ancak (c)'nin toplumsal olarak (a) anlamında kullanıl­ ması halinde mümkündür. Aynı şekilde (c)'yi (a) degn de (a l ) ya da (a2) anlamlarının biri yerine, ya da (b) anlamında kullanması da belli türden bir sosyal geçerliligi öngörmektedir. Dili bu şekilde tamamen sosyal bir yapı olarak görmek, konu­ şanı adeta dışardan bir gözlemci konumuna itmek değil midir? Bu durumda konuşanın anlam (sürecine) katkısı nedir? Diğer bir ifadeyle konuşanın kasdı dediğimizde uzlaşım dışı. farklı bir anlamdan mı söz etmiş oluyoruz? Aslında konuşanın asıl rolünü belirtirken -Grice'ın yaklaşımıyla belirtecek olursak- standart­ ıaşmış bir dil sistemini kullanarak kendi kasıliarını muhataba bildirmesinden söz etmiş oluyoruz. W. Dawis'in değindiği gibi, Helişimin bu boyutu uzlaşımsal değildir. Bu süreç sadece bir söz iletmek değil. muhatabın söylenenleri kavramasını da içe­ ren cümlenin belli kasıtlarla söylenmesidir. 2 1 Konuşanın kas­ tını merkeze alan anlamı, "doğal olmayan anlam olarak" ifade eden Grice'a göre söz konusu anlam, bir "tip cümle"nin stan­ dartlaşmış . normal anlamının dışında, konuşanın niyetine ve konuşmanın bağlarnma dayalı muhtemel anlamlardan birirıi oluşturmaktadır.22 Bu açıklamalar ışığında konuşanın kastını ekleyerek önceki formülasyonu yeniden yazdığmızda niyetin rolü daha iyi anlaşılacaktır: (K) konuşanın. uzlaşımsal bir dil üzerinden bir (c) cümlesini, (a) anlamını kastederek iletmesi, ancak (D) dinieyende (a) anlamını oluşturma (n) niyetiyle mümkündür. Bu aşamada dilsel anlama bağlı olarak, konuşanın kasdım \ belirleyen temel faktörle den birirıin bağlam olduğu ortaya çık2ı 22 Bkz. W. Dawts. age. s. 204 . Bkz. Grtce. age. s. 88·90
1 04 Dil Düşünce ve Anlam maktadır. Bir digeri de cümlenin dogruluk degerini belirleyen referanstır. Referansın belirlenmesinde açıklayıcı ve uzlaşımsal boyutu tamamlayıcı olması noktasında baglam konusunu biraz açmakta fayda vardır. Konunun başında baglamı dilin sosyal/ uzlaşımsal boyutuyla birlikte "anlam çevresi" olarak niteleme­ ınizin nedeni de bu aşamada biraz daha netlik kazanacaktır. Zira konuşanın söyledikleriyle neyi kastettlgi ve muhatapta ne tür bir etki veya kavrayış oluşturmak istedigt ancak bu çevre­ nin destegiyle mümkün olmaktadır. "Anlam çevresi"nde baglam, cümlenin dogruluk şartlarını tam olarak belirlemenin başlıca faktörlerineden biri olarak da düşünülebilir. Gilbert Harman'ın degtndigi gibi cümlenin dogru ve yanlış olarak degeriendirilme­ si ancak konuşan, dinleyen, zaman, mekan ve işaret zamirleri, diger belirteçler, isimler ve diger cümle kısımlanyla baglantısı içinde gerçekleştlrilebilir.23 Harman'ın ifadesinde de anlaşılacagı üzere baglamı "dilsel baglam" ve "dildışı baglam" şeklinde iki­ ye ayırabiliriz. Dilsel bağlam, anlamın daha çok dil içi kurallarla birlikte temelde kelime-cümle ilişkisini kapsarken, dU dışı bağ­ lam, konuşan, dinleyen, yer ve zaman gibi faktörleri içerir. Dilsel anlam ile konuşanın anlamı ayrımında baglam daha çok konu­ şanın anlamını/kasıtlarını belirlemede dogrudan bir role sahip olur. Dummet, "öznel inancı bilmek için kişinin nasıl anladıgina bakılır, anlamın dogruluguna degil" demekle bu noktaya dikkat çekmektedir. 24 Dilsel baglama dil dışı baglam olarak niteledigi­ ıniz; sözü kimin söyledigi, kime söyledigt, ne zaman, nerede söy­ ledigt ve diger söyleme şartlarını ekledigtmizde Swinburne'nün vurguladıgi gibi baglarnın referans anlatımlarını belirlemedeki rolü daha iyi anlaşılacaktır. Bu ilişkiye konunun sonunda tekrar dönecegiz. Dilsel baglam, kelimenin cümle içinde kullanımından, cüm­ lenin dil/konuşma bütünlügü içindeki ilişkisine kadar genişletl­ lebilir. Dilsel baglarnın temelini, kelimenin cümle içindeki kulla­ nımı belirlese de bu anlatımın/metnin tümüyle ilişkilendirilecek düzeyde genelleştlrilebilir. Quine, Mbir kelimeyi anlamak onu tüm 23 24 Bkz. Gllbert Hannan , Thoughts. s. 72. Dummet, Origins, s. 1 44 .
\nlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 05 nakul baglamlarda, uygun bir şekilde kullanma yetlsini içerir"25 ierken bir kelime ya da cümleyi dogru kullanmanın adeta söz mnusu dili bilmeyi gerektlgine vurgu yapmaktadır. Davidson'a �öre de Mkelimenin anlamı cümle baglamında, cümlenin anlamı ia tüm dilsel baglam içinde kavranır. "26 Bu durumda baglarnın :olü nasıl anlaşılmalıdır? Baglam bilinmeden sözün hangi an­ .ama geldigi bilinemez mi? Ömegin Mdünya dönüyor" ifadesini ınlamak ne düzeyde baglamı bilmeyi gerektirir? Bu tür bir cüm­ .enin anlaşılması öncelikle Mdünya" ve Mdönüyor" kelimelerinin ınlamlarını bilmeye baglı olacaktır. Ancak bu tür bir ifadeyle tam >larak neyin kastedildigi yeniden dilsel olan ve olmayan bagla­ nı bilmeyi gerektirecektir. Yani sözün öncesi, sonrası ve bütün >ir anlatım içindeki yerini bilmekle birlikte, sözü kimin söyledi­ �. kime söyledigt ve ne için söyledigt gibi faktörler söz konusu ınıatımı bildigirniz 'tip' anlamının ya da düz anlamının dışına :aşıyabilir. Düşünürlerin bir kısmı da bazı gerekçelerle baglamı sernantık çin gereksiz görmektedirler. İleri sürülen gerekçelerin başında, >ir cümlenin muglak mı, aykırı mı yoksa eş anlamlı mı olup ol­ nayacaginın baglamdan bagimsız olarak da bilinebilecegt iddiası �elmektedir. Aynca: bu görüşte olanlara göre anlamdan söz et­ nek için baglamdan önce de anlamın bilinmesi gerekmektedir.27 3u itiraz, baglarnın belirleyici tek faktör olmadıgı ve anlamın bag­ arnı öneeleyen bir yönünün oldugu anlamında haklı bir gerek­ ;eye dayanmaktadır. Ancak Palmer'in degindigi gibi baglamdan >agımsız bilmenin anlamı da muhtemelen benzer anlamda başka >ir cümle kullanılarak verilecektir. Bu durumda anlamın açık ılmadıgı durumlar başta olmak üzere, özellikle düz anlam dı­ �ındaki anlam kapalılıkl arının ortadan kaldırılması için baglamı >ilmenin kaçınılmaz oldugu söylenebilir. Anlaşılınayan bir cümle baglarnın destegtyle- başka cümlelerle açıklanarak ya da bazen :5 :6 :7 Qulne. "Minde and Verbal Dlsposltlons". Meaning and Referans. s. 84 . Davidson. '"Truth and Meantng". Meaning and Reference. s. 97. G azal l"ye göre de sözün baglarm muhatab ve dinieyenin konumunu ve baglama 111şkln bilgisi­ ni dikkate alma:Yfgerektlrlr. Bununla birlikte duşünce özsel olarak. konuşma da niteliksel olarak muhatabın ve baglarnın varlıgıtldan �sızdır. (Bkz. EI­ Ma'rifetU'I-AkUyye. s.86, lrc. s. 58.) İtiraz Için bkz. Palmer. age, s. 59-60.
1 06 DU Düşünce ve Anlam ilaveler yapılarak anlaşılır hale getirilebilir.28 Bununla birlikte hala göz ardı edilmemesi gereken şey, bağlarnın anlamı belirle­ mede sadece faktörlerden biri olduğu ve dolayısıyla bazı yakla­ şımlarda olduğu gibi anlamın tamamen kullanıma ve bağlama dayalı olduğu iddiasını savunmanın anlamın gerçeklik boyutu noktasında yeni sorunlar ortaya çıkaracağıdır.29 Konuyla ilgili olarak Swinbume . daha önce değindiğimiz gibi tip anlatımlardan çok, anlam kapalılıklarını gidermek için tekli lfadelerin bağlamını bilmenin gerekliliğine dikkat çeker. Zira bir Ktekli anlatım"la kişi, bir Ktip anlatım"ın muhtemel anlamlan arasında en az destek­ lenenini, hatta o anlamlar içinde yer almayan bir anlamını öne çıkararak daha az yaygın bir anlamı ifade edebilir. Öyle ki bu an­ lam, kelime bileşenleri arasında sözlüklerde olmayan muhtemel anlamlardan biri de olabilir.30 Bu aşamada bağlam-uzlaşı ilişkisi çerçevesinde , uzlaşımla ilişkili bir iki noktaya dikkat çekmekte fayda vardır. Daha önce geçtiği gibi uzlaşımsal anlamlar sadece literal olmadığı gibi, bağ­ lamını bilme ihtiyacında olduğumuz anlamlar da sadece yan an­ lamlar veya metaforik anlatırnlara bağlı anlam türleri değildir. Aksine çoğu zaman düz anlatımların bağlamını da bilmemiz ge­ rekebilir. Searle'ün ifadesiyle , "düz anlam bağlamdan bağımsız bir anlam değildir. " Zira konuşanın kastı, dolayısıyla konuşma­ nın arkapalanı , cümlenin düz anlamını değiştirmese de doğruluk şartlarını değiştirmekle (kastedilen) anlamı farklılaştırabilir. 3 1 Searle'ün kullandığı açmak kelimesinden hareketle verdiği ör­ nekleri türkçeye uyariayarak tekrarlayalım: Kx, y'yi açtı" cüm­ lesinde 'x' ve 'y' değişkenlerinin yerine sırayla "Ali kapıyı açtı", KAlırnet kitabı açtı", "Mehmet gözlerini açtı", "doktor yarayı açtı" ifadelerinin hepsinde 'açmak' kelimesi farklı anlamlarda kulla­ nılmıştır. Bununla birlikte geçen lfadelerin tümünde Kaçmak" 28 29 30 31 Bkz. Palmer. age. s. 64. Anlamın bajllam ve kullanım dışında; evrensel. gerçek. nesnel ya da bireysel karakterli herhangi bir özelllilinin olmadıii;ını -Wittgensein ve Merleau-Ponty yaklaşımlarını temel alarak- savunan görüş Için bkz. David Halght. -nıe So­ urce of Llngulstic Meanlng-. PhUosophy wtd Phenomenological Researclı. 37 ( 1 976). s . 243. aynca s. 24 1 -244. Bkz. Swlnbume. age. s. 20-2 1 . Bkz. Searle. Intentionality. s . 1 45 .
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 107 kelimesi düz anlamıyla kullanılmıştır.32 Cümlelerin hepsinde semantik içerik aynı olmasına karşın, her bir cümlede fark­ lı anlamda kullanılmıştır.33 Oysa "Ahmet bana dertlerini açtı" cümlesinde , "açmak" kelimesinin düz anlamı aşan metaforik kullanımı söz konusudur. Bilindiği gibi metaforlar belli türden benzetmelere dayanırlar. Bu benzetmelerin bazan düz anlarola ilişkisi olabileceği gibi bazan da 'soğuk adam', 'sıcak karşılama' tabirlerinde olduğu gibi düz anlarola hiçbir ilgisi bulunmayabilir. Swinburne'e göre metaforik anlam, bağlam ve kelimenin önceki anlamıyla bağlantılı olarak oluşturulmuş yeni bir anlamı ifade eder. Metaforlar temelde geniş bir bağlam bilgisinin söyleneni ilettiği durumlarda ortaya çıkar. Kendi terminolojisiyle , "kelime­ ler metaforik olarak kullanıldıklarında, tekli cümleler, onların tip cümlelerinin normalde sahip olduklarının dışında bir anlamda kullanılırlar. "34 Özellikle deyimler başta olmak üzere , kelime veya cümlelerin kazandığı yan anlamlar, mecaz vb. anlam türleri bir kelimeyi bir dilde kullanmanın, dilin uzlaşı ve bağlamıyla ilgisinin önemini or­ taya koymaktadır. Kültürel kabuller noktasında bağlamın, konu­ şanın neye referansta bulunduğunu belirlemede de önenıli rolü ol­ maktadır. Örneğin Van gölünü kastederek, "deniz ne kadar dalga­ lı" dendiğinde referansta bulunulan nesne bir göl olmasına karşın, toplumun Van gölüne aynı zamanda "Van denizi" demesi, referan­ sın doğru ya da yanlışlığının ölçütü olmaktadır. Benzer şekilde söz gelimi dinin kültürel öğelerinin. gündelik hayatı, dolayısıyla da di­ lin kullanımını ve kelimelerin kazandığı anlamları belirlediği gele­ neksel (sözgelimi Müslüman) bir toplumda, bir kimse için "Allah'ın rahmetine kavuştu" ifadesini kullanan biri, bununla söz konusu kişinin öldüğünü anlatmış olmaktadır. Bunu söylemek için kişi­ nin Allah'a, O'nun rahmetine veya ölüm sonrası hayata inanması da şart değildir. O sadece bir kültürün geçerli kalıbını kullanmış 32 33 34 Burada düz (literal) anlam Swtnbume'nün degindigi gibi tarihsel olarak ilk ya da öncelikli anlam dernek degildir. Swtnbume'e göre: "Bir başka anlarnın lehi­ ne Iki ya da daha çok anlam arasında bir tahmin de bulunulrnuyorsa. burada Iki ya da daha çok anlama (da) düz anlam diyoruz. " Swtnbume. Revelation. s. 20. Bkz. Searle. !ntentionality. s. 1 45- 1 46 . Swtnbume, age. s. 43. 1 49 .
1 08 Dil Düşünce ve Anlam olmaktadır. Bu tür kullanımlar konuşan ve dinieyenin ötesinde toplumsal kültürün bellrledigt kabullere dayanmaktadır. Bireyler çogunlukla bu tür anlatımlan hazır bularak onlar üzerinden kasıt­ lanru iletirler. Burada çogu zaman cümlenin düz anlamıyla uyuş­ mayan ama toplumsal uzlaşıyla yerleşmiş anlamlar söz konusu olmaktadır. Dili kullanan kişiler geçerli bir baglarnda kullanmak şartıyla toplumun benimsed@ kabuller çerçevesinde ilgili cümleyi seçerek kullanırlar. Konuşwıuı wılamuıuı dilsel anlam üzerinden aktanlmasıyla kişiler, kendi inanç , tutum, talep ve düşüncelerini toplumun genel inanç ve kültürel kodlanyla şekilleruniş dilsel ka­ lıplar içinde ifade etmiş olurlar.35 Anlamın geçerliliginin toplum­ sal kabuller çerçevesinde şekillendigi bü tür durumlar göz önüne alındıgında, kültürel ön kabullerle diger/normal anlatımlannın aynşması önem arzetmektedir. Sözgelimi yukandaki örnekte kişi, kültürel uzlaşıdan ayrılarak "Allah'ın rahmetine kavuştu" yerine "öldü" demekle yetinmesi durumunda kültürel öngörü yerine dU­ sel anlamdan hareket etmiş olur.36 Bu durumda gerek uzlaşım gerekse baglarnın "bir toplumun kültürel öngörüleriyle" yakından ilişkili olması önem arzetmek­ tedir. Swinbume'nün dedigi gibi "bir kültürün önkabulleri o dilin cümlelerinin dogruluk degeri üzerinde çok genel etkilere sahiptir. "37 Zira dünyayı tanımlama ve ayrımlama imkanma sa­ hip olan dilin dogru uygalanması toplumsal ölçüilere baglıdır. Öyle ki "bir kültürün mümkün durumlarla ilgili önkabulleri açık anlamlara sahip cümlelerin alanını belirler. "36 Hangi kelimenin/ cümlenin hangi durumlara uygulandıginı kültür öngörüleri için­ de uygulama şansına sahip olmaktayız. Ancak insanlar birbirle­ rinin kopyalan olmadıklan için kavramlan durumlara uygulama tercihleri farklılık arz edebilmektedir.39 Bu aşama adeta uzlaşım. baglam ve bireysel farklılıkların konuşmada bir araya geldigi or­ tak zemin gibi görünmektedir. Ancak zaman zaman degindigi­ miz gibi tüm bu özelliklerin dilin gerçeklik boyutu veya dil-dünya 35 36 37 38 39 Konuyla Ilgili Swlnbume"nün yaklaşımı Için bkz. age. s . 30-3 1 . Krş . Swlnbume. age. s . 3 ı . Swinbunne. age. s. 33. Age. a.y. A.ge . • s. 37.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 09 ilişkisinden çok dilin kullanım alanıyla ilgilidir. Bununla birlikte aynı dil kullanımı, dil-dünya ilişkisini bir şekilde belirlemekte, farklı inanç sistemleline ve kültürlere göre farklı bakış açılarının ve dünya görüşlerirıln ortaya çıkması dil düzeyinde bunun bir tür yansımasını oluşturmaktadır. Bu durum referansın belirleni­ minde de belirleyici olmaktadır. Dilsel uzlaşı ve baglamla ilgili bu açıklamalardan sonra, uzla­ şım ve baglamla ilişkili olarak referans anlatımlan ve referans bulunulanın) (ta belirlenimi konusuna geçebiliriz . Konunun başında degindigtmiz gibi konuşmanın temel hedeflelinden biri referans­ ta bulundugumuz şeyin belirlenmesi ve anlaşılmasıdır . Sözkonu­ su belirlenirnde uzlaşım ve baglarnın bilinmesi başlı başına önem arzetmektedir. Dil-referans ilişkisinde, dilsel olan bazı ifadelerle dilsel olmayan başka şeyleri gösterme, dahası belirtme söz konu­ sudur. Peacocke'un dedigt gibi, "semantik deger referansla iliş­ kili, bu da dünyanın nasıllıgtyla ilgilidir" . 40 Bu durumda iki ayrı şeyden bahsediyoruz; dilsel olan referans anlatımı ve dil dışı bir gerçekligi gösteren referansta bulundugumuz şeyin kendisi. Re­ feransı Palmer'in işaret ettlgt gibi kısaca kelime, cümle gibi dilsel ögelerle, dilsel olmayan tercübe dünyası arasındaki ilişki4 1 çerçe­ vesinde kabul ettlgtmizde "anlam", dilsel olanla dil dışı olan iki varlık alanı ile ilişkili olmaktadır. Palmer'e göre semantlgtn ko­ nusu dil-tecrübe yani dil-referans ilişkisidir. 42 Palmer'in tecrübe kavramını genişletip varlıkla degtştlrdigtmizde, bilgi yoluyla (var­ lıga epistemik erişim) imkanına paralel olarak, dilin varlıga refe­ ransta bulunma işlevi de daha geniş bir çerçeveye sahip olmuş olur. Bu yönüyle varlık alanlarına dil ile referansta bulunabil­ mek, hem dil hem de varlık alanlarına ilişkin bilgi sahibi olmayı gerektirir. Varlıga ancak bilgimiz oranında erişim saglayabilir ve o düzeyde şeylere belirli yollarla/niteliklerle referansta bulunabi­ liriz . Bunu bir şekilde dile getirebilmek de dogal bir dilin en azın­ dan pratik bilgisine sahip olmayı gerektirir. Referansı belirlemeye yönelik dilsel kullanım referans anlatımlanyla açıklanabilir. 40 41 42 Chrtstopher, Peacocke, A Study of Conrepts (Cambridge: Mit Press, 1 992), s. 24. Bkz. Palmer, age, s . 43. Palmer, age, s. 44.
1 10 Dil Düşünce ve Anlam Referans bir nesne , kişi, olay, nitelik veya bir süreç vb . ola­ bilir. Bunlan Searle'ün deyimiyle "referans anlatımlan"yla gös­ teririz. Searle'e göre referans anlatımlan "bir nesneyi, bir süreci, bir olayı , bir eylemi ya da başka bir 'tikel'i veya 'birey'i belirleme­ ye yarayan anlatımlardır. " Bu anlatımlar dilbigisel biçimlertyle degil, işlevlertyle ayırt edilirler.43 Tanımdan da anlaşılacagı üze­ re referans anlatımlan 'ne?', 'kim?', 'hangi?' türünden sorulann cevaplannı bulmaya yönelik dilsel ifadelerdir. Bu tanım ve iş­ levlerinden hareketle Searle, "konuşan kişinin hakkında bir şey söyledigi, soru sordugu, vb. bir 'nesneyi' , bir 'varlıgı· , ya da bir 'ti­ keli' belirleme ya da onlan öteki nesnelerden seçip ayırma"44 gibi özellikleri referans anlatımlarının ayıncı nitelikleri olarak öne çıkanr. Referans anlatımlannın temel ömegini de "belirtili tekil terimler" oluşturur. Bunlara "dogrudan"lık niteligi eklendiginde "dogrudan belirtili tekil terimler" referans anlatım biçimi orta­ ya çıkar. Doğrudanlık, konuşanın kastettigi şeye, dogrudan bazı betimleyicilerle referansta bulunabilmesi şeklinde anlaşılabilir. Dogrudanlık niteligi diger yandan dogrudan olmayan (dolaylı) re­ ferans anlatımlarından bahsedilebilecegimizi de ima eder. Searle bu tür anlatımlan, başkalarının konuşmalan üzerinden aktarıl­ dıklan için "asalak referans anlatımlan" olarak da isimlendirir.45 Şimdiye kadar anlattıklanmızın sonucunda belirtili tekil terimler örnekliginde referans anlatımlannın amacının bir şeyi dinleyen için başka şeylerden ayınp belirlemek oldugu ortaya çıkmakta­ dır. Söz konusu "belirtili tekil terimler" özel adlar, belirtili isimler, belirtili sıfatlar, zamirler ve isim tamlamalan olmak üzere dört grupta toplanabilir.46 43 44 45 46 Searle, Söz Edimleri. s. ı 96. Age. s. ı 96. Age. s. 197. Frege'de de referans anlatımlannın temel ömekllğ;l 'özel lslm'dlr. Bkz. Wolfgang. Cari. age. s. ı 28 . "Doğ;rudan belirtlll referans anlatımlan"nın yanında. belirtlll tekil. belirtlll çoğ;ul ve belirtlsiz çoğ;ul referans anlatımlann­ dan bahsedlleblllr: (belli bir) erkek birincisine (herhangi bir) erkek Ikincisine (belll) erkekler üç\incüsiine (bazı) erkekler de dördüncüsüne örnek olarak ve­ rilebilir. (bkz .. Searle. a.y.) Bkz. Searle. age. s . 98. Referans konusunun Platon'dan beri felsefenin en zor konularından biri olduğ;una dikkat çeken Searle. bu konuda Frege'nin katkı ve aynmlanna değ;lnerek, kendisinin de referans anlatımlan konusunda Frege ve Strawson'u tıikip ettlğ;lni belirtir. Bkz. Söz Edimleri. s. ı 96.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler lll Strawson'a göre konuşan, söyledigi şeyi dinleyiciler için be­ lirgin hale getirmek için dogrudan referansta bulunmanın bir parçası olarak tekil terimleri seçmektedir . Konuşanın (K) kastı­ nı gösteren bu tekil terimin belirlenmesinde üç aşama söz ko­ nusudur: Konuşanın tekil tenmle kastetti�i en az bir nesne bulunmalıdır. Buna göre a) Dx (K kasteder x) olur. Konuşanın x'e referansta bulunması aynı zamanda onun betimsel içen�ine sahip olmasını gerektirdi�nden, bir şeye referansta bulunmak o şeyin varlı�nı belli bir betimsel içenkle belirlemektir. Filancanın o�lu dedi�nde kişi, sadece biiinin var oldu�unu söylemernekte aynı zamnanda onu betimsel bir içenkle de belirlemektedir. Bu durumda b) Dx ( K kasteder x + betimler x) . Bu şıkkın her zaman istenen düzeyde gerçekleşmeyece�ni düşünmek zor olmayacaktır. Son olarak kişi belli bir nesneyi betimlerken, di�er bir ifadeyle bir şeye belirtili tekil bir referansta bulunurken bunu , belli bir fiziksel ve kültürel bir ba�lamda dile getirmektedir. Buna göre c) Dx (K kasteder x + betimler x + bir b�amda kasteder x) ulaştı�mız son formül olurY Strawson'un bu aşamalardan sonra vardıgı sonuç şudur: Re­ feransta bulunulan şey, "konuşanın dilsel ifadesi, uzlaşımsal bir söz olarak, fıziksel ve sosyal baglarnda muhatabı makul bir yolla bilgilendinniş ve dilsel olarak yeterli bir (tekiQ ifadeyle söylen­ mişse bu , söz konusu baglarnda (x)'in kastedildiği yolla anlatıl­ dıgı anlamına gelir." Strawson'a göre bu adımlar dogrultusunda konuşan (K) ve dinleyenlerin (D) herbiri söylenenleri kavramanın dogal sonucu olarak, söz konusu belirlenmiş şeyle ilgili doğruluk şartlarını da kavramış olurlar.48 Strawson'un bu yaklaşımı Searle'de üç temel ilkeyle açıkla­ nır . 1 . Varlık ilkesi, 2. Özdeşlik ilkesi ve 3. Belirleme ilkesL Varlık ve belirleme ilkeleri başarılı bir referansta bulunmanın gerekli koşullarıdır. Buna göre konuşan kişinin referansta bulundugu belirli bir nesne bulunmalı ve bu diger nesnelerden ayırt edil­ melidir. Bu ilkelerin zorunlu bir koşulu da dinleyen kişinin ko47 48 Strawson. "Dtreckt Slngular Reference: lntended Reference and Actual Refe· rence". Entity, Identitiy wtd Other Essays (Oxford : Ciarendon Press, 1 997). s. 94-95. Söz konusu aşamalar ve detaylı açıklamalar Için bkz. s. 92-96 vd. Age. s. 94-95.
1 12 Dil Düşünce ve Anlam nuş anın ifadelerinden nesneyi teşhis edebilecek yeterli araçlara sahip olmasıdır.49 Varlık Ukesi, Strawson'da gördügümüz gibi, kendisine referansta bulunulan en az bir nesnenin var olmasını gerektiren koşuldur. Bu durumda gerçekte var olmayan şeylere referansta bulunamaz mıyız? Bu soruya evet cevabını vermek, bir yönüyle anlam-referans özdeşligmi kabul etmek demek­ tir. Oysa Frege'nin yaptıgı önemli aynının ögrettigi kadarıyla, bir ifade anlamlı oldugu halde referansının bulunması zorunlu degildir. Frege'ye göre anlam, bir cümlenin düşünce içerigidir. Referans ise düşünceyi aşan, (düşüncenin/cümlenin) dogruluk degeri ile ilgilidir. Sondan alarak tekrarlayacak olursak, dogru­ luk degeri sadece anlamlaf düşünceyle belirlenem ez, bunun için ayrıca referansa da ihtiyaç vardır.50 Örnegm, MKaf Dagr" tamla­ masının bir anlamı oldugu gibi bu ibarenin içinde geçtigi anlamlı cümleler de pekala kurulabilir. Ancak ne 'Kaf Dagı'nın ne de bu tamlamanın içinde geçtigi cümlelerin gerçek referansından söz edilebilir. Ancak varlık ilkesinin genelligini göz önünde bulundu­ ran Searle'ün, Frege ile çeliştigi söylenmese de referans alanını daha geniş tuttugu görülmektedir. Ona göre gerçek dünyadaki varlıklara referansta bulunabilecegimiz gibi kurmaca dünyadaki varlıklara da referansta bulunabiliriz. MGerçek dünya konuşma­ larında (gerçekte) var olan şeylere referansta bulunulurken kur­ maca konuşmalarda da kurmacada var olan dünyaya referansta bulunulur. "5 1 Bu anlamda MKaf Dagr"nın bir referansı vardır, an­ cak bunun referansı bizim gerçek dünyamızda degil, yine kurma­ ca dünyadadır. Bu aynmlarda dikkat edilmesi gereken diger bir önemli nokta, kurmaca uzlaşımların kelimenin ya da diger dilsel ögelerin anlamlarını degiştirmedigidir. MKaf Dagı" tamlaması bir kurmacadır, ancak 'dag' kelimesi burada da gerçek dünyadaki (gerçek) anlamıyla kullanılmıştır. Searle, dilsel ögelerin anlam uzlaşımlarıru gerçek dünyaya baglayan uzlaşımlara Mdikey uzla­ şımlar" , gerçek dünyadan uzaklaştıran kurmaca olanlarına da Myatay uzlaşımlar" adını veıir. 52 49 50 5ı 52 Bkz . . age. s. 1 63- 1 68 . Bkz. Frege, " O n Sens e an d Reference". s. 28-29. Searle. Söz Edimleri. s . 1 59. Searle. age. a.y.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler l l3 Belirleme ilkesi ilk iki ilkenin dogal bir sonucu oldugu gibi referans anlatımlannın tanımında da merkezi bir öneme sahip­ tir. Zira referansın amacı bir nesne ( vb.nQ digerlerinden ayınp belirleyebilmektir. Bu aynı zamanda belirleme ilkesinin fonk­ siyonudur: MKonuşanın dinleyen için söz konusu nesneyi öte­ ki tüm nesnelerden ayn bir şekilde belirlemesi , ya da istenirse belirleyebilecek durumda olması gerekir. "53 Belirleme ilkesi bu yönüyle aynı zamanda bir belirleme betimlemesidir. Searle , be ­ lirleme ilkesinin bazı sonuçlarını şöyle ortaya koyar: Referansta bulunurken. sadece o nesne için geçerli olgular üzerinden ya­ pılmalı . Searle'e göre Frege'nin Mreferans anlatımının bir anlamı olmalı" demekten kastı da budur. Buna göre anlam referansı önceler ve referansa anlam üzerinden geçilir. 54 Benzer şekilde referansta bulunulan nesneyle ilgili referans anlatımının belli bir anlam içerigine sahip olması gerekir. Zira nesne hakkın­ da herhangi bir betimsel bilgi içerigine sahip olmadcın o nesne hakkında konuşma imkarn da söz konusu olamaz. Belirleme il­ kesinin sonuçlarıyla ilgili olarak Searle'ün dikkat çekttgi nokta­ lardan biri de referans anlatımının anlamı ile referans anlatımı dile getirilirken, iletilen nesnenin (önerme içeriginin) birbirinden ayırt edilmesi gerekttgidir. Zira bir anlatırnın anlamı, anlatırnda içerilen genel terimlerle verilirken aynı anlatım , bir önermeyi iletmek için her zaman tek başına yeterli olmayabilir. Bunun için çogu zaman Manlatımın belli bir baglarnda dile getirilişi" de gerekebilir. 55 Bu açıklama aynı anlatımla, anlam aynı kaldıgı halde, referansın degişmesiyle farklı nesne/kişi/niteliklere ( vb.) referansta bulunabilecegini gösteren bir aynmdır. Searle bunu . Mo adam" anlatımıyla birçok farklı adama referansta bulunabi­ lecegine dikkat çekerek ömeklendirir. 56 Bu aslında daha önce deginilen , dizinsel anlatımlarda referansın belirleyiciligi fonk­ siyonunu göstermektedir. Söz gelimi, birinci tekil şahsı göste­ ren Mben" kelimesinin anlamı her zaman aynı kalmasına karşın, söyleyen her özneye göre referansı degişmektedir. 53 54 55 56 Age. s. ı oo. aynca bkz. s. ı 63. ı 70. Age. s. ı 76. Age. s. ı 75. Searıe. age. s. ı 76.
1 14 Dil Düşünce ve Anlam Temel referans anlatımlan için Mdogiudan tekil tertmler"in ör­ nek olarak alınmasından da anlaşılacagı gibi, referanslar temel­ de kelimelere ilişkin olmaktadır. Oysa anlamın cümleler yoluyla iletildigi göz önüne alındıgında, cümlelerin referanslarından da bahsetmek gerekmez mi? Soruyu farklı bir açıdan soracak olur­ sak referansı olmayan cümle veya düşüncelerden söz edilebilir mi? Bu soruların cevaplarını Frege'nin yaklaşımından hareketle vermeye çalışalım. Frege'de referansın temel biriminin özel isim olduguna deginmiştik. Frege için bunun nedeni, özel ismin an­ lamıyla degil, onun dogiuluk degeriyle, dolayısıyla referansıyla ilgilenmemizdir. Bu durumda özel ismin referansı yine kendisi olmaktadırY Frege'ye göre, bildirimsel her cümle , yani kelime­ leri cümlenin referansıyla ilişkili her cümle özel isim gibi kabul edilebilir. Bunun önemli bir gerekçesi, Frege'nin Mreferanssız bir düşüneeye sahip olamayız ve dogruyu kavrayamayız"58 ifadesin­ de saklıdır. İsimlerin referansı kendileri olmasına karşın, cümle­ lerin referanslarına düşünce içerikleri, diger bir deyişle anlamlan yoluyla ulaşmaktayız. Bu elbette bütün cümlelerin referansla­ nndan söz edebilecegimiz anlamına gelmez. Referansı olan cüm­ leler temelde yargı bildiren, bildirimsel olanlardır. Bildirimsel cümlelerin içerigi bir düşüncedir. Daha önce geçtigi gibi düşün­ ce tek başına cümlenin referansı degil anlamıdır. Düşüncelerin dogruluk degeri ise düşüncenin bir parçası olmayıp referansıyla ilişkilidir. Dolayısıyla bir düşünceden onun dogiuluk degerille düşüncenin kendisiyle degil , ancak referansından hareketle ula­ şılabilir. Dolayısıyla cümlenin referansı da onun dogiuluk degeri olmaktadır.59 Frege'ye göre bir düşüneeye sahip olmak için onun referans ve dogiuluk degerini bilmeliyiz. Peki , her düşünce ya da cümlenin referansından bahsedebilir miyiz? Frege'de çogunluk cümlelerin anlamlan olsa da her cümlenin referansı olmayabilir. Ancak genel olarak referansı olmayan cümlelerle sadece mitoloji ve edebiyata dair düşüncelere sahip olabiliriz, bildirimsel cümle­ lerle dile getirilen bilimsel düşüncelere sahip olamayız. Bunlara ek olarak daha önce söz edimi kuramında ele aldıgımız Memir" , 57 58 59 Bkz. Frege. "On Sense and Reference", s. 27. Krş. W. Cari, age, s. 1 1 6. Frege. "Letter to Jordan", PhUolosophical Wrttings. s. 44. Bkz. "On Sense and Reference·. s. 29-3 ı .
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 15 Mtalep" , Mrica" Msoru" gibi söz edirolert de Frege'de anlamı oldu­ gu halde referansı olmayan cümle çeşitlerini oluşturmaktadır. MEmir" , Mtalep" , Msoru" gibi söz ediiniert birer düşünce olmasalar da düşünce yerini tutarlar ve bu açıdan dolaylı referansa sahip olurlar. Bunların dogruluk degeri, bir emir, rica gibi yine kendi­ lertyle özdeştir. 60 Burada Frege'nin dogruluk degerini daha çok yargı bildiren, bildirimsel cümlelere /düşüncelere yükledigi an­ laşılmaktadır. Aslında Msöz edimlert" kuramının kurucusu olan Austin'in de bildirimsel (declarative) ve edimsel (perfomıative) ay­ nmında Frege ile benzer bir ayrıma gittlgi görülmektedir. Austln, bildirimsel ifadeleri dogru ya da yanlış olarak niteleyebilecegimizi ancak konuşmanın çok daha büyük bir kısmını kapsayan edim­ sel lfadelerin dogru veya yanlış olarak nitelenemeyecegini belir­ tir. Edimsel ifadeler "dogru" veya Myanlış" degtl, Mbaşanlı" ya da M başarısız" olarak nitelenebilirler. 6 1 Diger taraftan bir cümle , farklı anlamlara di�er bir degişle, farklı düşünce içeriklerine sahip olmasına ragmen, aynı şeye re­ feransta bulunabilir. Frege'nin meşhur ömegi olan, Msabahyıl­ dızı" ve Makşam yıldızı" özel isimlerinin ikisi de aynı referansa sahip olmasına karşın her iki adlandırmanın anlam ve düşünce içerikleri farklıdır. Nitekim bir kimse bu iki anlamın aynı referan­ sı (Venüs gezegeninil gösterdiglni bilmeyebilir. Bunu açıklarken Frege, bir şeyin farklı şekillerde belirlenebilecegini, dolayısıyla bi­ rinin söylerliginin digertyle çelişmesinin gerekmedigini belirtir.62 Bu açıklamalardan da anlaşılacagı gibi Frege'de anlam-dogruluk ilişkisi, özne-yüklem ilişkisi degil, anlam-referans ilişkisine da­ yanmaktadır. Ö zne-yüklem ilişkisinden hareketle düşüneeye ulaşılabilir ama referensa (her zaman) ulaşılamaz. Dogruluk de­ geri düşüncenin bir parçası olmadıgından, bir düşünceden aynı zamanda onun dogruluk degerille ulaşılamaz. Buna ancak dü­ şünceyi aşan referans yoluyla ulaşmak mümkün olabilir.63 Bir ifadenin anlamlı olması bu durumda -degindigimiz gibi- zorunlu olarak referansa sahip olmasını gerektirmez. Düşünce bir cüm60 61 62 63 "On Sense and Reference". s. 33. J . L . Austln. How to Do Tlngs wUh Words. s . 1 2 "Letter to Jordan". s . 44. ·on Sense and Reference". s. 30.
Dil Düşünce ve Anlam 1 16 lenin anlamıdır ve cümle bileşenleıinin (tek tek) referanslanndan bagımsızdır. Bu sonuca göre , bir kelimenin/ismin cümledeki tek başına referansıyla cümlenin bütünü içindeki referansı da bir­ birinden ayrılmalıdır. MEger bir şey bir ifadenin bileşeni olarak bir referansa sahipse o, içinde yer aldıgı tüm ifadenin referansı içinde bir role sahip olur" . 64 Dolayısıyla bir ifade bileşeninin re­ feransı, tüm cümlenin referansı ile ilgili oldugu için önemli ol­ maktadır. Bunun bir göstergesi de bir cümlede, farklı anlamlara ama aynı referansa sahip ögelelin yerleıi degtşttrtldigtnde , tüm cümlenin referansının aynı kalmaya devam etmesidir. 65 Bu durumda özellikle dilsel baglam da göz önünde bulundu­ ruldugunda, kelimelerin tek başına referanslarından çok onla­ rın cümle içindeki referanslannı bilmenin daha önemli oldugu anlaşılmaktadır. Bir kelime kendi başına bir anlam ve referansa sahip olsa da konuşanın niyeti, dilsel uzlaşım, dilin kullanımı ve baglam birlikte ele alındıgında gerçek referansın cümle anlamı­ nın bütünlügü içinde anlaşılacagını söylemek zor olmayacaktır. Referansı belirleyen nedir? Anlamın ya da bilgi içertginin Frege'de referansa götüren bir yol ve yöntem olarak öne çıktıgına degin­ mişttk. Referansın kaynagı da bizden bagımsız olan gerçekltkttr. Dummet, Frege'nin bizden bagımsız, hakkında konuştugumuz gerçek bir dünyanın var olduguna vurgu yaptıgını ve bizim bu dünyaya göre düşüncelere dogru ya da yanlış dedigtmize dikkat çeker. Şeylelin dünyada olduklan durumlara, onların referans alanlarına uygun olarak biz düşüneeye dogru ya da yanlış di­ yoruz. Dolayısıyla Mbu düşünceler, biz onlan ifade etmesek veya kavrayamasak da dogru ya da yanlış olacagı için, onlar bizim dünyada oluşumuzdan bagımsızdırlar. " 66 2. Kasıthlık, Niyet ve Arka plan Bu başlık altında tartışılacak sorunlar önemli oranda dil­ düşünce ilişkisi ve dil yoluyla aktanlan içeriklelin mahiyetine 64 65 66 W. Cari. age. s. 1 29. aynca bkz. s. 1 28. Bkz. "On sense and Reference". s: krş. Cari, age, s. 1 2 1 . Dummet'ın bu yaklaşımını Cari'dan alıntıladım. Dummet'ın Frege adlı esertn­ de deglndlgt bu lfadesi için bkz. Cari, age, s. 1 26.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 17 ilişkin önceki başlıklarda ele alınan konuları tamamlayıcı ola­ caktır. Kasıtlılık,67 niyet ve arka plan birbirleriyle baglantılı ve birbirini gerektiren karmaşık bir yapıya sahiptir. Baştan itibaren savunmaya çalıştıgımız iddialardan biri, sadece sözcükleri söyle­ menin aynı zamanda bir içerik vermeye yetmeyecegidir. Bu iddia, dilin toplumsal bir kurum, uzlaşımsal bir sistem ve bir kurallar dizisi içermekle iletişime kaynaklık etmesinin yanında, dogrudan konuşanın katkısını göz önünde bulundurmayı da gerektiren bazı ön kabullere dayanır.68 Bu aşamada, bir veya birden fazla organın hareketleriyle orta­ ya çıkan ve harf, ses, yazı gibi fıziksel karakteriere anlam katan şeyin ne oldugunu daha özellikli düzeyde ele almaya çalışacagız. Maddi kelimeleri fıziksel olanın ötesine taşıyan şey nedir? Söz edimlerinin terimleriyle söyleyecek olursak. bir sözü salt 'söyle­ me' edimi olmaktan çıkarıp; emir, yasak, söz verme, soru sorma gibi 'edimsöz edimi' haline getiren nedir? Vb. soruların cevapları bu sorgulamanın yönünü belirleyecektir. Konuşmalarımız -diger edimlerimizin çogu gibi- onları önce­ leyen kasıt, niyet ve inançlarımıza dayanır. Konuşmayı yönlen­ diren bu niyet ve inançlarımız da çogu zaman başka niyet ve inançlarımızia birlikte duyum ve algılanmıza dayanır. Bunlar konuşanın -rasyonel bir varlık olmasının dogal sonucu olarak, söylediklerinin akli gerekçelerini oluşturmada bir arkaplan rolü oynarlar. Swinbume , Mneden böyle degil de şöyle düşündügümün arka planını inançlar oluşturur, bunlar da failin akli gerekçe (reaso­ ning) ve amaçlarıdır"69 derken , düşünceyle birlikte anlamın arka 67 68 69 Intentionallty terimine karşılık, kasıtlılık yerine yönelimsellik veya niyetllliki niyetsellik terimlerini de kullanılabilirdik. Ancak yöneilmin bazen tam bir bl­ llnçlllik/kasıtlılık durumunu lçenneyebilecegtnl göz önünde bulundurarak kullanmakdık. Niyetlilik Ise kasıtlı Içeriklerden daha çok niyete vurguyu öne çıkardı�dan niyeti de kapsamakla birlikte dlğ;er (talep, arzu. Inanç vb.) ka­ sıtlılık tutumlarını da Içerecek genişlikte olmasını göz önünde bulundurarak kasıllılığ;ı tercih ettik. Dil-konuşma aynmı hatırlanabillr. EııulotiDn. s. 83. Swinburne"den alınWadığ;ımız bu cümlede geçen arka plan bizim başlıkta kullandığ;ımız arka planla ayru anlamda kullanılmamaktadır. Başlıktakl "arka plan' Searle"ün kullandığ;ı daha özel bir anlamda kullanılmış­ tır.
Dil Dılş ünce ve Anlam 1 18 planına da degtrımektedir. MSöyleyen, inandıgı için söyler, ona inanması da ona ilişkin gerekçelere dayanır"70 diyen Hann ann , bu gerekçelerin de kişinin bilgisiyle baglantılı olduguna dikkat çeker. Bu durum dilin dünya ile ilişkisine dayanan anlamlılık sınırlarının, dünyaya ilişkin bilgi ve inançlanmızın sınırlanyla belirlendigini göstermektedir. Kasıt. niyet, talep , arzu, dileme, umma gibi zihinsel tutum­ lar genel olarak kasıtlılık (intentionality) adı altında toplanır.7 1 Sözün arkasındaki niyet, kasıt, inanç, dilerne gibi zihinsel tu­ tumlar agmı Mag baglantılan" olarak tanımlayan Searle'ün ·ag baglantılan'yla anlatmak istedigi de kasıtlılık olarak niteledigi zihinsel durumlardır. 72 Searle, kasıtlılıgı şöyle tanımlar: MDünyadaki nesne ve olgu durumlarının (ofi , ya da nesne durumlan hakkında (about) veya onlara dönük (at-directed) olmasıyla birçok zihni durum ve olay­ ların özellikleridir" . 73 MDil kasıtlılıga dayanırken, bunun aksi ge­ çerli degildir" . 74 Bir inancın kasıtlılıgı özsel iken, dile getirmenin kasıtlılıgı söz konusu inanca dayandıgından, çıkanmsaldır. Dil­ sel kendilikler (entity) kendi başına içlemseldir. Oysa bir inanç, tutum, kasıt salt içlemsel olarak ele alınamaz. Dolayısıyla kasıt­ lılık dilsel kavramlarla açıklanabilir, ancak dile ve dilsel olana indirgenemez. 75 Bunu nasıl anlamalıyız? Kanımca bunu yorum­ lamanın en kısa yolu, kasıtlı tutumlanmızın çogunun kendile­ rini aşan başka nesnelere yönelik oldugu şeklinde yapılabilir. A'run 'X Y'yi öldürdü' inancı salt anlatım olarak içlemseldir, an­ cak inancın kendisi kaplamsaldır. Zira söz konusu inanç kendi içinde olup biten (salt zihinsel içerikli) bir şey degildir. i nancın 70 71 72 73 74 75 Luntly. ThDuglıts. s. 48. 46. Bkz. Searle. Intentionaltty. ı . 28-29: Rodertck M . Chllsom. "lntentlonal lne­ ıdstance". The Nature of Mind. ed. D. M. Rosenthal (Oxford : Oxford University Press. 1 99 1 ) . s. 297-298. Bkz. Searle, Züınin Yeniden Keıif� tre . Muhsin Macıt (İstanbul: Utera, 2004) . s. 2 1 8. Searle. Intentionality. s. 3. Intentfonality. s. 5. Age, s. 23-27. Kaplamsal Içerik zihinsel bir tutumun/yönelimin nesnesinin kendinden öteye yönelmesi. diger bir Ifadeyle lçertgtn zihinde son bulmaması olarak nitelendlrtleblllrken. içlemsel Içerik de nesnesi zihinde son bulan an­ Iamsal lçertkler yertne kullanılabilir.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 19 nesnesi onu oluşturan kendi dışındaki bir şeylere /durumlara dayanmaktadır. Bu nokta kasıtlılık durumlarının antolajik sta­ tülerine de açıklık getirmektedir. Buna göre bir inancın vb. içeri­ gi ile onun nesnesinin birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir. Birincisi içlemsel iken, ikincisi onu aşan dış bir referansa sahip olmakla kaplamsaldır. 76 Dummet da kasıtlılıgtn içerigi ile nes­ nesinin ayrımı noktasında, düşüncenin içsel nesnesinin zihinsel bir içerik olduguna, ancak dışsal nesnesinin öznenin bilincinin bir bileşeni olmadıgına dikkat çeker. Söz konusu nesne , aksine zihnin yöneldigi şeydir. Dummet'ın verdigt ömegi tekrarlayacak olursak, bir kadına evlenme teklifinde bulunma niyetini açıkla­ sa da açıklamasa da kişinin zihinsel tutumunun bir nesnesi söz konusudur. Ancak bu nesne sadece zihinsel bir nesne degil ka­ dının kendisidir. Bu durumda bir nesnenin hem zihinde hem de zihin dışında olmak üzere iki varlık biçiminden (mod) bahsede­ biliriz. Fizyolojik bir edimin nesnesiyle ilişkisi dışsal/kaplamsal olmasına karşın, zihinsel bir edimin nesnesi tek başına içsel/ içlemseldir. 77 Kasıtlı (zihinsel) tutumlar asli ( instrinsic) olarak önermesel olduklan gibi önemli bir kısmı temsili (representative) bir karak­ tere de sahiptir. Tüm kasıtlı tutumlar Myönelimsel içerik olarak tam bir önermeye sahip"78 iken, sinirlilik, sevinç, kıskançlık, hırs gibi zihinsel durumlarda oldugu gibi hepsi temsili bir içerige sa­ hip olmayabilir. 79 Temsiliyet, kasıtlılık kadar dilin de temel bir özelligidir. Dilsel tüm semboller bu temsili karakterin birer gös­ tergesidir. Hatta dilsel sembolleri salt fıziksel ses ve hareketler olmaktan çıkarıp anlam ve anlaşmanın etkin ögeleri haline geti­ ren söz konusu temsili nitelikleridir. Searle'ün ifadesiyle, Mdilsel ve yönelimsel varlıklar mantıksal niteliklerini temsiliyetlerinden alırlar. "80 O halde kasıtlılık ve dil, bu temsili karaktere nasıl sa­ hip olmaktadırlar? Neyi temsil edip tasanmlamaktadırlar? Bu­ nun cevabı önemli oranda kasıtlılıgın kendi tanımında mevcut76 77 78 79 80 Searle'ün yaklaşımı Için bkz. age, s. ı 6-24. Dummet, Orlgins, s. 3 ı -32 . lntentionality, s. 7. Age, s. ı. Ö rne�ln, hırsın tecrübesi kendisidir. ancak yılandan korkmak. yılan­ la özdeş degildir. (a.y.) : krş. Chllsom, age, s. 297-298. lntentionality. s. ı 6 .
Dil Düşünce ve Anlam 1 20 tur. Tanımdan anlaşılacağ;ı gibi -zihinsel tutumlar olan- kasıtlı durumlar bir nesneye yönelik olmakta, dolayısıyla herhangi bir olay, olgu ya da durumu temsil etmektedirler. Searle, kasıtlılık ve söz edimlerinin ( özelde, edimsöz edimi öğ;esinin) de nesneleri benzer şekilde temsil ettiğ;ini savunur. Buna göre "her kasıtlı tu­ tum belli bir psikolojik durum içinde bir temsil içeriğ;ine sahiptir. Kasıtlı-zihinsel tutumlar bir olgu ya da nesneyi temsil ederken, söz ediınieri de -başka yolla da olsa- bir olay ya da nesneyi temsil eder. "81 Bunun1a birlikte kasıtlı durumların temsil niteliğ;i kendi varlıksal yapısından kaynaklandığ;ı halde dilin temsili karakte­ ri kendi yapısından kaynaklanmamaktadır. Aksine dilin temsil karakteri de kasıtlı tutumlardan çıkarsanmaktadır. Bu açıdan bakıldığ;ında resim ya da cümle gibi temsil örnekleri, temsiliyet karakterlerini kasıtlılıktan almaktadırlar.82 Biraz daha açacak olursak dil, yazı, resim vb. zihne göre dışa açık olan temsili yapı­ lar bu tasarım ve temsil yeteneklerini doğ;rudan kendi doğ;aların­ dan alıp nesneye yöneltiyor değ;illerdir. Bunun yerine zihnin iş­ levi olan temsil ve tasarım karakterinden, dolayısıyla kasıtlılığ;ın yapısından çıkarsamaktadırlar. Şimdi başta sorduğ;umuz soruya yeniden dönelim . Ses ve ha­ reketlerden anlama, sözden edimsöze nasıl geçilmektedir? Bu­ nun kısa cevabı, özelde niyetin, genelde kasıtlı içeriğ;in fızıksel varlıklara aktanlması ya da eşlik etmesi olabilir. Searle'ün ifa­ desiyle, "konuşanın düşüncesinin orij inal ve asli kastı kelime­ lere, cümlelere, işaretlere, sembollere vs. iletilir. " 83 Searle'e göre burada çifte kasıtlılık söz konusudur. Genel kasıtlılık durumu ve bunu dil yoluyla ifade etme niyetine dayalı kasıtlılık. 84 Sear­ le, niyet ve kasıtlılığ;ın söyleme edimine içerik katma ilişkisini de şöyle özetler: "Bu bir dizi niyet yoluyla bir söyleme (utterance) ediminin lerasıdır ki bu yolla bir söyleme edimini edimsöze çevi­ rirerek, sözü söylemeye etki eder. "85 81 82 83 84 85 Age. s.4. 1 ı . Bkz. age. s . 2 1 ·22. Searle. Mind. Language and Soctety. PhUosophy Phoenlx. 2000), s. 1 4 1 . IntentiDnallty, s . 28·29. Age, s. 29. In the Real World (London:
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 121 B. Aune , b u tür bir soruya cevap verirken -Dumrnet'ta oldugu gibi- bir toplumda geçerli ve kabul edilebilen dilsel norm ve kural­ lann fıziksel olan söze anlam verdiğini savunur. Dolayısıyla anlam içsel olarak karşılığı olmayan. öznel/ tecrübi şeylerle değil, sözü belirleyen normatif kavramlar ağı içinde sıruflandınlmalıdır. 86 Ancak Alston'un da dikkat çektiği gibi aynı içeriğin farklı dil ve normlarla ifade edilebileceği87 göz önüne alındığında, dilsel norm ve kurallar, anlamın aktanm ve paylaşılabilirliği noktasında nes­ nel bir zemin oluştursalar da tek başına yeterlilik şartını yerine getiremezler. Bunun için norm ve kuralların da aynı zamanda konuşanın bilinç ve kasıtlanyla birleşmesi gerekmektedir. Bu da kasıtlılıkla açıklanabilecek ek bir koşul gibi görünmektedir. Alston'un, Aune'nin yaklaşırnma getirdiği tamamlayıcı görüş bu dengeyi gözetlemektedir: MAçık bir iddia ya da düşüncenin bazı norm ve kurallarla ilişkilendirilerek ele alınmasından ziyade , id­ dia eden ya da düşünenin belli norm veya kuralların etkisininfar­ kında olmasıyla açıklanabilir. "88 Bu ifadelerde dilin kurumsal ve toplumsal boyutuyla, bireyin kasıtlılık bilinci ve niyetinin birlikte anlama katkısı göz önünde bulundurulmaktadır. Bu durumda konuşma ediminde bulunurken (fiziksel olana) eklediğimiz, artı şey nedir, diye sorduğumuzda, Searle'e katılarak buna Mkasıtlı içerik" diyebiliriz. 89 Edimler bu açıdan iki parçalıdır. Ö rneğin. 'su istiyorum' gibi bir ifade de belli organların hareket ve seslerine dayalı fiziksel boyutla, talep . istek, rica türünden anlamlı bir edimsözde bulunma kastı söz konusudur. Burada edimin fiziksel yönü önemsiz değildir. Aksine anlamlılık ve kastın ortaya çıkma­ sını sağladığından fiziksel olanla kasıtlılık birbirini tamamlayan iki önemli öğe olmaktadır. Fiziksel boyut araçsal da olsa, kastın gerçekleşmesi için kaçınılmazdır. Söz olmadan edimsözden bah­ sedilemez, içerikle birlikte onu taşıyan bir taşıyıcı vasıtaya da ihtiyaç vardır. Bildik bir ifadeyle yınana lafızla kaimdir" . 86 87 88 89 Bkz. Alston, "Aune on Tought and Language", Noûs. 3 ( 1 969) . s. 1 78. Bkz. Alston, agm. s. ı so . Agm. s. l 82 . (ltallk vur gu ban a aittir). Aune, dilin norm v e kurallannı öne çıka­ rırken, konuşmanın niyetlilik ve lnançlara dayanan boyutunu dışlıyor degildir. Ancak o anlamın salt lçselllkle açıklanmasına Itiraz etmektedir. İlgili görüşleri lçln bkz. Aune. "Actlon, Inference and Intentlon", Phllosophical Perspectiues, 4 ( 1 990) . s. 250vd. Intentionality, s. 87.
122 Dil Düşünce v e Anlam Niyetin/kastın söz ve sembollere katılması hatta deyim yerin­ deyse kendisini dayatması tam olarak nedir ve nasıl anlaşılmalı­ dır? Searle bunu yeterlilik/başarı şartıyla on) (condition of satisfacti­ açıklar. Searle'ün ele aldıgı üç aşamalı niyet ve yeterlilik şar­ tından söz edilebilir. Birincisi, bir sözü belli bir anlatım biçimiyle dile getirme koşuludur. Bu aşama genel anlamda kastın daha özelde niyetin söze empoze edildigi birinci niyet düzeyidir. Bu aşamada sadece bir sözü dile getirme niyeti söz konusudur. İkin­ ci aşama kastı (edimsöze) empoze etme niyetinden oluşurken, üçüncü aşama da konuşanın, dinleyene kendi niyetini anlaması­ na yönelimi ve sözü böyle bir niyetle dile getirmesidir. Sonuncu­ su bir açıdan ilk ikisine dayanan onları gerektiren ama aynı za­ manda onları içeren bir aşamadır.90 Birinci aşama birinin sözü­ nü aktarma veya ögrenmek amacıyla bir kelimeyi söyleme yahut bir cümleyi tekrarlama örneklerinde oldugu gibi her zaman temel bir niyet içermiyor olabilir. İkinci aşamada ise anlamın -öznenin bilinçli yönelimiyle- söze öznel düzeyde deyim yerindeyse giydi­ rildigi, ancak hala muhataba aynı içerik (ve kasıtlı yönelimle) aktanl(a)madıgı düzeyi içerir. Üçüncü aşama artık ikinci niyetın muhatapta ortaya çıkma kastını da içermektedir. Bu aşamada, dinieyende istenen anlamı oluşturma niyetinin daha kesin bir kasıtlılık ve bilinçliligi gerektirdigi ortaya çıkmaktadır. Searle'ün dikkat çektigi önemli bir nokta, anlamlı bir şekilde kelimelir ko­ nuşma niyeti ile dinleyene bu anlamı iletme niyetinin birbirine kanştınlmamasıdır. Zira bu niyetler özdeş olmadıgından, ger­ çekleşme ve dogruluk koşullan da farklı olabilmektedir. İletim veya iletişim niyeti, Grice'taki anlam teorisiyle açıklandıgında, konuşanın, kastını/anlamı dinieyenin zihninde ortaya çıkacak bir niyetle, belli bir dil üzerinden belirli gerçekleşme koşullanyla birlikte bir anlatımı dile getirmeyi içerir.91 Niyet belki de kasıtlılıga dayanan en önemli zihinsel tutum oldugundan bu aşamada niyetle konuşma edimleri ilişkisine 90 91 Age. s. 1 42- 1 43. Sear1e. age . . s. 1 44- 1 46. "Konuşanın kastı" yaklaşımı daha önce deg!ndiglmiz gibi daha çok Grlceçı bir teorldlr. Ancak Grlce çogunlukla iletişime dayalı an­ lam ve nlyetllllğ;e vurgu yapar. Yani, konuşanın dlnleyene kendi kastını anla­ yacagJ ve dinieyenin de bunun farkında olduğ;u niyetlilik sürecini öne çıkarır.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 23 biraz daha açıklık getinnekte yarar vardır. Elbette tüm yapıp etmelerimizde niyet ve başka türden kasıtlı tutumlanmız söz konusudur. Ancak dil ve anlama ait kasıtlılık, Searle'ün lfade­ siyle en üst düzeyde bir kasıtlılık olmakla sadece insana hastır. Her ne kadar dil dışında başka davranışlarla da niyet ve kasıt­ lanmızı açıklamak ve iletmek mümkün olsa da bu daha az ge­ lişkin olarak gerçekleştıgtnden yetersiz olmakta ve alt düzeyde kalmaktadır. 92 Bu açıdan Hartnack'a katılarak şu sonuca van­ labilir: "niyet bir şeyi ifade etmenin yeterli olmasa da zorunlu şartıdır. "93 Konuyu inanç , niyet ve kasıtlılıgı iç içe ilişkilendirerek, açık­ layan Aune, "zihnimizde bir şey yapmaya yöneldtgimizde bir ni­ yet şekillenir, bu da mutlak anlamda bir edirne yöneiten inanç­ larla birlikte olur"94 demektedir. Aune , niyetın edimdeki rolünü iki ilkeye dayandınr. Bunlardan ilki alternatifler arasında ter­ cih yapmak, ikincisi ise önceki niyet ve inançlardan (daha özel) bir niyeti çıkarsamaktır. 95 Bu açıdan bakıldıgında niyetle edim arasında sıkı bir ilişki vardır. Hartnack, edlmsözleri etki-tepkiye dayalı davranışlardan ayıran temel özelligin, niyetli olmalan ve söze dayalı edimler olmalarıyla açıklar. Bu anlamda tüm anla­ tımlanmız her zaman niyetli olmasa da kasdi anlatımlanmızda niyet kaçınılmazdır. Kasıtlı bir yolla kurulan cümlelerimiz niyetle baglantılan oranında sernantık bir degere sahip olur. Niyet-edim ilişkisi temelde bir nedensellik ilişkisi gibi dur­ maktadır. Yani niyetle edim arasında bir tür neden-sonuç ilişkisi var gibidir. Elimi kaldırarak (neden) bir şey istememde (sonuç) oldugu gibi kasıtlı edirolerde neden- sonuç arasında bir anlam­ da mantıksal bir bag göze çarpmaktadır. Nedenselligi "bir şeyin 92 93 94 95 Searle. Intentkmality. s. I 60, 1 78. Bu yönüyle d!l ve konuşma Insanın eylem alanını gellştlnnekte konuşmaya dayalı yeni varlık alanları oluşturmaktadır. Bu alan sosyo-kültürel tüm ögeleri belirlemekte ya da etkilemektedir. Sözün varlık alanları oluşturması noktasında farklı bir yaklaşım Için bkz. Tahsin Görgün. Anlam ı.ıe Yorum: Dini Metirılertn Anlaşılması ı.ıe Yorumlanması (İstan­ bul: Gelenek, 2003). Justus Hartnack. Language wıd PhUosophy ( Paı1s: Mouton, 1 972). s. 32. 3 1 . Aune, s. 255. Aune, age, s. 256. Konunun başında söz konusu ilişkllendlnne açıklanmakta­ dır.
Dil Düşünce ve Anlam 1 24 başka şeylerin oluşmasını sağlamasıM96 şeklinde tanımlanırsak, niyete dayalı kasıtlı nedensellik, fıziksel nedensenikten farklı ola­ rak failin içinde yer aldığı özel türden bir nedensellik olmaktadır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde nedensenikten çok özgür özne­ lerin işe karışmasından dolayı " ned.ensellik benzen� bir ilişkiden bahsetmek daha isabetli görünmektedir. Bu bağlamda niyetın aktarılıp aktarılmaması, kastın bir yerde değiştirilip değiştirilme­ yeceği, kastı ileten lfadelerin oluşum şekilleri ve aktarılan biçim ve içeriğin dinleyende oluşturacağı sonuçlar genel olarak deği­ şime açık esnek bir yapı oluşturacaklardır. Bu da nedensellik tanımını zayıftatan bir bağlama dönüşmektedir. Niyetle edim arasındaki diğer bir ilişki şekli de niyetle yeterli­ lik/başarı şartı arasındaki ilişkisidir. Bu daha önce değindiğimiz gibi, dilin temsil gücünden kaynaklanmaktadır. Nitekim, yukar­ da geçtiği gibi, fiziksel olan ses ve hareketlere anlam katan ya da sözü edimsöz haline getiren şey onlara rıiyetin (daha genel an­ lamda yeterlilik şartlarının) empoze edilmesidir. Yeterlilik/başarı şartı genel olarak inançla inanç içeriğinin, sözle niyetın uyumu­ dur. X'in Y'ye oy verme inancı, oy vermesiyle dogru olmuş olur. X'in Y'ye oy verme isteği, oy vermesiyle yerine gelmiş olur. X'in Y'ye oy verme niyeti de aynı şekilde oy vermesiyle gerçekleşmiş olur. Searle örneği şu şekilde ortaya koyar: i nanıyorum + John'a oy vereceğim. i stiyorum + John'a oy vereceğim. Niyetim var + John'a oy vereceğim. Yukarıdaki cümlelerin her biri kasıtlı bir tutumu temsil eder­ ken, her kasıtlı tutum da kendi yeterlilik/başarı şartı olan "oy vermeMyi temsil etmektedir. Buna göre "kasıtlı bir edim basit ola­ rak rıiyetin yeterlilik şartıM97 olmaktadır. Kasıtlı bir edim (buna edimsöz de denebilir) , birilerine bir şey yapmasını söylemekle yakın ilişkilidir. "Bir kimse emir verdiğinde, bu bir kasıtlı edi­ min yerine getirilmesini emretmektir. M98 Burada kasıtlı ve niyetli 96 97 98 Intentionaltty. s. ı 39, 1 22 . Konunun bundan sonraki kısmı çoğ;unlukla Searle'ün lntentionality eser! temel alınarak ele alınacaktır. Age. s. 79-80. Bkz . . age. s. 8 ı .
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 125 b ir durum söz konusudur. MEmrediyorum ama buna bir niyetim yok" anlamsız veya çelişkili bir ifade olur. Sonuç olarak Searle'e göre Mkasıtlılık durumu, onun yeterlilik şartlannın temsiliyetidir. " B u bir varlıgın hep dogru oldugu , yanlış yapmadıgı anlamında degil, onu dogru yapma kavrayışının imkanına sahip oldugunu gösterir.99 Ayrıca bu yeterlilik şartının her zaman aynı düzeyde dış dünyada gerçekleştigi ve sonuçlann niyetle dogru orantılı bir şekilde ortaya çıktıgı anlamına da gelmez. Bazen karmaşık niyetler söz konusu oldugu gibi bir davranıştan kastedilmeyen, niyetlenınemiş sonuçlar da ortaya çıkabilir. Bu durumlarda asıl edim , öznenin gerçekte niyetlendigi edimdir. 100 Bazen de istenen bir sonuca ulaşıldıgı halde söz konusu sonuç niyetın içerigiyle örtüşmüyor olabilir. Bir adamı öldürmeye kasteden birinin onu öldürecegi anda adamın başka bir nedenle ölmesi buna örnek verilebilir. Ancak konumuzia ilgisi açısından Searle'ün ele aldıgı diger bir örnek daha da açıklayıcıdır. Örnege göre , Madamdan çık" diyen birine muhatabın Mçıkıyorum ama sen emrettigin için degil" deyip çıktıgında, emre muhalif davranınarnakla birlikte emri ye­ rine getirmiş de olmamaktadır. Bu durumda önemli olan sadece emrin gerçekleşmesi degil, aynı zamanda söz konusu niyetle ye ­ rine getirilmiş olmasıdır. 1 0 1 Sonuç olarak Searle'e göre yeterlilik/ başarı şartı bir söyleme edimine, niyetin katılımı ile gerçekleşir. Buna göre anlamlı bir edimi dilsel anlamda (da) anlamlı kılan, ona kasıtlı olarak empoze edilen yeterlilik şartlarını yerine getir­ mesine baglıdır. 1 02 Searle'ün ele aldıgı niyetlerden biri de anlamlılık niyetid ir . Konuya ilişkin bazı temel sorulan biraz daha özelleştirerek so­ racak olursak, kişi konuşmakla nasıl oluyor da fiziksel nitelikli karakteriere niyet katabilmekte ve bu niyet söz konusu anlamı iletebilir nitelikler taşıyabilmektedir? işaret ya da sesleri onla­ nn ötesine taşıyan karmaşık niyetin dogası nedir? Searle, bu tür sorulann , bir dili bilip konuşmak, sonsuz sayıda cümleler kurabilmek gibi dille ilgili diger sorulardan ayrılması gerektigini 99 1 00 101 1 02 Age. s. 1 77. Bkz. . age. s . 1 00- ı o ı . Bkz . . age. s . 86-87. Age,s . 1 67- 1 68.
Dil Düşünce ve Anlam 1 26 savunur. Zira anlam sorunu iletişim için kullanılan genel bir dil olmadan da ortaya çıkabilir. Bir şeyi dile getirmekle , bunu doğru bir şekilde dile getirmek, bir emir ediini ile itaat edilen bir emir, bir söz verme ile yerine getirilen bir söz verme ayrımlan yapıldı­ ğında; anlamlılık niyeti her durumda birinci kısmın yerine geti­ rilmesiyle ilgili olmaktadır. 103 Zira bir sözün söylenmesi, sözün doğrulugu, muhatabın bunu anlaması ve buna ilişkin inançlan birbirinden farklı şeylerdir. Bir kimse inanmadıgi bir şeyin zihin­ sel/ dilsel temsiline sahip olabildigi gibi, bazen durum inandı�ı­ nın tam tersi de olabilir. 104 Dilsel yönelime dayanan M anlamlılık niyetı� de Mtemsili niyet" ve Miletişim niyeti" olarak ikiye aynlır. Bu iki niyetten birincisi bir olayın/olgu durumunun temsil niyetini oluştururken, ikincisi de bu temsil niyetini iletmeyi içermektedir. Bu iki niyet birbi­ rinden farklıdır. Çünkü iletişimde muhatapta bir etki oluşturma niyeti söz konusu iken, tasarımlama aşaması olan temsilde bu aranmaz. Temsil niyetinin do�al olarak iletişim niyetini önceledi�i düşünüldügünde, dilden söz etmek ço�unlukla iletişim niyetiyle başlamaktadır. Bu durumda iletişim niyetinin işlevi kısaca, Mdin­ leyicinin yerine getirilen ediini temsil niyeti halinde kavraması" olmaktadır. 1 05 Temsile dayalı anlam ise muhataba herhangi bir etki etmekten veya muhatabın buna ilişkin inançlarından ba�ım­ sız oldugu gibi ifadenin doğru olup olmamasından da ba�ımsız­ dır. Dilde asıl olan bu işlevleri yerine getirmek olsa da temsil ni­ yetiyle iletişim niyetinin işlevlerinin birbirine karıştınlmaması ge­ rekmektedir. Dilsel anlam kasıtlılı�a dayandı�ı için onun imkan ve sınırlan da, kasıtlılı�ın imkan ve sınırlan tarafından belirlenir. Bu açıdan bakıldığında dilin kasıtlılı�a dayanan en önemli niteli­ gl �emsil kapasitesidir. Kasıtlılığın temsil kabiliyeti ise daha önce de�indi�imiz gibi, kendinden olup özseldir. Özsel olarak kasıtlılık ve temsil kapasitesine sahip olmayan dil (fıziksel nitelikler ta­ şıyan söz) , kastın, dolayısıyla yeterlilik şartlarının empoze edil­ mesiyle anlam ve edimsel nitelik kazanmaktadır. Böylece temsil kapasitesinin sınırlan anlamın da sınırlarını oluşturmaktadır. 1 03 Anlamlılık niyetl için bkz. !ntenttonalıty. s. 1 62- 1 64 . 1 04 B kz . s . 1 69. 1 05 Age. s. 1 68, 1 64 - 1 65.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 127 İnsan zihni ve dili , sahip oldugu temsil kapasitesiyle dogadaki olay ve olgulan tasanmlamakla onlann var alınalanna neden olamaz. Searle'ün verdigi örnekte oldugu gibi "ben bir yumurta pişirecegtm" demekle kişi yumurtayı pişiremez. Çünkü dilin ve zihnin temsil kapasitesi böyle bir varlık düzeyini oluşturmak için yetersiz kalmaktadır. Bunu ancak dogadaki olaylan (belki onlan tasanmlayarak) var etmeye gücü yeten bir varlık yapabilir. ı os Dil , temsil yetisini ve kapasitesini kasıtlı (zihinsel) tutum­ lardan çıkarsamakla birlikte, kasıtlı tutumlara benzer bir yolla nesne /olay/olgulan temsil etmektedir. Ancak dil ve kasıtlılık bu temsil niteliklerini, kendisi temsili karakter ve kapasiteye sahip olmayan bir " arka plan"aı07 dayanarak gerçekleştirmektedir. Söz konusu arka plan dilin ve yönelimin temsil kapasitesinin sınırla­ nnı belirleyen en önemli faktörlerden biri olmaktadır. Arka plfuıı tanımlamadan ve ne oldugunu açıklamadan önce , ne olmadıgını ortaya koymak yerinde olacaktır. Arka plan, ta­ mamen bizden bagımsız dış gerçeklik anlamında kullanılmadıgı gibi anlam, inanç , niyet vb. kasıtlı durumlarda oldugu gibi salt temsil kapasitesine sahip olan , adeta ön inançlar agı gibi bir zi­ hin çerçevesi de degildir. Arka plan bir kurallar sistemi olarak kabul edilmeyecegt gibi baglamla da kanştınlmamalıdır. ı os O halde arka planı nasıl anlamalıyız? Searle'ün yaptıgı tanımlar­ dan biri, "arka plan tüm temsilierin teşekkülüne imkan veren, kendisi temsili olmayan zihinsel yetiler" şeklindedir. ıoo Bunlar da çogunlukla fiziksel, biyolojik ve kültürel yetiler /kapasiteler olarak degerlendirilebilir. Searle'ün yaptıgı diger bir tanımlama konuyu biraz daha açıklamaktadır: "Arka plan ne şeyler dizisi ne de bizimle şeyler arasındaki gizemli ilişkilerdir. Daha çok bir 1 06 Krş. Intentionality. s. 1 7 1 - 1 72; 1 7 4- 1 75. I 07 Arka plan yaklaşımını da Searle"ün görüşlerinden hareketle ele alaca�. Sear­ Ie. konuyu özell!kle düz Olteral) anlamın konuşmada asıl oldugunu gerekçelen­ dlrmek Için arka plan kavramına müracaat etmiş ve onu nerdeyse bir kurarn düzeyinde gellştlrmlştlr. 1 08 Arka plan'ın ne olmadıgina lllşkin olarak. Searle"ün dikkat çektigl bazı yanlış anlamalar Için bkz. Züınin Yeniden Keşfi. s. 235-237. Searle IntentionaUty adlı esertnde arka plan yaklaşımını Züınin Yeniden Kew adlı esertnde daha da ge­ llştlrmekte ve önceki görüşlertyle liglll olarak bazı düzeltmelere gitmekte veya açıklama yapma Ihtiyacı hissetmektedir. 1 09 Intentionality, s. 1 4 1 .
1 28 Dil Düşünce ve Anlam yetenekler, duruşlar (stance) , niyet öncesi tasavvurlarla varsa­ yımlar, pratiklerle alışkanlıklanmızdır" . ı ı o Arka plan anlama, inanma, talep ve kasıtlılığın zorunlu ama yeterli olmayan bir şartıdır. Kasıtlı durumlann, kasıliara dayan­ mayan bir yetiler kümesi içinde işlemesidir. İ nanç talep ve ni­ yetlerimiz Searle'ün ağ bağlantılan dediği başka inanç ve talep­ lerimize dayanmaktadır. Bu ağ bağlantılan da -kendi kendilerini yorumlayıp uygulama durumunda olmadıklan için- bir temsil karakterine ve kasıtlılık niteliği olmayan bir arka pl8..'1a ihtiyaç duyarlar. ı 1 1 En önemlisi "arka plan bize yönelimin tikel formlan­ na sahip olma imkanı sağlar. · ı ı ı Lokantaya gidip yemek yeme ni­ yetim , lokanta gibi bir kurumun var olduğu , burada belli bir ücret karşılığı yemek yendiği vb. arka planına dayanır. Parlemento'nun varlığı milletvekilliği için aday olmanın arka planını sağlar. Oyun kurallan oyun oynamaya olanak verir. Bu ne demektir? Şimdiye kadar konuşma ediınieri dahil , yaptığımız tüm ediınierin kasıt ve niyetiere dayandığını temel bir kabul olarak öne çıktığı gibi edim öncesi tüm niyet, kasıt ve inançlanmızın başka türden inanç, ni­ yet vb. kasıtlı tutumlara dayanması da yine bu kabule dayalı bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. "Bir bardak su alabilir miyim! " cümlesiyle dile getirdiğim isteğimin arkasında suyun bir sıvı ol­ duğu , bardağa konabileceği, içilebilir olduğu, bardakla getirildi­ ğinde bardağın baş aşağı tutulmayacağı türünden sıralanacak bir dizi önkabul (arka planla ilişkili) yer almaktadır. Birçok düşü­ nür tarafından benim suyu ağzıma götürme edimim, onun sıvı ve içilebilir olduğuna dair olan inancımla veya bir dizi ilişkili inanç ağıyla açıklanmakta ve böyle bir inanç veya ilişkili inançlar ağı yeterli görülmektedir (Buna geleneksel yaklaşım da denebilir) . Bu halde Searle'ün arka planla anlatmak istediği ek şey nedir? Kanımca Searle, bir edimin arkasındaki kasıtlılığa dayanan tüm tutumlan "ağ bağlantılan" olarak isimlendirip bunlan da arka planla ilişkilendirmekte iken, geleneksel yaklaşımın inançla ilgili yaklaşımı adeta "ağ bağlantılar"ında son bulmaktadır. Searle'e 1 1 0 Age. s. 1 54 . Sear1e'e göre bu yetilerin çogu da metafiziksel bir açıklamaya Ihti­ yaç duymayan Insan beyni ve nörolojlk yapısıyla açıklanabilir. l l l Bkz. Zl'K. s. 2 1 7-2 1 9 . 1 1 2 Intentionality, s. 1 57 .
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 1 29 göre "arka plan niyetli durumlar olmayan fenomenlerden olu­ şurken, ag ba�lantısı bir yönelimsellık a�ı ba�antısıdır. " 1 1 3 Arka plan bir yetller kümesinden oluşurken, kasıtlı durumlarla ilgili olan a� ba�lantısının yetllerle ilgisi yoktur. Kişinin (inanç, niyet gibi) kasıtlara dayalı bir tutuma sahip olmaksızın, bir önerme­ nin içeri�inin do�lu�a sahip olması, Searle'e göre bu ay­ rımla do�dan ilişiklidir. Nesnelerin katılı�ına ya da suyun sıvı oldu�na dair herhangi bir inanca sahip olmaksızın, hayatımı bunların böyle oldu�na dair kabullerle sürdürüyor ve onlara ilişkin önermelere ba�lı kalabiliyorum. Bu durumda arka planı tüm inanç , niyet, talep vb. tutumlanmızın bir şekilde dayandı­ �ı ve dilsel anlamı ona göre yorumlamamız gereken bir tavırlar, davranışlar, yetller kümesi şeklinde düşünebiliriz. Burada özellikle konuşma söz konusu oldu�nda iki temel sonuca dikkat çekilebilir: ilkin, sernantık bir içerik tek başına bir arka plandan izole edilerek anlaşılamaz. Dolayısıyla bir cümlenin düz anlamıyla mı yoksa metaforik bir yolla mı kullanıldı�ı. arka planın da göz önünde bulundurulmasıyla daha kolay anlaşılabi­ lir. "Her cümle, insanın belli uygulamalara, uzmanlı�a. bir şey­ leri yapma yollarına vb. ilişkin yeteneklerinin arka planına göre yorumlanır. " Bu yetiler aynı ifadenin farklı şeklllerde yorum­ lanmasına yol açar. Düz anlamıyla da olsa cümlelerin anlamla­ n arka plana göre farklı yorumlanabilir. Cümlenin anlaşılması için arka planı bilmenin gereklili�i. Searle'e göre, temelde dilsel temsilin olgulan betimlemede her zaman yetersiz kalabilmeleriy­ le ilgili bir durumdur. Herhangi bir fiili durum sonsuz sayıda do�ru betimlemelerle açıklanabilir. Di�er bir ifadeyle "cümlele­ rin anlamı kökten bir biçimde söylenen şeyin içeri�i yeterince belirleyemez. " 1 1 4 Ö rne�in "okula gidece�im" cümlesi dilsel ku­ rallar ve salt kelime anlamlarına göre düşünüldü�ünde, okula uçakla, yürüyerek veya tek ayak üzerinde seke seke gitmeyi, hat­ ta uçan bir seecadeye binip uçma gibi daha onlarca ihtimali dış­ lamaz. Ancak bizim için okula gitmenin bilinen belirli fızıksel ve sosyal şartlan bunun nasıl anlaşılacawna dair belli sınırlamalar 1 1 3 2YK. s. 230. 1 1 4 2YK. s. 224. aynca bkz. s. 2 1 9-222.
Dil Düşünce 1 30 r.ıe Anlam getiıir. Dolayısıyla söz konusu arka plan cümlenin nasıl anlaşıl­ ması gerektigi konusunda yardımcı olur. Bundan hareketle Se­ arle , "gerçek anlam, dogruluk şartlarını sadece arka plana baglı olarak belirler" 1 1 5 demektedir. Searle, arka planın herhangi türden bir görecelik ya da idea­ lizm! dogurmayacagını dolayısıyla gerçek(çi)ligi tehdit etmeyece­ gini de savunur. Buna göre "arka plan temsil edilen gerçekligin degil, bizim gerçeklik temsilimizin bir özelligidir." 1 1 6 Konunun de­ vamında şunları söyler: Bizim onu nasıl temsil ettigirniz gerçek dünyanın umurunda bile degildir ve temsil sistemimiz işlev görmek için, temsile dair olma­ yan bir yetiler kümesine Ihtiyaç duysa da, bu sistemin temsil için kullandıgı gerçeklik kendiliginde bu yetilere ya da başka herhangi bir şeye dayanmaz. Kısacası, arka plan dışsal gerçeklik kanaati­ mizi veya dogrunun kavranışındaki uygunlugu ya da açık iletişi­ min lmkarunı yahut da mantık olanagını tehdit etmez. Ancak bu görünüşün tümüne farklı bir ışık tutar. 1 17 Searle, bu anlamda arka planın göz önüne alınmasıyla; özel­ likle metin yorumlama teorilerinde "bütün anlamaların adeta bir tür yorumlamaya ihtiyaç duydugu" şeklindeki bir yaklaşımın yanlış olduguna deginir. Zira arka planı bilmek ifadeleri normal ve düz anlamıyla bilmeye gerektirir. "Normal anlama" ifadesi de bizi anlamanın ayrı bir mantıksal aşamasının ya da bir tür ayrı yorumlama biçiminin oldugu kanısına götürmemelidir. Ö megin agacın arka tarafına baktıgımızda bazı biliş teorilerinde oldugu gibi buradan mutlak bir algı farklılıgı gibi yorumlamalara git­ mek yerine , yaptıgımız şeyin "basitçe agacı gerçek bir agaç ola­ rak" gördügümüzü kabul etmektir. Arka planın farklılıgına göre yorum farklılıklarının olması ise Searle'e göre "sıradan algıla­ rın sürekli olarak bir yorumlama edimi gerektirdigi" sonucunu dogurmaz. 1 1 8 Burada Searle'ün arkaplana getirdlgi açıklamaların ı ı 5 2YK. . s. 226. Farklı örnekler Için bkz. s. 224-225. 1 1 6 2YK. s . 236. lntentionallty de Ise. arka planın lşle}1şlnl şöyle tanımlar : "Arka pliin fonksiyon göstertrken. temsil yoluyla işled@ sanılmamalı: bunlar blzatıhl gerçek dünya olarak alınmalı. Gerçek dünyanın var olduguna lnancım onu temsil etmekten bagımsızdır.- (s. ı 58) . ı 1 7 2YK. s. 236. 1 1 8 2YK. s. 237.
Anlamı Belirleyen Bazı Faktörler 131 temelde dış dünya ve anlam gerçekçiligiyle uyumlu oldugu ve yo­ rumu öneeleyen hermenötlk bir yaklaşımdan çok anlam gerçek­ çiligini öne çıkaran sernanlik bir tutumu önemsedlgi görülmek­ tedir. Searle'ün arka plan yaklaşımını şu sözlertyle noktalamak anlamlı olacaktır. MArka plan basitçe gerçekleşebilen bir olaylar dizinini belirtmez. Daha çok zihinsel yetller, tavırlar, tutumlar, davranış biçimleri, nasılın bilgisi, beceriklilik, vb.den oluşur ve bunların tümü sadece ortada niyetli bir edim, algı, düşünce, vb. gibi niyetli fenomenler mevcutsa ortaya çıkabilir. " 1 19 ı 19 ZVK, s. 24 1 .

SONUÇ Çalışmanın başlıklan kısmen farklı ve birbirinden bagimsız ko­ nulan içeriyor gibi görünse de anlamın neliği, anlam ve dil ilişki­ si, anlamı belirleyen faktörler ve anlam aktanını gibi anlam etra­ fında merkezlenen belli başlı konular hakkında bazı sonuçlardan söz etmek mümkündür. Bu bağlamda ilk bakışta anlamın ne olduğundan çok anlamın ne olmadıgina veya anlamı ne ile sınırlamadıgimıza dikkat çek­ mek daha yerinde olacaktır. Söz gelimi, Platoncu ve onun çağ­ daş bir versiyonu olan Fregeci anlam realizmi her ne kadar an­ lamın nesnelliği, genel geçerliliği için önemli bir açıklama sunsa da özellikle konuşanın anlama (zihinsel) katkısını önemli oranda göz ardı ettiğinden anlamı farklı yönleriyle açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Benzer şekilde anlamı, söylenenlere verilen karşı­ Iılda açıklayan davranışçı tutum da anlamı salt etki-tepkiye da­ yalı indirgemeci dar bir çerçeveye sıkıştırdığından anlamın farklı yönlerini göz ardı etmekle sonuçlanmaktadır. Bunlara ek olarak anlamı zihinsel içerikle açıklamada, an­ lamın en önemli boyutuna dikkat çekilmiş olsa da, anlamı salt zihinsel bir içerik olarak ele almak onu öznel ve aktanlamaz psi­ kolojik bir faktörle sınırlama riskini taşımaktadır. Diğer yandan anlamı sadece dilin kurallan, uzlaşımsal-sosyal yapısı ve bunlardan oluşan bir sistem içindeki kullanımıyla açık­ lamak da yeterli değildir. Şüphesiz, anlamın somutlaştıgı ilk ortam dilin düzenli yapısıdır. Ancak dilin bu düzenli gramer yapısı da tek başına anlamı belirleyemez. Sözgelimi, Mgülün tadı beyazdır" cüm­ lesinde olduğu gibi, gramere uygun ancak kategorik yanlışlan içe­ ren ifadeler her zaman kurulabilir. Bu durumda anlamı açıklama­ da genel bir ayrımla: zihin, dil , dil dışı gerçeklik alanlarını birlikte düşünmek daha tutarlı olacaktır. Çünkü bunlardan herhangi biri tek başına anlamı açıklamada yetersiz kalmaktadır.
1 34 DU Düşünce ve Anlam Dilsel uzlaşı, dilin toplumsal nitelikli bir yapıya sahip oldu­ gunu ve dilin ancak bir topluluk tarafından kullanılmasıyla ger­ çeklik kazanabilece�ini ima eder. Di�er bir ifadeyle dilsel uzlaşı aynı dili kullanan bireylerin zaten var olan dilsel kurallara uyma­ sından kaynaklanan bir tür uyumu göstermektedir. Uzlaşı aynı zamanda dilde kullanılan -Saussurcu ifadeyle- dilsel işaretierin kendileri dışındaki şeylere (işaret edilenlere) delaletlerinin do�al veya mantıksal bir nedenselli�e de�il. toplumsal bir istence da­ yanmasını ifade eder. Bireyler, konuşma yetllerini bu uzlaşımsal sistem üzerinde gerçekleştlrirler. Bu yönüyle konuşma bireylerin uzlaşımsal olmayan kasıt ve niyetlerini uzlaşımsal bir dil üze­ rinden aktarmalarını içerir. Dolayısıyla konuşan öznenin niyet­ leriyle di�er içeriklerden ayrılan ve belirlenen anlam, her zaman uzlaşımsal olanı aşacak bir niteli�e de sahiptir. Anlam, genel bir tanımla konuşanın/yazarın kasıt ve niyetle­ rinin do�al bir dilin birimleriyle (kelime , cümle vb) , düzenli ku­ rallar ve uzlaşımsal bir yapıya sahip bir dil sistemi üzerinden kendisine benzer zihinsel yetilere sahip muhataplara aktanını gibi nitelikleri içerir. Konuşan do�al bir dil sistemini kullanarak, kastettl�i anlamı, başkalarına iletmektedir. Böylece anlam, iletimin konusu olmak­ la paylaşılır hale gelmektedir. Bu nokta, anlamın tecrübeye kapalı olan zihinsel yönünün, tecrübeye konu olması için söze/dile olan ihtiyacını veya ondan ayrılmaz bütünlü�ünü göstermektedir. Bu açıdan dil, -bazı tanımlarda geçtl�i gibi- konuşmanın dışsal yö­ nünü oluştururken, anlam da zihinsel yönünü oluşturmaktadır. Bu açıklama aynı zamanda dilsel birimleri do�rudan nesnelerin yerine kullanmayıp, söz-nesne ilişkisini zihinsel ilişkilendirme üzerinden, yani kavramlar yoluyla kurdu�umuzu gösterir. An­ cak anlamın zihinsel boyutunu kabul etmek, gerçeklik yönünü göz ardı etmeyi gerektirmez. Anlam, söz aracılı�ıyla farklı zihinler tarafından payiaşılsa da bu anlamın nesnelli�i için yeterli bir ko­ şul de�ildir. Anlamın nesnelli�i. zihinlerden ve dilsel ifadelerden ba�ımsız olan gerçeklikle kurulan ilişkisini görmeyi de gerektirir. Referans alanı dış dünya olabilece�i gibi, dilin oluşturdu�u veya zihinsel kurmaca dünyalara dayalı alanlar da olabilir. An-
Sonuç 1 35 cak burada hangi dünyaya referansta bulundugumuz anlamın gerçeklik ve dogrulukla ilişkisini de belirleyecektir. Diger bir de­ yişle dogruluk-anlam ilişkisi ancak referans ve gerçeklikle ilişkisi içinde belirlenebilir. Anlam , tek başına dogru veya yanlış olma­ nın ölçütü olamaz. Söz geltmi. Mkar beyazdır" cümlesini ele aldı­ gımızda, bu cümlenin, konuşanın söz konusu olguya ilişkin algı içertgini, karın beyazligını benimseme gibi inanç içertgini ve buna ilişkin bilgisini içerir. Bunlar aynı zamanda öznel ve psikolojik içerekler olup, konuşanın zihin üzerinden anlarola olan ilişkisini ve anlama olan katkısını oluşturur. Diger yandan " kar beyaz­ dır" bir önerme olarak konuşanın inanç ve dilsel anlatımından bagımsız, soyut bir gerçeklige sahiptir. Birilerinin inanıp inan­ maması bu önermenin dogruluk degerini degişttrmez. Ü çüncü bir düzey de Mkar beyazdır'ın dogrudan dış dünyadaki bir olguya işaret etmesidir. Bu da dil yoluyla ve niyetle şekillenen anlam içertgiyle (aynı zamanda buna ilişkin bilgiyle) referansta bulun­ dugumuz dış dünya gerçekligidir. Diger taraftan dilin uzlaşımsal kuralları, anlamı belirleyen veya nesnelligi saglayan ölçütler alınaktan çok, anlamın akta­ nmını ve paylaşımını saglayan faktörler olarak düşünülebilir. Dilin uzlaşımsal-sosyal yönü tarihsel ve toplumsal faktörlerin et­ kisiyle sürekli degişim ve gelişim göstermektedir. Oysa anlamın referansı, gerçeklik/varlık olarak düşünüldügünde, dillerin ve zi­ hinlerin belirleniminden (bu yönüyle) bagımsızdır. Aynı anlamın farklı dillerde temsil edilinesi veya farklı dillere tercüme edilebilir olması da dile indirgenemeyen söz konusu nesnel boyutundan kaynaklanmaktadır. Diger yandan uzlaşı ve dil sisteminin, an­ lamı kendi içinde haps eden bir yapı şeklinde düşünülmesi de zorunlu degildir. Dilin adeta canlı bir dokuyu andıran yapısı sü­ rekli yeni anlamlara açık oldugu gibi, yeni uzlaşımlarla dilin ken­ disi de sürekli bir gelişim ve zenginleşme sürecini yaşamaktadır. Bu açıklamalar ışıgında, anlamın varlıksali gerçeklik, zihinsel ve dilsel (olgusal) boyutlarından söz etmek mümkün olmaktadır. Anlamın bu üç boyutla olan ilişkisi de farklı düzeylerde gerçek­ leşmektedir. Anlamın referans alanı, gerçeklik/varlık düzeyini, konuşanın kastıyla şekillenen boyutu zihinsel olan düzeyi, ile-
1 36 DU Düşünce ve Anlam tlşim ve paylaşımı saglayan da dilsel düzeyini oluşturur. Konu­ şan/yazar , niyet ve kasıtlanyla, gerçeklige tekabül eden öner­ mesel içerikleri özelleştirip, belirli bir anlam haline dönüştürür. Dilsel (olgusal) alana gelince, kavramlar aracılıgıyla ilişki kur­ dugumuz gerçekligi sembolize eden bir işaretler sistemi olarak karşımıza çıkar. Zihin gerçekligi temsil ederken, dil de zihinsel olanı temsil eder. Diger yandan, anlamın zihinsel boyutu, düşünce ve inanç içerikleriyle açıklandıgiDda, söz konusu içerikterin iletHebilme imkanı onların önermesel olmalarını gerektirir. Diger bir deyişle, konuşan özne zihinsel içeriklerini önermesel olana dönüştürmesi halinde aktarabilme imkanına sahiptir. Düşüncenin kavramsal/ önermesel olana aynşma imkanı. konuşanın kasıtlanyla şekille­ nen anlamın. dilsel bir formda tecrübenin konusu olmasını sag­ lamaktadır. Bu durumda konuşma için yapılacak bir tanımda, ek olarak şu noktaların da göz önünde bulundurulması gerekir. (i) Ses, harf gibi, gerçekte fiziksel olan ögelere anlam katarak, on­ lan iletişiinin aktif ögeleri haline getiren, konuşanın söz konusu fıziksel olana eşlik eden kasıt ve niyet türünden zihinsel tutum­ lan . (li) Düşüncenin önermesel olana dönüşme imkanı , bütün cümle örneklerinin önerme ifade eden bildirimsel formda olma­ sını zorunlu kılmaz. Nitekim talep , soru, rica, emir vb. konuşma edimlerinin büyük bir kısmı dogru ve yanlışa konu olan bildirim (haber) formunda degildir.
KAYNAKÇA Alston, William, "Aune on Tought and Language", Noû s . 3 ( 1 969) . "Meaning", Encyclopedia of Phüosophy (New York: The Macınillan Company & Free Press, 1 997) , C. 9 . Phtlosophy of Language (London: Prentice-Hall, 1 964) . "The Quest for Meanlng", Mind. 72 ( 1 963) . Aristotales, Yorum Üzerine, tre. Saffet Babür (Ankara: imge, 2002) . Ashworth, E. J . , "Locke on Language" , Canad.ian Journal of Phtlosophy, ı ( 1 984) . Aune, "Action, Inference, Bellef and lntention", Phtlosophical Perspekti­ oes, 4 ( 1 990) . Austin, J. L. , Phtlosophical Papers, ed. J. O. Urmson & G. J. Warnock (Oxford: Oxford University Press, 1 989) . How to Do Things with Words (Oxford: Oxford University Press, 1 980) . Carl, Wolfgang, FTege's Theory of Sense and Reference, Its Origins and Scope, Cambridge CUP. , 1 994. Chllsom, Roderick M .• "lntentıonal lnexistance", The Nature of Mind. ed. D. M. Rosenthal, OUP . , Oxford, 1 99 1 . Chomsky, Noam, DU ve Zihin, tre. Ahmet Kocaman (Ankara: Ayraç, 200 1 ) . Collins, J . , "Expressions, Sentence, Propostions" , Erkenntnis, 5 9 (2003) . Davidson, Donald, "Truth and Meaning" , Meaning and Reference, ed. A. W. Moore (Oxford: Oxford University Press, 1 993) . "Thought and Talk", The Nature of Mind (Içinde) ed. D. M. Rosent­ hal, OUP . , Oxford, 1 99 1 . Davis, Wayne A. , Meaning, Expresslon and Thoug ht (Cambridge: Camb­ ridge University Press, 2003) . Denkel, Arda, Anlamın Kökenleri (İstanbul: Metis, 1 984) . Anlam oe Nedensellik (İstanbul: Kabalcı, 1 996) . "Fregenin Dil Felsefesi: Ana Çizgiler" , Felsefe Araştınnalan, 5 ( 1 989) . Deutch, Harry , "lndexlcals" , A Companian to Metaphysics, ed . Jaogwan Kim, Ernest Sosa (Oxford: Blackwell, 1 999) . Dummet, Michael, Origins of Analytical Phtlosophy (Cambridge: Harvard University Press, 1 994) . İsmail Durmuş, "inşa" , İsilım Ansiklopedisi, C. 22. Farabi, Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed, Ara Ehlu'l -Medinetü'l FQdıla, tre . Nazif Danışman (İstanbul: Maartf, 1 956) .
1 38 Dil Düşünce ve Anlam Frege, Gotlob, "Function and Concept" , n-anslations from the Philosophi· cal Wıitings of Gottlob Frege, ed. Peter Geach & Max Black (foto­ wa. New Jersey: Bames and Noble Books, 1 988) . "Illustrative Extracts from Frege's Review of Husserll's Philosop­ hie der Arttınetik Kritik" ( 1 884) , n-anslationfrom the Philosophical Writings of Gottlob Frege, ed. Peter Geach ve Max Black (fotowa, New Jersey: Bames & Noble Books, 1 988) . "Letter to Jourdain", Meaning and Reference, ed. A.W. Moore (Ox­ ford : Oxford University Press, 1 993) . "On Concept and Object" , n-anslation from the Philosophical Wri­ tings of Gottlob Frege, ed. Peter Geach ve Max Black (fotowa, New Jersey: Bames and Noble Books, 1 988) . "On Sense and Reference" , Meaning and Reference, ed. A.W. Moo­ re (Oxford : Oxford University Press, 1 993) . Findly. "Use, Usage and Meaning", The Theory of Meaning, ed. G. H.R. Parkinson (Oxford: Oxfrod, University Press, 1 982) Gale, Richard M .. "lndexlcal Signs, Egocentrtc Particulars, and Token­ ReflexiveWords", Encyclopedia of Philosophy, ed. Paul Edwards, C . 7 (New York: The Macınillan Company and Free Press , 1 967) . Gazali. Ebu Hamid, el·Ma'rifetü'l·Akliyye (Madagaskar: 1 988) . 1 Düşün­ me, Konuşma ve Söz Üzerine (el·Ma'rifetü'l-Akliyye) , tre . A. Kamil Cihan (İstanbul: İnsan Yay. , 2002) . George, Alaxandre, "Has Dummett Oversalted His Frege? Remarks on the Conveyability of Thought", Language, ThDught and Logic, ed. Richard G . Heck (Oxford : Oxford University Press, 1 997) . Grice, Studies in the Way of Words, Harvard UP. , Cambridge, 1 99 1 . Görgün, Tahsin, Anlam ve Yorum: Dini Metinlerin Anlaşılması ve Yorum­ lanması (İstanbul: Gelenek, 2003) . "Haber" , İslam Ansiklopedisi (içinde) , C. 1 4 , s. 339-340. Haigt, Davit, "The Source of Linguistic Mean1ng", Philosophy and Pheno­ menological Research, 2 ( 1 976) 37. Harmann, Gilbert, Thoughts (New York: Princeton University Press, 1 974) . Harrison, Bemard, Introduction to the Philosophy of Language (London: Macmillan, 1 990) . Hartnack, Justus, Language and Philosophy (Paris: Mouton, 1 972) . Herman. H . , "Three Levels of Meaning" The Journal of Philosophy, 65 (Ekim 1 968) 1 9 . Hospers, John. A n Introduction to Philosophical Analysis (London: Prentice-Hall, 1 968) . lacona, Andrea, "Are There Propositions?" , Erkenntnis, 58 (2003) . İbn Munzur, Llsan'ul Arab, C . 1 2 , Beyrut, 1 956.
Kaynakça 1 39 Kadi, Abdülcebbar Ebi'l Hasan, el-Muğni .fi Ebviibi't-Tevhid ve'l Adl thk. Abdülhalim Mahmud ve Süleyman Dünya (Kahire: Darü'l Misriy­ ye, 1 96 1 ) . Usülü'l-Hamse, thk. Dr. A . Kerim Osman, tlk. Ahmed Hüseyin b . Ebi Haşim (Mektebetü'l Vehbe, 1 988) . Kretzman, N orman. "Tile Main Thesis of Locke's Sernantic Theory" , The PhUosophical Review, 77 ( 1 968, ) . "History of Semantics", Encyclopedia ofPhilosophy. ed. Paul Edwards, C. 5. (New York: The Macmillan Company & Free Press , 1 967). Landasman, Charles, "Locke's Theory of Meaning", Journal of the History of PhUosophy, 1 4 ( 1 976) 1 . Lazar, Judith, İletişim BUimi, tre. Cengiz Anık (Ankara: Vadi, 200 1 ) . Lewis, David K. , Convention: A Philosophical Study (Cambridge: Harvard University Press, 1 969) Locke, John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, tre. Vehbi Hacıkadiroglu (İstanbul: Kabalcı, 1 996.) Luntly, Michael, Contemporary Phiolsophy of Thought: Truth, World, Con­ tent (Oxford: Blackwell, 1 999) . Lycan, William G . , Philosophy of Language, A Contemporary Introductions (London: Routletge, 2000) . Öner, Necati, DU Üzerine (Ankara, 1 994) . Palmer, F. R. Semantik: Yeni Bir Anlambilim Denemesi, tre. Ramazan Er­ türk (Ankara: Kitabiyii.t, 200 1 ) . Peacocke, Christopher, "Concept Without Words", Language, Thought and Logic: Essays in Honour of Michael Dwnmett, ed. Richard G . Heck (Oxford: Oxford University Press, 1 997) . A Study of Concepts (Cambridge: MIT press, 1 992) . Peter, Alexander, Ideas, Qualities and Corpuscles (Cambridge: Cambridge Universty Press, 1 985) . Putnam, Hilary. "Meaning and Reference", Meaning and Reference, ed . A. W. Moore (Oxford: Oxford University Press, 1 993) . "Tile M eaning of Meaning" , Proplems in Mind: Readings in Con­ temporary Philosophy of Mind, ed. Jack S. Crumley II (Mayfıeld Publishing Company 1 999) . "1bought and Talk" , the Nature of Mind, ed . D. M. Rosenthal (Ox­ ford: Oxford, University Press, 1 99 1 ) . Quine. W . V., "Mind and Verbal Dispositions" , Meaning and Reference, ed . A.W. Moore (Oxford : Oxford University Press, 1 993) . Russell, Bertrand, An Inquiry into Meaning and Truth (London: Routledge, 1 995) . Ryle, Gilbert. "Use, Usage and Meaning" , The Theory of Meaning, ed. G . H .R. Parkinson (Oxford : Oxford University Press, 1 982) .
1 40 Dil Düşünce ve Anlam Saussure, Ferdinand Genel DUbUim Dersleri, tre. Varda Berker (İstanbul: Multilingual, 1 998) . Searle, John R. , Intentionality: An Essay in the PhUosophy ofMind (Camb­ ridge: Camrtdge University Press, 1 99 1 ) . Speech Acts: A n Essay in the PhUosophy of Language (Cambridge: Camrtdge University Press, 1 972) . 1 Söz Edimleri, t R. Levent Ay­ sever (Ankara: Ayraç,2000) 'Meaning and Speech Acts', The Philosophical Review 7 1 ( 1 962) . Mind, Language and Society: PhUosophy in the Real World (Lon­ don: Phoenix, 2000) . Zihnin Yeniden Ke!ifi, tre . Muhittin Macit (İstanbul: Utera, 2004) . Strawson, P. F., "Direct Singular Reference : lntended Reference and Ac­ tual Reference", Entity, ldentitiy and Other Essays (Oxford: Cia­ rendon Press, 1 997) . "Propositions, Concepts, and Logical Trutht", The Phiolosophical Quarterly, 7 ( 1 957) . Sutton, Jonathan, "Are Concepts Mental Representatitons. or Abstracta", PhUolosophical and Phenomenological Research, 68 (2004) . Swinbume, Richard, Revelation, From Metaphor to Analogy (Oxford: Cia­ rendon Press, 1 992) . The Evolution of the Saul (Oxford: Ciarendon Press, 1 987) . 'Tensed Facts", American Philosophical Quarterly, 27· ( 1 990) . Tieszen, Richard, "lntutiunism, Meaning Theory and Cognition", History and Philosophy of Logic, 2 1 (2000) . Wittgenstein, PhUosophical lnvestigations, İng. , tre. G.E.M. Anscombe (New York: Macmillan Publishing Co. Ine . , 1 973) . Wolfgang, Cari, Frege's Theory of Sense and Reference: Its Origins and Scope (Cambridge: Cambridge University Press, 1 994) . Wolterstorff, Nicholas, Divine Discourse: PhUosophical Rejlections on the Claim that God. Speaks (Cambridge: Cambridge University Press, 2000) . "Why Animal Don't Speak?", Faith and PhUosophy, 4 ( 1 996) .
DiziN Düşünce 46, 53 A Düzenleyici kurallar 38 Alfa 79 Alston 8, 10, l l , 1 2 , 1 3 , 25, 27, 52, 76, 1 2 1 , 1 37 Anlam 10, 20, 6 1 , 68. 69, 80, 82, 93, 1 34, 1 35 E Etkisöz edimi 40 F Anlam-lafız ilişkisi 60 Austln 8, 1 8 , 24, 26, 27, 35, 36, 39, 40, 1 1 5, 1 37 Aynştırma ilkesi 5 1 . 84 Fatlk 1 8 Ferciinand de Saussure 1 6 Findly 2 1 , 1 38 Frege 7, 26, 48, 5 1 , 78, 79, 86, 89, B 90, 99, 1 1 2, 1 1 4, 1 1 5, 1 38 B. Aune 1 2 1 c G Gazall 1 9 , 20, 52, 6 1 , 62, 65 Chomsky 16, 1 7 , 1 00, 1 37 Grtce 8, 3 1 , 66, 67, 68, 83, 1 0 1 , 1 03, 1 38 Cümle 1 2 , 27 H D Davidson 8, 26, 27, 50, 5 1 , 52 , 1 05, 137 Dawis 22, 46, 53, 55, 83, 84, 85, Hartnack 1 23, 1 38 Hospers 22. 25, 1 38 ı-i 87, 1 00, 1 0 1 . 1 03 Denkcl 25, 26, 27, 28, 66, 67, 68, lacona 86, 87, 138 70, 7 1 , 78, 8 1 , 83, 88, 1 00 , İci 6 1 . 64 1 37 K Dil 74, 82, 9 1 , 127 Dilsel ba�am 1 04 Kadı Abdülcebbar 1 7, 74, 75 D. Lewis 97 Kasıt 63, 1 1 8 Do�danlık 1 1 0 Kasıtlılık 1 1 6, 1 1 7 Do�luk 29 Kelam-ı nefsi 6 1 Dummet 3 1 . 33, 34, 48, 79, 89, Kelime 22 90, 92, 93, 98, 99, 1 04 , Konuşan 83 1 05, 1 1 6, 1 1 9, 1 37 Konuşma 1 5, 1 7 , 1 9
1 42 Dil Düşünce ve Anlam L Strawson 8, l l l , 1 40 Lafız 1 7 T Locke 22, 58, 59, 68, 69, 7 1 . 88, 1 39 Temsiliyet 1 1 9 Luntly 55, 84, 1 1 8, 1 39 u M Uzlaşı 95 Medlul 62 V M. Ponty 69 Mutezile 75 Varlık ilkesi l l l N w Nedensellik 66, 83, 88 Wittgenstein 7, 27, 47, 48, 49, 69, 70, 1 40 Nutuk 1 9 W. V. Quine 72 p z Palmer 1 7 , 22, 25, 1 05, 1 06, 1 09. 1 39 Peacocke 47, 49, 50, 5 1 , 52, 1 09, 1 39 Q Quine 52, 72, 1 04 , 1 05, 1 39 R Referans 72, 1 05 Russell 22, 23, 28. 29, 30, 33, 34 , 93, 1 39 Ryle 2 1 . 35, 36, 1 39 s Searle 1 2 , 37, 40, 42, 43, 85, 106, 1 1 0, 1 1 2 , 1 1 3 , 1 1 8. 1 1 9. 1 20. 122, 1 23, 1 25. 1 27. 1 28, 1 30, 1 40 Sernantık 1 2 , 1 7 , 22, 25 Sentaks 27 Ses 1 36 Zihin 1 7 , 63, 73, 1 00, 1 37